24 Aralık 2011 Cumartesi

İçimizdeki Yunus'lar ...



"Bildiğini sanan dikilir de,
Bilmediğini bilen eğilir, kendi BİLGE'liğinde ..
Ve ne de çok dimdik baş var: yanımızda, yöremizde, günümüzde!.."

(Güneş Davenport)


Sizlere anlatacağım öyküleşmiş olayı Hakk ve Yunus Emre aşığı Faruk Dilaver dostumuzun "Yeniden Doğuş" adlı kitabında okumuştum... Muhteremin yolu, bir gün Mersin'den yola cıkıp Ankara'ya dönerken Mut'a düşmüş... Başından da şöyle ilginç bir olay geçmiş...

" ....

Mut'a gelince, arabayı bir lokantanın önünde park ettim. Bu dönüşte bize bir öğretim görevlisi arkadaş daha katılmıştı. Onlar önünde durduğumuz lokantada yemeklerini yerken, ben de izin isteyerek karşıda görünen parka doğru bir yürüyüş yaptım. Bu arada aklıma Mersin'de karşılaştığım bir gönül dostu olan kemancı geldi.

'- Ya Rabbi, o güzel sevgililerinden Mut'ta da yok mu acaba?' diye yalvardım.

O anda, tuvalet ihtiyacı duyarak, uzakta, karşıda görünen bir caminin avlusunda bulunan tuvalete doğru yürüdüm. Tuvaletin girişinde bir tahta divan üzerinde aksaçlı bir dedenin oturduğunu gördüm. Uyukluyordu. Uyuyup düşmesin diye, ona yüksek sesle bir selam verdiysem de, mırıltı halinde selamımı aldığını duyunca, içimden;

'- Senin ahın gitmiş de vahın kalmış, daha selam almayı bilmiyor ' dedim.

Tam, ihtiyacımı karşılayıp tuvaletten çıktığım sırada, kafamı şiddetle kapıya vurdum. Doğrudan, bu yaşlı dedenin yanına giderek önüne tuvalet ücretini bıraktım. Sonra;

'- Amca, bu tuvaletin kapısı mı alçak, benim kafam mı dik?' diye sorduğumda;

'- Kafan azıcık dikmiş, onardık; çok dik olsaydı, kırardık' cevabını aldım.

Yine, sessiz ve hareketsizce onu seyrettikten sonra arkadaşlarımın yanına doğru yürüdüğüm esnada, arkamdan;

'- Yolun açık olsun salih genç' diye haykırışını duyarak mutlu oldum.

Aradan çok zaman geçti... Bu olayı anlattığım bir arkadaşımın yolu da bir gün Mut'a düşmüş. Mut'taki aynı cami avlusunda bulunan tuvaleti bekleyen amcayı çok aramış... Cami görevlileri, o amcanın çok önceden vefat ettiğini, kerametleri açık bir zat olduğunu anlatmışlar... Arkadaşım, seyahat dönüşü bana bunu anlatınca  gözlerim öylece doluverdi...

O amcanın adını merak ettiniz değil mi? Adı Yunus'muş... Yunus Baba diye anılırmış... "

SİZ'ler; Uzak ve engin denizlerin sevgili Yunus'ları... İçimizdeki gizli Yunus'ların varlığını hiç unutmayalım... Onlar her an her yerde ve hep BİZ'lerledirler... Gönül gözlerimiz hep açık olsun, Yunus dostlarımıza da selamlar olsun ...

Ertan Yurderi (kocayurek)


29 Ekim 2011 Cumartesi

Bu ülkede Cumhuriyet Bayramı'nı kutlamak ve Youtube'a girmek YASAK'tır!!!



Hükümet ve hükümetin başı, yüreğimizi dağlayan 24 Şehit'imizin ardından Van'da yaşanan deprem felaketi nedeniyle, kurulduğu günden bu yana her 29 Ekim'de kutladığımız Cumhuriyet bayramımızın eğlence niteliğinde olan resepsiyonunu iptal etmeyerek, doğrudan doğruya bu önemli bayramımızın halkça kutlamasını da toptan iptal etti...

Ayrıca "Atatürk'e hakaret devam ediliyor" gerekçesiyle de dün akşam saatlerinden itibaren Youtube'a erişim yeniden engellendi... Youtube'a hiçbir DNS üzerinden girilemiyor...

Bu acı olaylar bahane gösterilerek resmi tören geçitlerini ve okullardaki etkinlikleri iptal etmek, laik cumhuriyet düşüncesini özümsememek ve bir şeyler yapmak için fırsat kollamak değildir de nedir diye insanın sorası geliyor ...

Cumhuriyet Bayramı'nı kutlamamamızın gerekçesi Van depremiyse "Kardeşim, deprem gecesi de dahil her gün TV programlarından eğlence eksik olmuyor. Bunları engellemiyorsun da Cumhuriyetimizin kuruluşunu kutladığımız ve bizim en büyük milli bayramımız olan Cumhuriyet Bayramımızı neden iptal ediyorsun!!.”  
diye sormazlar mı adama?

Müzik kanalları, eğlence programları, futbol maçları doludizgin devam ederken, ULUSAL YAS İLAN EDİLMEMİŞKEN NE HAKLA milli BAYRAMIMIZ İPTAL EDİLİYOR ki?

Kaldı ki ulusal yas ilan edilse bile, bayraklarımız yarıya inse bile bu durum RESMİ TÖRENLERİN İPTALİNE GEREKÇE de OLMAZ ki...
Cumhuriyet Bayramı bizim milli birlik ve bütünlüğümüzü dosta düşmana gösteren bir kutlama iken bu bayramın, özellikle milli birlik ve bütünlüğe en çok ihtiyaç duyduğumuz terörün hortladığı şu günlerde daha da önem ve ÖZENLE KUTLANMASI GEREKMEZ MİYDİ?.

Dün Youtube'a girmeyi engelleyen zihniyet, bugün Cumhuriyet Bayramı'nı da iptal etti... Ve yine Youtube'a erişimi engelledi...

Madem ki bu ülke yasaklar ülkesi haline getirilmek isteniyor o halde KURBAN BAYRAMI'nı da iptal etsinler.,.

 Evet evet, Kurban Bayramı da iptal olsun... Kimse hayvan kesmesin... Kurban paraları Merkez Bankası'nda toplansın... Ve oradan idare edilsin... Bu sebeple hem kurbanlık hayvanlar vahşice katledilmekten kurtulmuş olur, hem de toplanacak paralarla bu ülkeye daha yararlı hizmetlerde bulunulur...


3. Dünya ülkesi gibi Cumhuriyet Bayramı'nı iptal etmek ve Youtube erişimi yasaklamak kime ne yarar getirir ki... "ÇILGIN TÜRKLERİZ" biz kardeşim... Ne yapar, eder, bir yolunu bulur yasakları da deler, Youtube da girer, ayrıca Türk bayrağını alır sokaklarda Cumhuriyet Bayramımızı aslanlar gibi kutlarız... Hiç kimse unutmasın ki; "Mevzubahis VATAN'sa, gerisi TEFERRUAT'tır" bizim için ...

 Ertan Yurderi (ANONİM)



Cumhuriyet Bayramı törenleri eğlence değildir - İptal Edilemez!.. (Cumhuriyet Yazıları - 3)



Cumhuriyet Bayramı,
kendisini Türk olarak tanımlayan
tüm vatandaşlarımıza kutlu ve mutlu olsun. 


Cumhuriyet, kendi küllerinden doğan Türk Ulusunun ve Türk Devleti'nin tapu senedidir.
Emperyalizmi ve temsilcilerini dize getirerek kan ve emekle, büyük yokluklarla var edilmiştir.
Gericiliği, yobazlığın bağnaz yapısını kırarak,
Laiklik ve demokrasiyi içeren,
Ülkemizi ve Türk Toplumunu aydınlanma ve çağdaşlığa taşıyacak olan
Cumhuriyet rejimi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının,
TBMM'de Türk Ulusuna armağanıdır.

