25 Nisan 2010 Pazar

"Yazıyooor!.. Yazıyoor!.."


Geçenlerde internette gezinirken, yukarıdaki gördüğünüz fotoğrafla karşılaştım...

Hemen arşivime aldım tabii ki...

Çocukluğumda sinemalarda seyrettiğim Siyah-Beyaz Türk filmlerine götürdü beni bu fotoğraf karesi...

Filmin Jön oyuncusu filmin bir sahnesinde elini kana bular, ya da büyük bir hırsızlık yapar... Ya da o günlerde hangi sosyal konu, sinemalarda görsel yolla işlenecekse, o konuyla ilgili kötü bir sahne gösterilir seyirciye...

Ardından da film karesi kararıp, değişir...

Filmde küçük yaşta bir çocuk görürsünüz beyazperdede...

Koltuğunun altında birkaç adet gazete... Elinde tuttuğu gazeteyi sallayarak ve de bağırarak, Sirkeci, Eminönü, Taksim gibi yerlerde koşmakta ve gazetesini satmaktadır...

Fiyatı da bellidir o gazetenin... 25 kuruş...

O kareleri seyrederken hiç düşünmezsiniz ama... O günkü acar gazeteciler işlenen bu olayı ne zaman ve ne şekilde haber aldı, ne zaman o gazeteyi hazırladı, ne zaman baskıya verdi... O gazetenin adı ne? Bilmezsiniz...

Filmdeki jön oyuncunun yaptığı kötü olay, gazetede sadece manşet olmuştur ve kamuoyuyla paylaşılmak istenmiştir...

Halk o olayı çok merak etmektedir... Gazeteyi alarak da merakını gidermektedir...

O küçük gazete satıcısı koşarken de bağırmaktadır...

"Yazıyorrrrrr, yazıyooorrrr!... Karısını sevgilisiyle basan adam her ikisini de öldürdü, yazıyorrrrrr!..."

Ya da;

"Çalıştığı işyerini soyan hırsız yakalandı, yazıyooorrr, yazıyoorrrr!.."

Evet, benim çocukluğumda ve gençliğimin ilk yıllarında, şimdilerdeki gibi gazete bayileri yok denecek kadar azdı...

Gazetenizi sokaktan geçen gazete satıcılarından ya da bakkallardan gidip satın alırdınız...

Büyük gazete satıcıları ise belli başlı semtlerde olurdu... O da tenekeden ya da tahtadan yapılma kulübe gibi bir şeydi...

Gerçi ben "Yazıyoooorrr, yazıyoooorrrr!.." diye bağırarak koşan satıcıya rastladığımı hatırlamıyorum sokaklarda...

Ancak oturduğum semtin sokağından her sabah geçen bir gazete satıcısının "Gazataaaaa, gazataaaa!.." diye gazete sattığını hatırlıyorum...

Evimizin karşısında oturan emekli bir öğretmen hanım vardı... O gazete satıcısı bizim evin önüne geldiği zaman cama çıkar ve satıcıyı her zaman azarlar gibi ikaz ederdi...

"- Oğlum, gazata diye değil, gazete diye bağıracaksın..."

"Peki teyze" der, sokağın ilerisine doğru giderken yine "Gazataaa" diye bağırırdı...

Öğretmen teyze de camını kapatıp içeriye girerken "Hay çenesi tutulacası!" derdi...

Bir ertesi gün sokağın aşağısından gelen gazete satıcısı, sanki aşağılarda "Gazeteee" diye bağırırken, tam öğretmen hanımın evinin önüne gelince ne hikmetse hep "Gazataaaaaa, gazataaaa!.." diye bağırırdı...

Bu her gün böyle tekrarlanırdı işte...

Onun öyle "Gazataaa" diye avazlanması, bana "Galeta" satıcısı Arnavut amcamızı hatırlatırdı ne hikmetse...

O zaman sokak galetacıları da vardı... Kollarına taktıkları sepetlerle satarlardı fırından yeni çıkmış galetalarını... Mis gibi kokardı sokaktan geçerken... İmrenmemek imkansızdı...

Bizim galetacı da tam bir Arnavut göçmeniydi.. Yaşı epey vardı... Ben diyeyim 70, siz diyin 80... O da galetalarını satarken, "Kaletaaaaacıııı" diye bağırarak satardı...

Galetacı amcamızın sattığı galeteların fiyatını bildiğimiz halde bize Arnavut şivesiyle cevap versin diye fiyatını mahsustan sorardık hep...

"- Kaletacı Amca kaletaların kaç para?"

O da bize;

"Süle anacıına, versin sana üjjj-bejjj kuruş (15 kuruş), alacaksin iki kaletacık, yiycen, büycen, koce adam olcen..."

Biz de sokaktan annemize bağırırdık tabii ki...

"- Anne, verecakmışın üjjj-bejjj kuruş, alcez kaletacık, yicaz adam olcaz be ya..."

Hadi eskilerden açtık konuyu madem...

Eski sokak satıcılarından yoğurtçuları, arnavut ciğeri satıcılarını, dondurmam gaymakçılarını,  atla süt dağıtan sütçüleri, pazarcılara ve suyu olmayan bazı eski evlere su dağıtan su saka'larını, macuncuları, mısır satıcılarını, patlamış mısır satanları, kestanecileri, kağıt helvacıları, pamuk helvacıları, soyulmuş hıyar (salatalık) satanları, at arabasıyla kavun-karpuz satanları, kendi yaptığı atlı karınca salıncakçılarını, ellerinde topaç satan topaççıları, başka mahallelerden gelen misket satan büyük abileri, sokakta üç tekerlekli bisiklet ve iki tekerlek bisiklet kiralayanları, Teksas-Tommiks-Zagor-Gordon değiş-tokuşçularını ve şu anda unutmuş olabileceğim hepsini anımsayarak yad edelim...

İşte yukarıdaki o fotoğraf var ya o fotoğraf... Beni aldı, götürdü böyle, 40 küsur sene öncesine...

Elbette bu satırları okuyunlar arasında tevellütü bizden daha da eski olanlar vardır... Onlar benden de fazla çok şeyi daha iyi hatırlayabilirler...

O günleri bugün mutlu bir şekilde anımsayarak, yad ediyor ve şu an önümdeki beyaz renkli cam bu satırları yazıyorum...

Az sonra yazdıklarım, GÜNCE'mi tutan siteye yüklenecek...

Yazım bir "tık" sesiyle de yayında olacak...

Ama elinde tuttuğu gazeteyi sallayarak koşan ne bir çocuk olacak yarın sokaklarda, ne de onun "Yazıyorrrrrr, yazıyorrrrr" sesi kulaklarımızda yankılanacak...

Ancak yukarıdaki fotoğraf karesinin ruhunda o ses ve duygular, sonsuza dek yaşayacak...

Ertan Yurderi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)