Karıncaların, serçelerin, ilkel olsun çağcıl olsun
insanların davranışlarına ilişkin bir betimlemeyi ünlü coğrafya bilgini Prens
Peter Kropotkin bir makalesinde şöyle yansıtıyor: Kötü yaratık insan, karınca yuvasını
ateşe verdiğinde binlerce karınca alevlere doğru koşar ve larvalarını kurtarma
çabasında yüzlercesi yanarak ölür. Karıncalar da gelecek nesilleri kurtarma
isteğine uyarlar. Larvalarını alevden kurtarmak için her şeyi göze alırlar; o
larvaları bir annenin çocuğuna gösterdiği ilgiden çok daha fazlasını göstererek
yetiştirmişlerdir.
Zevk almak, acıdan kaçınmak organik dünyanın gene eylem çizgidir;
bazıları, buna yasa da diyebilir.
Yaşam için uygun olana karşı gösterilen istek olmaksızın yaşam
olanaksızdır. Organizma dağılır, yaşam sona erer.
Kişinin eylemleri ve davranma biçimi ne olursa olsun, o kişi kendi
doğasının istediği şeyleri yapar. Bırakın istediği gibi davransın; birey kendi
isteği doğrultusunda davranır çünkü ondan zevk alır veya acıdan kaçınır, belki
de kaçındığını sanır.
Elimizde iyi belirlenmiş bir gerçek var. Bencil kuram (Egoistic Theory)
adı verilen düşünce dizgesinin özü budur.
Böylece tüm önyargıların kökenindeki önyargıyı parçalayıp, gerçeği
yakaladık. İnsana ilişkin materyalist felsefe yukarıda değindiğimiz sonuca
işaret eder. Ancak bu sonuçtan, bireyin tüm eylemlerinin aynı zevk alma, acıdan
kaçınma isteğinden farksız olduğu sonucu çıkarılabilir mi? Şimdi bu konuya
değinelim.
Yukarıda gördük ki insanın tüm eylemlerinin (bilinçli eylemleri; buna
bilinç dışı alışkanlıklar -unconscious habit- diyeceğiz) kökeni aynıdır.
Erdemli, şeytani, kendini iyiliklere adamış, küçük şeytani hesaplar
peşinde koşan diye adlandırdığımız kişiler; çekici davranışlar, itici
davranışlar, bunların hepsinin ortak bir kaynağı var. Bu eylemlerin ve
niteliklerin hepsi, bireyin doğasının gereksinimlerine yanıt vermek için yerine
getirilir. Sonunda hepsi zevk alma isteği veya acıdan kaçınma arzusudur.
Dinsel ilkelere sıkı sıkıya bağlı olanların bu açıklamalar karşısındaki
feryat figanını anlamak zor değil. Bu açıklama doğaüstüne yer bırakmaz. Ölümsüz
ruh düşüncesini fırlatır atar. Eğer kişi kendi doğasının gereksinimlerine
uyarsa, eğer o, nasıl desek ki, ‘bilinçli robot’ ise, ölümsüz ruha ne olacak?
Zevkten payına çok az şey düşmüş ancak acıyı bolca tatmış olan kişinin son
sığınağı olan ölümsüzlüğe ne olacak? Zevk alma işini öte dünyaya bırakmış olan,
onun düşüyle yaşayan kişi ne yapacak?
Önyargılarla büyümüş, kendisini sıkça yanıltan bilime inancı olmayan,
düşünceleriyle değil de duygularıyla davranan kişilerin, son beklentileri olan
bu ölümsüzlüğü de ellerinden alan açıklamayı yadsımalarını anlamak zor değil.
Yahudi, budist, hıristiyan ve müslüman din adamları, iyi ile kötüyü
ayırt etme konusunda ilahi vahiye (divine inspiration) başvurdular. Bu din
adamları, kişi ister barbar ister uygar, ister cahil ister eğitilmiş, ister
sapkın ister kibar ve dürüst olsun, davranışının iyi veya kötü olduğunun bilincinde
olarak davrandığını gördüler. Bu genel gerçeğe bir açıklama bulamayan din
adamları ilahi vahiy yutturmacasını uydurdular. Onların yanında yer alan
metafizik, filozoflar da bize vicdandan, mistik ‘zorunluluk’tan söz ettiler ama
kendi lafazanlıklarından başka bir şeyi değiştiremediler.