CUMHURİYET TÖRENLERİ BİR EĞLENCE DEĞİLDİR...

Cumhuriyet,
Ümmetten Ulusa dönüşün,
Bu yolda topraklara kan döken şehitlerimizin,
Türkiye'nin ve Cumhuriyet rejiminin kurulmasının
Devlet Kurumları ve vatandaşlar tarafından anılması,
Cumhuriyet'in kurulmasında temeli oluşturan Türk Silahlı Kuvvetlerinin,
Bu angıyı askeri törenlerle taçlandırmasıdır.

CUMHURİYET TÖRENLERİ BİR EĞLENCE DEĞİLDİR ....

Van Depremi nedeniyle ,
Eğlenceler, Cumhuriyet baloları ve resepsiyonlar iptal edilebilir,
Ama,
Cumhuriyeti anma Törenlerinin iptal edilmesi ,
Türk Ulusunun var oluş tarihine ihanet edilmesidir.

İrticanın odağı olduğu Anayasa Mahkemesi kararıyla tescillenmiş olan,
Cumhuriyet rejiminin süresini doldurduğunu açıklayan siyasetçilerin olduğu
Atatürk'ü ama törenlerini "sap gibi ayakta durmak" olarak niteleyen,
AKP Hükümeti,
Cumhuriyet törenlerini GİZLİ AJANDALARI NEDENİYLE İPTAL ETMİŞTİR.


DAHA DA ÜZÜCÜ OLANI İSE ;

Cumhuriyet'in kurucu direği olan Ordumuzun,
GENEL KURMAY BAŞKANININ DA,
Bu İPTAL KARARINA KATILMIŞ OLMASIDIR.


***

Değerli Yurttaşım,
Geçen Cumhuriyet Bayramında yazdıklarımı sizlerle bir kez daha paylaşacağım ;

Cumhuriyet'in kuruluşunun 87. yılını
Ne yazık ki işbirlikçilerin desteği ile ülkemize post seren
Örtülü bir küresel işgal ortamında kutluyoruz.
Kurtuluş savaşında olmayan bir orduyu var ederek,
Savaş meydanlarında ,
iki kişiye bir tüfeğin düştüğü askerlerini de
Tekalif-i Milliye adı verilen,
her evden toplanan çamaşır, çorap, çarık, yiyecekle
donatan, doyuran,
Güçlü, zırhlı donanımlı müttefik Devletleri ordularını ,
Vatan sevdasıyla yenen,
Var ettiği Ülkesini çağdaş ülkeler seviyesine getiren,
Bağımsız ve saygın bir ülkeyi var eden,
Gazi Mustafa Kemal Paşanın Türkiyesi,
elbet bu karanlık günleri aşacaktır.
Ulus bilinci köklü halkıyız...

Küresel EMPERYALİZM,
Ulus Devletlerin
ULUSAL GÜNLERİNİ ve ZAFERLERİNİ KUTLAMALARINI,
Ulus kahramanlarına olan sevgi ve saygının
Diri tutulmasını SEVMEZ.

Emperyal baronlar böylesi ülkeleri kolayca işgal edemezler.

Türkiye işte bu nedenlerle ,
iç destekli, ağır bir Dış saldırı altındadır.
Ulus Devlet ve Ulus bilinç kırılmaya çalışılıyor.
Çanakkale ve Sakarya'dan süzülerek gelmiş olan
Türk Ulusu ,
Mustafa Kemal Paşa'nın neferleri,
Er geç,
Türkiye'yi aydınlıklara yine çıkartacaktır.

Naci KAPTAN


1948 yılı Cumhuriyetin 45. kuruluş yıldönümü kutlamasından bir belgesel film...

http://www.britishpathe.com/record.php?id=56835

Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun .. (Cumhuriyet Yazıları - 2)



Başbakan emir verdi: bu yıl Cumhuriyet Bayramı kutlanmayacakmış! Sebep: Van’daki deprem.

88 yılda bu ülke nice acılar yaşadı; Erzincan depreminde 33 bin, Kocaeli depreminde 17 bin kişi öldüğünde bile Cumhuriyet Bayramı etkinlikleri iptal edilmedi de BUGÜN NEDEN İPTAL SÖZ KONUSU?

Amaç ölülere saygı, yaşanan acının tüm yurtça paylaşımı ise Cumhuriyet Bayramında davullu zurnalı, dansözlü kutlama yapılmıyor ki!!. Günün anlamının, Cumhuriyetin nasıl kurulduğunun, milli birlik ve bütünlüğün ne anlama geldiğinin ANLATILDIĞI KONUŞMALARIN YAPILDIĞIN BİR BAYRAMDAN BAHSEDİYORUZ. Bunun VAN’DAKİ DEPREMLE NE ALAKASI var ki törenler, kutlamalar iptal ediliyor anlamakta güçlük çekiyorum.

Kutlamamanın gerekçesi Van depremi olunca adama sormazlar mı “DEPREM GECESİ DE DÂHİL HALA HER GÜN TELEVİZYON PROGRAMLARINDAN eğlence eksik olmuyor. Bunu NEDEN ENGELLEMİYORSUN DA Cumhuriyetimizin kuruluşunu kutladığımız ve bizim en büyük milli bayramımız olan Cumhuriyet Bayramımızı iptal ediyorsun!!.”

“Ecdadımıza küfrediliyor” diye dizi filim hakkında RTÜK’ü göreve çağıran AKP’li milletvekilleri neden bu programların ekranlarda hala yayınlanıyor olması dolayısıyla aynı çağrıda bulunmuyor da BAYRAMIMIZIN KUTLANMAMASINI NORMAL KARŞILIYOR?

Müzik kanalları, eğlence programları, futbol maçları doludizgin devam ederken, ULUSAL YAS İLAN EDİLMEMİŞKEN NE HAKLA milli BAYRAMIMIZ İPTAL EDİLİYOR?

Kaldı ki ulusal yas ilan edilse, bayraklar yarıya inse bile bu durum RESMİ TÖRENLERİN İPTALİNE GEREKÇE OLMAZ.

Cumhuriyet Bayramı bizim milli birlik ve bütünlüğümüzü dosta düşmana gösteren bir kutlama iken bu bayramın, özellikle milli birlik ve bütünlüğe en çok ihtiyaç duyduğumuz terörün hortladığı şu günlerde daha da önem ve ÖZENLE KUTLANMASI GEREKMEZ MİYDİ?

Türkiye Cumhuriyetinin varlığını devam ettirmesini borçlu olduğumuz şehitlerimizin anısına bile bu bayram kutlamasından vazgeçmemişken neden deprem bahane edilerek kutlamalar iptal ediliyor?

Cumhurbaşkanı, valiler, kaymakamlar tebrikleri kabul edecek ama HALKIN İZLEYİP KATILABİLECEĞİ RESMİGEÇİT TÖRENİ OLMAYACAK bu NASIL BİR MANTIK?

Depremi en büyük ulusal bayramımızı iptal edecek kadar önemseyen BAŞBAKAN’IN DEPREMİN ÜÇÜNCÜ GÜNÜ ARAP ŞEYHİNE TAZİYE ZİYARETİNDE GİTMEMESİ DE GEREKMEZ MİYDİ?


Birkaç gün sonra Kurban Bayramı var. Tabi ki Kurban bayramı resmi bir bayram olmadığı için Başbakanın iptal etme yetkisi yok. Ancak bakalım ERDOĞAN “kurban kesmek yerine ona verilecek PARANIN DEPREMZEDELERE GÖNDERİLMESİ” YÖNÜNDE BİR ÇAĞRI DA BULUNACAK MI? Yoksa resmi bayramlar iptal edilirken DİNİ BAYRAMLARA BİR MUAFİYET Mİ UYGULAYACAK?

PEKİ YA HALK SİZİ DİNLEMEYİP KUTLAMA YAPMAYA KARAR VERİRSE, ya ellerinde Türk bayraklarıyla sokaklara akın ederse ve Cumhuriyetimizin en büyük bayramını iptal ettiğiniz için sizi protesto etmeye kalkarlarsa. İZİNSİZ GÖSTERİ YAPTIKLARI GEREKÇESİYLE TUTUKLAYACAK MISINIZ?

Kimse kusura bakmasın; AMAÇ GERÇEKTEN VAN DEPREMİ OLSAYDI ULUSAL YAS İLAN EDİLİRDİ, eğlence programları yayından kaldırılırdı, futbol maçları ertelenirdi, yardım için kesenin ağzını açmayan Arap şeyhlerine taziye ziyaretleri yapılmazdı, bakanlar oraya buraya dış ziyaretlerde bulunmazdı. 

Tüm bunlar yapılmış olsaydı biz de Başbakan Erdoğan depremi bahane edip ulusal varlığımızı ve milli birliğimizi borçlu olduğumuz, Mustafa Kemal Atatürk’ün ve şehitlerimizin anıldığı, bugünkü koşullarda yaşıyor olmamızı borçlu olduğumuz Cumhuriyetimizin kutlandığı bayramın iptalinin altında başka bir neden aramayı aklımıza getirmezdik.

Herkese ve her şeye inat “Ne mutlu Türküm diyene” diyebilen ve şehitlerimiz ile Mustafa Kemal Atatürk’ümüze minnet duyan herkesin CUMHURİYET BAYRAMI KUTLU OLSUN!

YA YOLUNDA YÜRÜRÜZ.. YA BU UĞURDA ÖLÜRÜZ..

Şebnem Özbek, 28.10.2011

Fırsat bu fırsat ... (Cumhuriyet Yazıları-1)



Bazen öyle zamanlar olur ki, okuduğunuz bir yazının altına "Ben de imzamı atarım" dersiniz ya... İşte başlığını okuduğunuz bu yazı da aynen öyle bir yazı benim için...

Sevgili büyüğüm, Cumhuriyet sevdalısı Emekli Cumhuriyet Savcısı Gündüz Akgül ağabeyimin bu fikirlerine ben de aynen katılıyor ve altına tereddütsüz imzamı atıyorum...

Gündüz Akgül ağabeyim diyor ki yazısında;

Çukurca’daki terör olayında kaybedilen 24 şehidimiz ile Van depreminde kaybettiğimiz yurttaşlarımız tüm yurtta büyük bir üzüntü yaratmıştır.
Bu acılara yüreği yanmayan birini insan olarak kabul etme olanağı yoktur.
Ancak her iki olayı da siyasi getiri malzemesi yapmak ve bu olayları bahane ederek gizli bazı emellerini gerçekleştirmekte etik ve doğru bir davranış değildir.
Yüreğimizi dağlayan bu olaylar nedeniyle 29 Ekim'de kutlayacağımız Cumhuriyet bayramımızın eğlence niteliğinde olan resepsiyonunun iptal edilmesi doğru bir harekettir. Yapılmaması gerekirdi.
Fakat bu acı olaylar bahane gösterilerek resmi tören geçitlerini ve okullardaki etkinlikleri iptal etmek, laik cumhuriyet düşüncesini özümsememek ve fırsat kollamaktır.
Van depreminde hayatlarını kaybeden Cumhuriyet öğretmenleri bugün yaşamış olsalardı eminim ki Cumhuriyet'in 88. Kuruluş Yıldönümü'nü büyük bir coşku ile kutlayacaklardı. Onların kemiklerini sızlatmıyor muyuz?
Ne yazık ki ülkemizde bir Cumhuriyet karşıtlığı almış başını gitmektedir.
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün belirttiği gibi “Cumhuriyet, yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir.”
Bu faziletin değerini bilmeyenler günün birinde pişman olacaklar, ancak iş işten geçmiş olacak ve "Atı alan Üsküdar’ı geçmiş olacak"tır.
Deprem bahane edilerek Cumhuriyet'in 88. Kuruluş Yıldönümü resmi kutlamalarının iptal edilmesini, bir CUMHURİYET SEVDALISI olarak şiddetle kınıyorum. 28.10.2011

Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet Savcısı
gunduzakgul@hotmail.com

Gündüz Akgül ağabeyimin bu sözlerine katılıyor, bir CUMHURİYET SEVDALISI olarak ben de Van depremi bahane edilerek "Cumhuriyet'imizin 88. Kuruluş Yıldönümü" resmi kutlamalarının iptal edilmesini kınıyorum... 29.10.2011

Ertan YURDERİ

28 Ekim 2011 Cuma

"We came, we saw, he died ... Hah hah haa!.." (Geldik, gördük, o öldü ...)



Sezar,M.Ö.49 yılında Anadolu’ya geldi. Buradan Mısır’a geçen Sezar, tekrar Anadolu’ya dönüp, Partlar’la savaştı. Uzun yıllar doğuda kalan Sezar’a dostlarından bir mektup geldi. Mektupta bu kadar zamandır neler yaptığı soruluyordu. Sezar, dostlarına şu kısa ve ünlü cevabını verdi:

- "Veni, vidi, vici ..." ”Geldim, Gördüm, Yendim.”

ABD Dışişleri Bakanı Hillary CLİNTON Amerikan haber kanalındaki söyleşide Kaddafi’nin ölümü üzerine HİSTERİK bir tavırla AYNEN BÖYLE SÖYLÜYOR:

"We came, we saw, he died ..." bir de üzerine pis pis gülüyor: "Hah hah haaa!.." (12 saniyelik) videoda yukarıda gördüğünüz üzere…

Bu işi pek o kadar kolay başaramazdı, eğer sırtını Amerikan bayrağına dayamış Araplar bulamasaydı.


Bu işi bu kadar kolay başardıysa bunu BÜYÜK ÖLÇÜDE İSLÂMCILARA BORÇLU. Fotoğraflarda görüldüğü üzere, onlar ayaklandıklarından beri namazlarında AMERİKAN BAYRAĞINI HİÇ EKSİK ETMEDİLER. Dualarının ancak kim tarafından kabul edileceğini gayet iyi bildikleri de belliydi.

KURTULUŞ SAVAŞIMIZ sırasında BİZDE DE BÖYLEYDİ bu İSLÂMCI TAİFESİ. Emperyalistlerin, düşmanın yanında yer aldılar. Şeyhülislâmları ÖLÜM FETVASI yayınladı kurtuluş savaşçılarımız için… ‘HİLAFET ORDUSU’ oluşturdular düşmanın yanı sıra bir de onlar saldırmak için... Cepheyi geriden vurmak için YEŞİL BAYRAK açıp sayısız iç isyan çıkardılar.

Bunların bir kişiden fazlası ‘ALLAHUEKBER” diye bağırmaya başladığında da korkacaksın.


İnsanlık dışı bir saldırıya niyetlendiler demektir. MENEMEN’DE OLDUĞU GİBİ…“KANLI PAZAR”DA olduğu gibi… KAHRAMANMARAŞ’TA, MALATYA’DA, ÇORUM’DA olduğu gibi… MADIMAK’TA OLDUĞU GİBİ…

İşte LİBYA’DA DA yine ‘ALLAHUEKBER’ sloganı ile bir iğrençliğe daha imza attılar.

http://www.globalpost.com/dispatch/news/regions/middle-east/111024/gaddafi-sodomized-video-gaddafi-sodomy adresinde (medyada yayınlanandan daha kapsamlı görüntülerle) Kaddafi’yi nasıl linç ettikleri yer alıyor. (Hele de videolara ancak katlanabilecekseniz bakın ama, kesinlikle çoluk çocuğa göstermeyin.)

Yaptıkları, zaten yaralı olan bir adama sadistçe saldırıp vurmaktan ibaret değil. İçlerinden birinin o saldırı sırasında KADDAFİ’NİN MAKATINA BİR SOPAYI SOKMAYA ÇALIŞTIĞI DA GÖRÜLMEKTE.