Ancak, insanlar gibi toplu yaşayan hayvanların bile iyi ile kötüyü ayırt
etme yeteneği varken, din adamları bu basit ve çarpıcı gerçeği nasıl
değerlendireceklerini bilemediler. Dahası, toplu yaşayan hayvanların iyi ve
kötüye ilişkin kavramları tıpkı insanınkiler gibi. Her bir sınıfın en iyi
temsilcileri arasında şunları sayabiliriz: Balıklar, böcekler, kuşlar,
memeliler.
Forel, bu eşsiz karınca gözlemcisi, bir dizi gözlem ve gerçeklerle
göstermiştir ki, aç karıncalar bal ile dolu bir ürünü taşıyan bir karıncayla
karşılaştığında yemek talebinde bulunur. Bu küçük karıncaların görevlerinden
biri, aç karıncaları doyurmaktır. Sorun bakalım karıncalara, aynı yuvayı
paylaşan karıncalar kendi paylarını aldıktan sonra diğerlerine yemek vermemek
doğru bir davranış mı? Davranışlarıyla size şaşmaz bir biçimde doğru olmadığını
göstereceklerdir. Ayrıca o bencil karınca, başka türden düşmanların göreceği
saldırıdan daha beteriyle karşılaşacaktır. Eğer iki farklı tür arasında savaşım
sürerken böylesi bencil bir davranış olmuşsa, karıncalar savaşımı durdurup
kendi türündeki bencil karıncanın üstüne çullanır. Bu gerçek, deneylerle,
herhangi bir kuşkuya yer bırakmaksızın gösterilmiştir.
Yine sorun bakalım bahçenizde yaşayan serçelere. Kendilerine yem
atıldığını grubun diğer üyelerine duyurmamak, böylece her bir bireyin kendi
payına düşeni almasını sağlamamak doğru bir davranış mı? Sorun bakalım
serçelere, çit serçesinin (hedge sparrow) tembellik yapıp kendi yuvası için dal
parçaları toplamak yerine komşusunun yuvasından dalları aşırması doğru bir
davranış mı? Serçeler, hırsızın peşinden uçarak ve onu gagalayarak yaptığının
doğru bir davranış olmadığını göstereceklerdir.
Son olarak, sorun bakalım ilkel insana, kabilenin bir üyesi çadırında
yokken girip onun yiyeceklerini almak doğru bir davranış mı? Eğer yiyeceği
kendisi için almışsa bunun doğru olmadığını söyleyecektir. Ancak, eğer çok
gereksinimi varsa ve yiyeceği alması gerekiyorsa alabilir; bu durumda şapkasını
veya bıçağını veya zincirini bırakmalı ki, avcı geri döndüğünde çadıra bir
hırsızın değil, bir arkadaşının girdiğini anlasın. Böylesi bir davranış onu,
çadırına bir düşmanın girdiği kuşkusundan kurtarır.
İnsanlar ve diğer hayvanlar arasında iyi ve kötü kavramlarının
benzerliğini göstermek için bunlara benzer binlerce gerçek aktarabiliriz,
kitaplar yazabiliriz.
Karınca, kuş, ilkel insanın hiçbiri ne Kant’ı, ne Kilise papazlarının
yazdıklarını ne de Musa’yı okudular. Buna karşın hepsinde de iyi ve kötü
kavramları aynı. Bu düşüncenin temelinde yatan şey, karıncalar, kuşlar,
Hıristiyanlar, ateistlerin iyi olarak niteledikleri şey, ırkın devamı için
yararlı olduğu düşüncesi, içgüdüsüdür; benzer biçimde kötü olduğu düşünülen,
duyumsanan şey de ırkın devamı iç in tehlikedir. Tüm bunlar, Bentham ve Mill’in
savunduğu gibi, birey için değil, tüm ırkın iyiliği içindir.
Kısacası, iyi ve kötünün dinle veya mistik vicdanla bir ilgisi yoktur.