Bu kadar insanlıktan nasipsiz, aşağılık yaratıklar bunlar.

Ve de HÜKÜMETİN KARARIYLA, ülke olarak BİZ de bu kategoriden ADAMLARI DESTEKLEMİŞ KONUMA DÜŞTÜK.


Yazıklar olsun BİZ'lere ... Yazıklar olsun!..


Fotoğraflar için kaynaklar :

* http://www.buzzfeed.com/hotlist/congress-wont-authorize-military-mission-in-libya-3cvx
* http://arabnews.com/middleeast/article349925.ece
* http://www.transterramedia.com/american-flag-friday-prayer-benghazi
* http://uprootedpalestinians.blogspot.com/2011/10/biden-prescription-for-winning-wars.html

26 Ekim 2011 Çarşamba

Bir diktatörün 42 yıllık zulüm tablosu ...


Kaddafi'yi seversiniz ya da sevmezsiniz... Diktatör olarak görürsünüz ya da görmezsiniz... Ya da onun hakkında atıp tutanların gazına gelirsiniz veyahut gelmezsiniz... Bunlar sizin tercihinizdir ya da değildir...

Ya sizlerden bir şeyler saklanıyorsa, bunu hiç düşündünüz mü?... Ya da siz çok biliyorum havalarında hiçbir şey bilmiyorsanız... Veya sizi ve ülkenizi yöneten güçlerin görsel ve yazılı basın araçlarının etkisi altındaysanız?..

Neyse lafımı dolandırmak istemiyor, hemen konuya giriyorum...

Sıkı durun... Sizlere bir diktatörün 42 yıllık zulüm tablosunu teker teker aktarıyorum... Eksiklerim varsa şimdiden sizlerden özür dilerim...

- Libya'da evlerde kullanılan elektrik bedavaydı.

- Su ve doğalgaz zorunlu ihtiyaç kapsamında olduğu için bedavaydı.

- Libya'da eğitim ve sağlık hizmetleri bedavaydı.

- Libya devleti, tüm hastalara ilacı hiçbir ücret talep etmeden veriyordu.

- Benzinin litresi 0.08 Avro, yani bir Libyalı'nın bir litre benzine ödediği para Türk Lirası'yla yaklaşık 20 kuruştu... Sadece bizim paramızla 20 KURUŞ... (Gözlerinizi iyi açın...)

- Libya ulusal bankaları faiz almıyordu.

- Libya vatandaşları hiçbir şekilde vergi ödemiyordu.

- Libya hem Afrika'da hem de tüm dünyada en borçsuz ülkeydi.

- Libya'da arabalar fabrika çıkış fiyatına satılıyor, nakliye bedellerini ise devlet karşılıyordu.

- Yurtdışında burslu okuyan öğrencilere Libya devleti iadesiz olarak aylık 1650 Avro burs veriyordu.

- Libya'da tüm üniversite mezunları bir iş bulana kadar maaşa bağlanıyordu.

- Libya'da evlenmek isteyen tüm çiftlere devlet 150 metrekarelik daire veriyordu.

- Libya'da istisnasız olarak her aile aylık 300 Avro, yaklaşık 760 Türk Lirası AİLE YARDIMI alıyordu.

- Petrol gelirlerinin yüzde 90'ı Libya halkına gidiyordu.

Yukarıdaki cümleler artık "GEÇMİŞE MAZİ DERLER"e dönüştü...

Libya halkı ve dünya halkları bir diktatörden kurtuldu.

Şimdi soruyorum: BÜTÜN BUNLARI YAPAN KADDAFİ DİKTATÖRSE, ÜLKEMİZ DAHİL, DİĞER ÜLKE LİDERLERİNE NE DEMEMİZ GEREK?



Bir de o şerefsiz eli sopalı muhalif var ya, hani (şu Global Post'un paylaştığı fotoğraftan bahsediyorum) o ölmek üzere olan bir adama sopayla cinsel tacizde bulunan şahsiyetsiz Libyalı muhalif ona da soruyorum.. "Asıl bundan sonra o elindeki EMPERYALİST sopa senin ve LİBYA HALKI'nın neresine girecek? Ben asıl onu merak ediyorum, hep birlikte izleyip göreceğiz Seydi, İNŞALLAH! Ve de MAŞALLAH!..."

Ertan Yurderi

Kaynak: www.ulusalkanal.com.tr

25 Ekim 2011 Salı

Ne kadar çadır talebi bekliyordunuz ki Sayın Bakan? Sadece 100-200 tane mi?


Başbakan Yardımcısı Sayın Beşir Atalay, depremin ardından Van'da çadır konusunda bu kadar yüksek bir talep beklemediklerini belirterek, “Evi yıkılan ve çadır ihtiyacı olan vatandaşımızın ihtiyacı karşılanmıştır. Ekstra çadır isteyenler için çalışmalar sürüyor” demiş...

İyi demiş... Fakat şu anda Van, Erciş ve köylere 15 bin civarında çadır ulaştırılmış. Bir sonraki güne kadar da ulaştırılan çadır sayısı 25 bine ulaşacakmış...

Ancak o bölgedeki çoğu vatandaşlarımız, evleri sağlam bile olsa evlerine girmekten çekindiklerinden dolayı daha fazla çadır talebinde bulunuyorlarmış... "100 bin hane çadır talebinde bulunulduğunda onu nasıl karşılayacağız?" diye TBMM'deki kürsüden soruyor Sayın Atalay...

Bunu kime soruyor? Bunu bize yani halka mı soruyor, yoksa milletvekillerine mi?

Farz edelim ki, (Allah göstermesin!!!) yarın İstanbul'da bu şiddette bir deprem oldu... Onbinlerce ev değil, yüzbinlerce ev yıkıldı... Peki yıkılan bu evlerdeki hane sahipleri çadır yok diye bu kış kıyamette ortada mı kalacak?..

O zaman da aynı şeyi mi söyleyecekti veya soracaktı Sayın Bakan?

Bu ülkenin elinde 100 bin çadırı mı yok allasen?

Halktan bağış ve yardımlarla toplanan paralar hangi hizmetlere harcanıyor ki böylesi bir afet sonucu millete verilecek çadır bulunamıyor?

Bunu sorgulamak hepimizin hakkı elbet...

Tüm komşu ülkelere yine kendimizi güldürdük... Japonya misali, tek başımıza bir afete dahi sahip çıkamadık... 3 gündür efelendik, yardım almamak için kıvrandık durduk... "Biz hallederiz" dedik... "Biz bize yeteriz" dedik... Ama olmadı işte... Sonuçta hükümet, 30'dan fazla ülkeden çadır ve prefabrik konut talebinde bulundu. Söz konusu ülkeler arasında efelendiğimiz İsrail bile var.

Demek ki neymiş efendim... Ülkesinin dört bir yanı fay hattında bulunan bir ülkeye 100 bin değil, belki 500 bin, belki 1 milyon, belki onlarca milyon çadır gerekliymiş...

Hükümet yetkililerine ve cumhurun başına trilyonlarca lira harcanarak araç, uçak ve jammer alınacağına böylesi bir afete hazırlıklı olmak gerekliymiş...

Tanrı gerçekten bu ülkeyi koruyor galiba ... Aynı anda birkaç bölgede deprem ve depreme bağlı doğal afetler de yaşansa idi, halimiz haraptı demek... Ülkemizin elinde 100 bine yakın çadır yokmuş çünki...

- Huuu, komşu, komşu...
- Kızılay size geldi mi?
- Geldi.
- Ne getirdi?
- Çadır ve yemek getirdi.
- Kime kime?
- Sadece sana, bana...
- Başka kime?
- Başka kimseye yok?
- Diğer çadırlar nerede peki?
- Suya düştü.
- Su nerede?
- İnek içti.
- İnek nerede?..


Ahh, arada bul o ineği!.. Bulabilirseniz tabii ki!..


Ertan Yurderi

Muhabbet kuşu ve etbeyinliler


Yukarıdaki muhabbet kuşu kadar akılları yoktur bazı ETBEYİN'lilerin ... Gaf üzerine gaf yaparlar da kendilerini yine aklayacak yolu bir şekilde bulurlar...

Yukarıdaki fotoğrafta adı sahibince bilinen, ancak bizlerce bilinmeyen muhabbet kuşu, sahibesi Nazan'ı ve iki çocuğunu deprem bölgesinde yıkıntıların arasından yerini belirler ve "İşte onlar burada, burayı kazın" telaşlanmasıyla ve cıvıldamasıyla kurtarma ekibinin dikkatini çekerek kurtulmalarına sebep olur da kimseciklerin haberi olmaz...

SEVGİ'dir bunun adı ... Belki de sevginin de ötesidir yaşanan... Bir muhabbet kuşu bizlere, biz insanoğluna ders verircesine yardım elini uzatmıştır, onu çok seven, ona her gün bakan, onunla zamanını geçiren ve sevgisini veren ailesine minnet duygularıyla...

Ama dedim ya, bir kuş kadar akıldan, vicdandan ve SEVGİ'den yoksun etbeyinliler de çıkar, faşizanca söylemlerle yürekleri bir kez daha yakar ve yıkarlar kin duygularıyla...

Ne olmuştur bu insanoğlu denilen yaratılmışa... Gönüllerimiz neden böylesi SEVGİ'den uzaklaşmıştır? Neden NEFRET, ÖFKE, İNTİKAM ve KAN bürümüştür her birimizin yüzüne... Hangi unsurlar ve şartlar BİZ'leri BİZ olmaktan çıkartmış ve birbirimize düşman edindirmiştir... İş işten daha fazla geçmeden tüm bunları acilen sorgulamamız lâzımdır...

Kuş ve kuşbeyinli deyip böylesi SEVGİ'yle dolu hayvanlara umarsızca bakıp geçenlere yüreklerinde ve vicdanlarında SEVGİ'yi kaybetmişlere gelsin son sözlerim...

Etbeyinleriniz bir kuşbeyini kadar etmiyor ne yazık ki... Yenilmişsiniz insani duygularınıza... Yazık, çok yazık ...

Ertan Yurderi

17 Ekim 2011 Pazartesi

Zıkkımın kökünü içsinler!..


Sigaraya zam gelmiş bana ne gam!..
Sigara içmem, alkol de almam...
Ama öyle kırk yılın başı, bir bira veya bir duble rakı içesim vardır...
Böyle ehl-i keyf zamanımda bile sigara tüttürmem...

Yıllarca sigara içilen bir ortamda çalıştım...
Hiç içmedim desem de, pasif içici sayılırım...
Allah'tan bu içicilik bende bağımlılık yapmadı, kendimi bu konuda şanslı hissediyorum ...

Neyse efendim, sigaraya zam gelmiş ...
Şu kadar olmuş, bu kadar olmuş ...
Olsun kardeşim, bana ne?..
O ZIKKIM'ı içenler düşünsün ZAM'mı, MAM'mı ...

ZIKKIM yerine ZIKKIMIN KÖKÜ'nü de içebilirler, içebilecek cesaretleri varsa...
Hesaplarını iyi yapsınlar işte ...

Bu arada sağlıklı olmak fena bir şey midir?
Değildir elbet ...
Sigara ve alkole harcanan paralarla bedene ve ruha daha yararlı şeyler de yapılabilinir...

Örneğin, deniz kenarına gidilip bir çay bahçesinde oturulur... O manzaraya karşı şöyle güzel tavşan kanı bir çay içilir...
Ne bileyim, bir kitap alınıp, okunur...
Güzel bir müzik CD'si alınır, dinlenilir...
Ya da güzel bir film DVD'si alınıp seyredilebilinir... Vs... Vs.. Vs..
Veyahut o paralar aylık olarak biriktirilir, yaz tatillerinde tatile bile çıkılır...

"Yaz tatiline çıkılır" deyince niye güldünüz ki...
Hiç gülmeyin yahu...
Elbette içilmemiş sigaranın parasını biriktirince, tatil imkanı yaratırsın kendine...

Nasıl mı?
Şöyle anlatayım isterseniz...

Bir paket sigara 10 TL oldu değil mi?...
Günde bir paket içen kişi ayda sigaraya ne kadar papel ödeyecek... 300 TL...
Çarp bunu 11 ayla ... Ne etti?
3.300 TL etti değil mi?...
Bu para da adamı hastaneye değil, ölüme hiç değil, tatile götürür arkadaş, tatile...

Sigarayı bırakabilenler mutluluğu ve sağlığı yeniden yakalarken, bırakamayanlara da geçmiş olsun diyelim artık...
İster zıkkımın kökünü içsinler, ister zakkumun kökünü... Banaaa neee?

Öyle ZAM geldi, MAM geldi diye de AH'layıp VAH'lamayın...
Onu sandıkta "olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi" diyen padişahınıza oy atarken düşünecektiniz, şimdi de BİZEEE NEEEE !!!...

Ertan Yurderi

6 Ekim 2011 Perşembe

Ölüm postayla gelmişti ...

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bahriye Üçok, 6 Ekim 1990’da Ankara’daki evine gönderilen bir kitabın içine yerleştirilen bombanın patlaması sonucu yaşamını yitirmişti.

İslam dininin yanlış yorumlandığını söyleyerek karşı çıkan Üçok, oruç tutmanın zorunlu olmadığını, İslam’da başörtüsü kavramının bulunmadığını konuşmalarında vurguluyordu.

Olaydan bir gün sonra polisin yaptığı araştırma sonucu, bombalı kitabın İstanbul"da Ekspres Kargo Perşembe Pazarı Şubesi’nden postalandığı ortaya çıktı.
Şirketin teslim alma bölümünde görevli olan ve paketi teslim edenleri gören görevli Gülay Calap, ifadesinde zanlıların eşkallerini tarif etti ve kayıplara karıştı.

Calap, daha sonra İzmir’de Türkiye Devrimci Halk Partisi"nin bölge sorumlusu olarak yakalandı. Ancak Bahriye Üçok cinayetiyle ilgili umut olarak görülen Calap, yakalandıktan sonra verdiği ifadede bombalı paketi getirenleri tanımadığını söyledi.

Soruşturmanın ilk adımlarında, NATO kökenli olarak açıklanan patlayıcının cinsi sonradan yapılan açıklamalarda Ortadoğu kökenli örgütlerin kullandığı Çekoslovak malı C4 olarak değiştirildi. Diğer faili meçhul cinayetlerle birlikte aydınlatılamayan Bahriye Üçok cinayeti dosyası, 1999 Eylül ayında tekrar açıldı.

Dönemin Ankara Emniyet Müdür Vekili Kemal İskender’in koordinatörlüğünde faili meçhul kalan olayların aydınlatılmasıyla ilgili ‘Faili Meçhul Olayları Analiz Birimi’ adı verilen özel bir birim kuruldu.

Mayıs 2000’de Mumcu cinayetiyle ilgili başlatılan Umut operasyonu kapsamında ortaya çıkan ipuçları, Bahriye Üçok cinayetinin çözümüyle ilgili umut ışığı oldu.

Kışlalı cinayetinin çözümünde de ipucu olan zanlıların ifadeleri üzerinde yoğunlaşan polis, Üçok cinayetini çözmek için araştırma yapmaya başladı.



İlk İpucu

Umut operasyonu sürerken Hizbullah örgütü üyelerini sorgulayan polis, Muammer Aksoy ve Üçok cinayetiyle ilgili önemli ipuçlarına ulaştı.

Örgüt üyelerinin sorguları sonucunda İslami Hareket ve Mumcu eylem grubunun dışında ‘Kayserililer Grubu’ adıyla yeni bir eylem grubunun varlığı ortaya çıktı.

Mumcu suikastıyla ilgili tutuklanan Mehmet Şahin, ifadesinde bombalı paketin patlamasıyla yaşamını yitiren Üçok’a gönderilen bombalı kitabı Ankara’da gördüğünü söyledi.