İyi veya kötü hayvan ırkının doğal gereksinimidir. Din, felsefe ve ahlak
lafazanları ilahi veya metafizik varlıklardan söz ettiğinde yaptıkları şey,
karıncanın, serçenin kendi küçük toplumlarında yaptıklarını yinelemekten başka
bir şey değil.
Yapılan şey toplum için yararlı mı? O zaman o iyi bir şey. Toplum için
zararlı mı, o zaman kötü!..
Bu düşüncenin, düşük düzeyde örgütlenmiş hayvanlar için ve belli
sınırlar çerçevesinde geçerli olduğu ve daha üst düzeyde örgütlenmiş hayvanlara
da uygulanabileceği savunulabilir ancak özü aynıdır.
Paris’te Lüksemburg bahçesindeki serçeler birbirleriyle özenilesi
dayanışma gösterirken, eğer Monge Meydanı’nda yaşayan serçeler Lüksemburg
bahçesine gelme cesaretini gösterirse, onlarla kıyasıya kavga ederler.
İlkel kabile insanı bir başka kabilenin insanına kendi kabilesindekilere
davrandığı gibi davranmaz. Karşı kabile üyesine bir şey satmasına da izin
verilir; satışta satın alan az çok soyulur. Satıcı veya alıcı daima ‘soyulur’.
Tchoutche kabile bireyi, kendi kabilesinden bir bireye bir şey satmanın suç
olduğuna inanır; ona, gereksinim duyduğu şeyi herhangi bir karşılık
beklemeksizin verir.
Diğer yandan, iyi ve kötü kavramları zekâ düzeyi ve kazanılan bilgi
düzeyine göre de değişir. Bu kavramlarda değiştirilemez bir şey yoktur.
İlkel kabile bireyi, yaşlanmış olan ebeveynlerini yemenin doğru bir şey
–ırk için yararlı bir şey- olduğunu düşünebilir. Yeni doğmuş olan çocuğunu
öldürmenin, her aileye yalnızca iki veya üç çocuk hakkı tanımanın da yararlı
olacağını düşünebilir; böylece anne çocuğunu üç yaşına dek emzirir ve sevgisini
onlara yeterince vermiş olur.
Düşünce dokumuz zamanla değişebilir. Irkımız için yararlı veya zararlı
olan şeyleri değerlendirme biçimimiz de değişebilir, ancak temel aynıdır. Eğer
hayvanlar dünyasının tüm felsefesini bir tek tümcede özetlemek gerekirse,
kuşların, karıncaların, insanların tek bir noktada fikir birliğine varacağını
anlamalıyız.
Tüm hayvanlar âlemini gözledikten sonra ortaya çıkan tinsel yargı şu
sözcüklerle özetlenebilir:
“Başkalarının size nasıl davranmasını istiyorsanız, aynı koşullar altında siz de başkalarına öyle davranın” (Do to others what you would have them do you in the same circumstances.)
“Başkalarının size nasıl davranmasını istiyorsanız, aynı koşullar altında siz de başkalarına öyle davranın” (Do to others what you would have them do you in the same circumstances.)
Bu yargıya şunu da ekleyebiliriz: “Bunun yalnızca bir salık olduğunu
unutmayın; ancak bu salık toplu yaşayan hayvanlar aleminin uzun deneyimlerinin
bir meyvesidir. İnsan da içerilmek üzere, kitlesel olarak yaşayan toplumsal
hayvanlarda bu ilke temelinde davranmak alışkanlık haline gelmiştir. Gerçekten
de bu ilke olmasaydı, toplumlar var olamazdı, hiçbir ırk, boğuşmak zorunda
olduğu doğal engelleri aşamaz, yok olur giderdi”…
Kaynaklar:
– Peter Kropotkin http://en.wikipedia.org/wiki/Peter_Kropotkin
– Peter Kropotkin http://en.wikipedia.org/wiki/Peter_Kropotkin
– Prof. Dr. Renan Pekünlü (Ege Üniversitesi) -Cumhuriyet
Bilim Teknik – CBT 1099/17 – 11.04.2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)