16 Mayıs 2000’de Ankara Emniyet Müdürlüğü ekiplerinin, gözaltında tutulan Hasan Kılıç, Necdet Yüksel, Ferhan Özmen adlı kişileri sorgulaması sonucu Bahriye Üçok’a yapılan saldırı da aydınlatıldı.

Parmak İzi örtüştü

19 Mayıs"ta Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde gözaltında bulunan ‘Tekin’ kod adlı Ferhan Özmen"in parmak izi Üçok"un öldürülmesi olayında kullanılan pakette tespit edilen parmak iziyle örtüştü. Bu bulgu üzerine tekrar sorguya alınan Özmen, cinayeti ayrıntılarıyla anlatırken, cinayetle bağlantısı olan ve bu olayda kendisini yönlendirenle yardımcı olanların isimlerini verdi.

Emniyet yetkilileri, Üçok cinayetiyle ilgili tüm ayrıntıların ortaya çıkarıldığını, ancak olayla ilgili bazı kişilerin firarda olduğunu, bu kişilerin yakalanması için çalışıldığını kaydetti.

Sosyal demokrattı

1971 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından kontenjan senatörü seçilen Üçok"un aktif siyasi yaşamı da bu şekilde başlamış oldu. Beş yıl süresince Cumhuriyet Senatosu divan üyeliği yaptıktan sonra 1977"de CHP"ye katılan Bahriye Üçok, 1983 yılında Halkçı Parti"nin kurucu üyesi oldu.

1984"te yapılan genel seçimlerde bu partiden Ordu milletvekili seçilerek TBMM"ye girdi. 1986 yılında SHP"ye geçen siyasetçi, Kasım 1988"de katıldığı bir TV programında "İslam"da örtünmenin ve oruç tutmanın zorunlu olmadığını" açıklaması üzerine "İslami Hareket" adlı örgütten tehditler almaya başladı.

1990"da parti meclisi üyesi olarak seçildikten kısa bir süre sonra Üçok, 6 Ekim 1990 günü Ankara"daki evine gönderilen kitap paketini açmaya çalışırken içine yerleştirilen bombanın patlaması sonucu hayatını yitirdi. Siyasetçi o dönemde partisi SHP için bir laiklik raporu hazırlıyordu.

Alıntı: BİRGÜN - 7 Ekim 2008

19 Haziran 2011 Pazar

Babam Ahmet Hicabi Yurderi anısına ...

 
Ahmet Hicabi Yurderi
(1921-1985)



Bir dost babam vardı dünyamda
Dünyamı dolduran
Ölümden söz açılınca
"Daha çok var" diye beni avutan ...
Bir dost babam vardı dünyamda,
Dünyamı dolduran,
Bana yol gösterip
Doğruyu bulduran ...
Bir dost babam vardı dünyamda
Dostluğu kuran
Birikimiyle bana nasihat edip
Dünyamı bilgiyle dolduran ...
Bir dost babam vardı dünyamda ...

Işıklar içinde yat babacığım, mekânın cennet olsun... 

Babalar günün kutlu olsun...

Oğlun Ertan ... 

27 Mayıs 2011 Cuma

Uçkuristan Cumhuriyeti'nde iki site daha kapatıldı


Uçkuristan Cumhuriyeti'nde birileri uçkurlarına sahip olamıyor, bu yüzden fatura tüm internet kullanıcılarına kesiliyor.

Rapidshare ve fileserve adlı paylaşım sitelerine de yasak geldi... Kaset skandalı yüzünden toplam yasaklı site sayısı 5'e çıktı...

Yahu kardeşim, bana ne senin adamlarının metreslerinden, imam nikâhlı eşlerinden... Senin poponun ve pipinin meraklısı da değiliz, yattığın kadının sarkık memesini görmekten de ...

Hem bu siteleri Türkiye'den yasaklamak kadar aptalca bir şey olabilir mi? Bu siteler zaten yurt dışında açık... İsteyen yeniden yükleme yapabilir bu sitelere ...

Ayrıca bu sitelere Türkiye'den basit bir DNS değişikliği ile zaten girilebiliniyor.

Kaset yüklemek isteyen birisi yurt dışından örneğin Amerika'dan, Almanya'dan ve tüm ülkelerden yeniden yükleme yapabilir...

Ayrıca DNS ayarlarını değiştiren bir kişi de yine Türkiye'den yükleme yapabilir...

Bu kadar teknolojiden yoksun, bilgisiz avukatlar ve mahkemeler de olunca... Kes faturayı abalıya misali, fatura hemen internet kullanıcılarına kesiliyor...

Nerdeyse kuş uçtu kapatın siteyi, ayak parmağı göründü kapatın siteyi, burnunu karıştırdı kapatın siteyi hale geldiler ...

Millet bu paylaşım sitelerinin çoğunu depolama için kullanıyor, buralara para ödüyor... Şimdi ne olacak bu sitelere para ödeyenlerin hali...

Böyle bir SANSÜR'leme ve KAPATMA mantığı hiçbir ülkede yok, olamaz da...

Bu teknoloji özürlüleri, yasaklamalarla internetle başa çıkamayacakları hiç anlayamayacaklar sanırım...

İnternette hiçbir şeyi yasaklamak çözüm değil... Millet teknolojiyi kullanarak ne yapar, ne eder yeniden girer gireceği sitelere ...

Bu gidişle bu zihniyet, önce interneti, sonra da bilgisayar kullanımını toptan yasaklatırlar ...

Yuh diyorum artık... Yuhhhhhhhhh ...

Yahu bırakın milletin internetiyle uğraşmayı, doğru düzgün adam olun ADAM... Seçim meydanlarında görüyoruz halinizi, elinize, dilinize sahip olamıyorsunuz, bari biraz BELİ'nize sahip olun da sizi ADAM sansınlar...

Bizim koyun misali her yapılan absürdlüğe sessiz kalan halka da sesleniyorum... "Yeter ulan" deyin artık ... "Bıktık !!!" deyin "Sizin pis siyasetinizden de, sizden de bıktık" deyin ... Önünüzde fırsat var... 12 Haziran'a şunun şurasında ne kaldı ... Ona göre gidin oyunuzu kullanın... Bu yasakları artık sona erdirin...

Yoksa yaşanamayacak hale gelecek bu canım ülke, yazık olacak saf ve yalnız halkıma...

Ertan Yurderi

26 Mayıs 2011 Perşembe

"Ne Şeriat, Ne Darbe, Kafası Güzel Türkiye"


"Ya ya ya, şa şa şa, Danıştay Danıştay çok yaşa !.."

"Ne Şeriat, Ne Darbe, Kafası Güzel Türkiye" ...
 
Yıllardır "Alkolik Tavır" ile tavırlanan gençler, Danıştay'ın bu kararı sonucu mücadelelerini kazandılar galiba ... Söylemleri neydi, bir kez daha kulak verelim seslerine ...


Geçtiğimiz dönemlerde yaşadığımız topraklarda yaratılan halüsyonik kutuplaşmada genç arkadaşlarımızın bir çoğunun soluğu "Cumhuriyet mitingleri"nde aldığı, bir kısmının da merkezde bulunan AKP'nin sözümona demokratik açılımının peşinde gittiğini gördük. 

Ülke o kadar gerildi ki "Ya ondansın ya da bundan" ikilemi ile bize ne kadar "Özgür ve demokratik" bir ortamda yaşadığımız hatırlatılmak istendi.

Farklı inançlara ve kimliklere tahammülsüzlük had safhadaydı.
  
Sonuç olarak halüsyonik şeriat paranoyası ve post-darbe destekçiliğinin karşısına bu atmosferi "ti"ye alan bir slogan ile YOL'a çıktık. "Kafası güzel Türkiye" diye.

Onun için "Tek yol alkol!.." diyoruz...

Evet gençler, burası gerçek Türkiye !.. ... Hem de kafası güzel insanların yaşadığı gerçek Türkiye ... Ne'yi neden yaptığını bilmeyen, kafalarındaki zihniyete göre yönetilen bir Türkiye ...

"Özgürlükler !!! " ve "İ-LE-Rİ demokrasi !!! " adına yapılan her türlü harekete tavırlanan Türkiye'nin gerçek aklıselimleri alkol yasağını ŞİMDİLİK durdurdu durdurmasına da; 12 Haziran sonrası Meclis'ten yeni yönetmelikler çıkar mı çıkmaz mı orası ise GERÇEKTEN muamma... 

Bu muammanın gölgesinde, sloganlarınıza bir fazla ses daha katkımız olsun... Bağırtılarınıza, bağırtılarımızla eşlik edelim: "Ne Şeriat, Ne Darbe, Kafası Güzel Türkiye" ... "Haydi kadehler havaya, şerefe !.." 

Ertan Yurderi

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Muhabbet kuşları "Muhteşem Yüzyıl"a nasıl kondu?



Bugünkü konumuz siyasetten, ondan, bundan, şundan uzak olsun... Biz TV'lerimizde neler oluyor bitiyor, millet nasıl uyutuluyor ona bakalım biraz...

İzlediğimiz bazı TV dizilerindeki hatalar yüzünden insan gülmemek için kendini zor tutarken, bazen de saçını başını yoluyor...

"Bu kadar da cahillik olur mu? Olmaz elbet..." diyorsunuz kendi kendinize...
Ama bizim TV senaristlerine göre herşey olur ...

Kimsenin aklına araştırma yapmak gelmez ki zaten...
Nasılsa bu millet önüne hangi dizi konulursa konulsun, izliyor mu izliyor...
Reklam alıyor mu dizi, alıyor... Gerisini boşver... Hatalar da tuzu biberi olsun anlayışı hakim...

Geçen gün Show TV'de yayınlanan "Muhteşem Yüzyıl" dizisinde öyle bir sahneye imza attılar ki, bu kadarına da "çüşşş" dedim...

Kuş besleyenler, hele ki muhabbet kuşu besleyenler bilirler ki, bu kuşların anavatanı Avustralya'dır ...

Avustralya kıtası da ilk kez 1606 yılında Williem Jansz tarafından keşfedilmiş, 1770 yılında Kaptan James Cook’un, İngiltere Krallığı adına kıtanın batı kıyısına çıkması ve bölgeye “New South Wales” adını vermesiyle gündeme gelmiştir.

Demek ki biz Türkler, Avustralya'yı 100 yıl öncesi keşfetmişiz ve muhabbet kuşlarını saraya kadar getirmişiz Hürrem Sultan'a hediye etmişiz de bu keşiften ve kuşlardan dünyanın hiç haberi olmamış ...

Pes doğrusu...

Yahu Kanuni 1495-1566 yılları arasında yaşadığına göre, bu kuşların "Muhteşem Yüzyıl" dizisinde işi ne? O zamanlar nasıl getirmişler bu kuşları keşfedilmemiş Avustralya kıtasından...

Acaba gökten zembille inmiş olmasın?

Dizinin yapımcıları ve danışmanları bu tip ufak ayrıntılara dikkat ederse, dizi daha gerçekçi olur ... Böyle absürdlüklere de imza atılmamış olur...

Bakalım bu dizide daha ne komiklikler seyredeceğiz?

Neyse muhabbet kuşları ve Hürrem Sultan ile Kanuni birbirleriyle muhabbet ededursunlar... Ben bu akşam Fox TV'de oynayacak "Lale Devri"ni bekleyeyim en iyisi...

Dizideki Yeşim karakterinin bebeği birkaç bölümdür ultrasonda kocaman gözüküyor ancak karnının hiç büyümediğini görüyorum... Acaba nasıl gizliyor o koca bebeği karnında, onu çözmeye çalışayım jinekolog olan arkadaşımla ... İşin sırrını çözebilirsek, hamile kalmış kadın milletine bir faydamız dokunur değil mi?..

Ertan Yurderi

13 Mayıs 2011 Cuma

"Kolll" gibi Projeler Ülkesi ...


Gün geçmiyor ki, çılgın projelerle ilgili açıklamalar ardı sıra gelmesin...
Birileri de açıklanan bu projeleri yerlere göklere sığdıramasın...

"Uyan hemşerim... Adamlar sana kollll gibi" projeyle "sığdırmaya" geliyor diyeceğim, ama senin umurunda değil ki ... Tek derdin, makarna, bulgur ve yağ ...

Neyse sen bilirsin, benden söylemesi...

Bu ülkenin başında ben olsam var ya; sadece Su, Elektrik, Doğalgaz, köprü ve BENZİN ile bu memleketin kişi başına düşen GSMH'sını 10.000 $ (!!) değil, 20.000 $ (Reel) çıkartırdım diye düşünüyorum.

Devlet, Kurumlar Vergisi'nden bile benzinin yüzdeleriyle para toplayamıyorken ne gerek var zaten Kurumlar Vergisi'ne değil mi?...

Benzinin yanında bunların lafı mı olur, esamesini mi okunur.

Memur ve işçi kısmısı zaten hiçbir şeyi vergiden düşemediğinden dolayı maaşından kesintilerle babalar gibi ödüyor vergisini... Bırak kurumları, ne işin var kurumlarla senin... Sen devam et memurla, işçiyle, emekliyle... Nasılsa zavallılar bir yandan GSMH'leri yükselecek diye bekliyorlar, bir yandan da paket paket bulgur, makarna, un yolu gözlüyorlar...

Eskiden atalarımız: "Vergi kutsaldır"... "Verginizi mutlaka ödeyin" derlermiş...

Ayrıca cümlenin sonuna şu sözü de ilave ederlermiş:

"Vergilerinizi ödeyin, ödeyin kiiiii... Onlar bir gün size mutlaka Yol, Su, Elektrik ve Köprü olarak geri dönecektiiiirrrrr..."

Şimdiler de ise bırakın ödediğiniz kutsal vergiyi ve kutsal benzin katkısını, onlarla yapılanlar bile (Yol, Su, Elektrik ve köprü) bize tekrardan "Kol... böreği, Voyvoda Kazığı" olarak geri dönüyor vesselam.

Bari "hazır soyunmuşkene" şu cari açığı da kapatsak diyorum hani.

Ha gayret aslanlarım!.. Her gün, bol bol benzin alın, günde en az 3-4 kere köprü ve paralı yollardan geçin ne duruyorsunuz, haydi yollara ...

Alem FM'de Nihat Sırdar ve Sivrisinek "benzin fiyatlarını protesto için" bir ara flaşör yakma kampanyası yapıyorlardı ya yollarda, belli saatlerde... Siz onlara da bakmayın ne protestosu, neyin protestosu, bol bol benzin tüketin kardeşim... Bol bol benzin tüketin ...

Siz de katılın benim kampanyama... "Borç yiğidin kamçısıdır", "Türk'üz biz... Açıklarımızı her zaman kapatırız."

Cari açığımızı da kapatırız... Hatta biraz daha sıkarsak kemerlerimizi: Döt-dişimizi de...

"Hadi bir KOLLLL daha verin bana ya... Alıştık nasılsa..." dediğinizi duyar gibiyim aslanlarım!.. Sesiniz çok az çıkıyor ama, neyse varsın az çıksın... "Kolll gibi vergiler" nasılsa müstehak sana ...

Ertan Yurderi

12 Mayıs 2011 Perşembe

Bilim, Gelecek ve Beklenti: Her Şeyi Değiştirecek 12 Olgu




Bilim, evren ve insanların evrendeki konumları ile ilgili anlayışımızı değiştirdiği gibi, denetimimiz dışındaki değişimleri kavramamıza ve bu değişimlere ayak uydurmamıza da yardımcı olan bir daldır…
Görelilik, doğal seçilim, tohum kuramı, günmerkezlilik (helyosantrizm) ve doğal olgularla ilgili daha nice açıklamalar, insanların zekaya ilişkin ve kültürel anayışlarını yeniden biçimlendirmiştir. Aynı durum internet, biçimsel mantık, mimarlık ve tekerlek gibi farklı buluşlar için de geçerlidir…
Şöyle önümüzdeki yaşanacak olan 40 veya 50 yılı bir düşünelim… 2050 yılında yaşanması muhtemel olgulara ve bunların meydana gelme olasılıklarına bir göz atalım…
Bunlardan birkaçına neredeyse kesin, çoğuna olası, bir kısmına olası değil ve oldukça uzak bir olasılık gözüyle bakabiliriz…
Şimdi bunları gözden geçirelim isterseniz…
1- İnsanın klonlanması (olası)
1996 yılıda Dolly adlı koyunun dünyaya gelmesinden bu yana, insanın üreme amaçlı klonlanması da kaçınılmazmış gibi görünüyor. Ne var ki, öteki memelilerde elde edilen başarıya karşın, insanlarda bu sürecin çok daha zorlu olduğu su götürmez bir gerçek. Bir yumurta hücresinin çekirdeği yerine bir başka hücrenin çekirdeğini yerleştirmek suretiyle klonlar oluşturan bilim insanları bugüne dek çok sayıda insan dölütü klonlamış olmalarına karşın, bunların hiçbiri ilk aşamadan sonrasına geçmeyi başaramadı.
İnsan klonlama yaşama geçirilirse, bu uygulamanın “dünyanın kısıtlı bir bölgesinde” büyük olasılıkla varlıklı ve sıra dıı bir kişi üzerinde deneneceği düşünülüyor. Hiç kuşkusuz, yaşam yaratmanın yeni yollarını geliştirmek insanları böylesine engin bir bilimsel güçten yararlanılmasının beraberinde getireceği sorumlulukları da enine boyuna düşünmeye zorlayacak.
2- Ek boyutlar (% 50-50)
Kolunuzu uzayın dördüncü bir boyutuna uzatmak müthiş bir duygu olmaz mıydı? O zaman kendinizi sıradan geometrinin boyunduruğundan kurtarmış olurdunuz. Arapsaçına dönmüş elektrik kabloları kolayca çözülüverir, diş hekimleri dişinizi oymaya, hatta ağzınızı açmaya bile gerek duymadan kanal tedavisi yapabilirlerdi.
Yerçekiminin göreli güçsüzlüğünden görünürde birbirlerinden farklı parçacık ve güçler arasındaki yakın benzerliklere, çevremizdeki dünyanın çeşitli gizemleri bilinen evrenin daha yüksek boyutta bir gerçekliğin yalnızca gölgesiymiş izlenimini veriyor. Eğer gerçekten de öyle ise, Cenevre yakınındaki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’nın (LHC) parçacıkları dağıtarak onların üç boyutlu kalmalarına neden olan engelleri ortadan kaldırmaya yetecek enerjiyi salması ve o akıllara durgunluk veren alana girmemize olanak tanıması da işten değil.
Modern fizik kuramlarında ek boyutlarla ilgili temel gerekçe, tüm farklı parçacıkları tek bir grupta birletirmeyi hedefleyen, süper bakışımlılık kavramıdır. Süper bakışımlılık ancak uzay toplam 10 boyuta sahip olursa bu amaca ulaşabilir.
Ek boyutların keşfi yalnızca fiziği değil, ona bağlı disiplinleri de dönüştürebilir. Ek boyutlar kozmik ivme gibi gizemleri aydınlığa kavuşturabileceği gibi, boyutluluk kavramının yeniden ele alınması yönünde de bir ilk adım oluşturup, uzay ile zamanın uzamsız ve zamansız bir alanda tükendiği fiziksel ilkelerden ortaya çıktığı duygusunu daha da pekiştirebilir.
3- Dünyadışı zekâ (olası değil)
1960 yılında, 29 yaşında genç bir gökbilimci olan Frank Drake 26 metre genişliğinde bir radyo teleskobunu yakındaki iki yıldıza yönelterek oradaki olası uygurlıklardan gelebilecek yayınların izini sürmeye çalıştı. Bu çabası boşa gitmekle birlikte, Drake’in Ozma Projesi dünya  dışı zeka arayışı (SETI) girişimini başlatmış oldu.
Mayıs 2010’da 80 yaşına merdiven dayayan Drake, halen Carl Sagan Evrende Yaşam Araştırma Merkezi’ni yönetiyor. Bir zamanlar gökbilimsel aygıtlarla südürülen çalışmalar artık bu amaçla geliştirilmiş Allen Teleskop Dizgesi (ATA) gibi araçlarla yürütülüyor. Bugüne dek gerçekleştirilen en kapsamlı kampanyalardan biri olan ve dünyanın en büyük teleskoplarıyla yakın yıldızları araştıran Phoenix Projesi kapamında 9 yılda yaklaşık 800 yıldız incelendi. Samanyolu’nun yüzde birinin milyonda birinden azına eşit sayıdaki bu yıldızlardan bile sinir bozucu sayıda olası sinyal parametleri elde edildi. Bu parametreler, dünya üzerindeki radyo gibi frekans, zaman, modülasyon türü vb. bilgileri içeriyorlar.
Ne var ki, yeryüzü-benzeri dünyalarda bile teknolojik, radyo yayını yapan yaşam pek yaygın olmayabilir. Araştırmacılar mikrop ya da küf gibi daha basit yaşam biçimlerinin bulunması konusunda çok daha umutlular.
4- Nükleer Değiş Tokuş (olası değil)
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve ABD, Rusya ve başka ülkelerin silahların denetlenmesi yönündeki girişimleri sonucunda küresel çapta nükleer yok oluş tehlikesi büyük ölçüde giderilmiş oldu. Ancak bozguncu uluslar ve bitmek bilmeyen gerilimler yerel nükleer silah değiş tokuşunu yaşamın bir gerçeği durumuna getiriyor.
Gelgelelim, örneğin Pakistan ve Hindistan arasında bir değiş tokuş olması durumunda söz konusu olabilecek, küreel çapta bir etki ancak düzinelerce bombanın patlamasıyla meydana gelebilir. Bilim insanları bu etkileri örneklemeye çalışırlarken söz konusu ulusların tüm silah depolarını boşalttıkları, böylece Hiroşima boyutunda 100 kadar bombanın patlatıldığı varsayımından yola çıkıyor. Böyle bir savaşta ölen 20 milyon insanın yanı sıra, çatışmanın dışında kalan çok sayıda insanın da üst hava küreye yayılan yaklaşık 5 milyon ton is ve duman nedeniyle zamanla yaşamlarını yitirecekleri öngörülüyor.
İklimsel etkilerle katı parçacıkların yaklaşık bir hafta içinde çevreye yayılacağı, iki ay içinde gezegeni kaplayacağı, kararan gökyüzü nedeniyle bitkilerin güneşten yoksun kalacakları ve bunun da besin zincirinde 10 yıllık bir etki yaratacağı, sonuçta yaklaşık bir milyar insanın açlıktan öleceği düşünülüyor.
Ancak dünyayı tümden değiştirecek böylesine iç karartıcı bir olgunun asla yaşanmaması insanların elinde ve de sorumluluğunda.
5- Asteroit çarpması (olası değil)
Yakın bir zamanda tarihi yeniden yazdırmaya aday bir asteroit yok gibi görünüyor. Ancak önümüzdeki 200 yıl içinde havakürede küçük bir uzay taşının bir kenti yerle bir edebileceği bir güçte patlaması olası.
Kısaca DYS olarak bilinen Dünyaya Yakın Cisimler, yörüngeleri günberi noktasında olup, gezegenimizin 195 milyon kilometre yakınına dek gelen asteroit ya da kuyruklu yıldızlardır. NASA çapı 1 kilometre ya da 1 kilometrenin üzerinde olan 940 DYC saptadı (bu boyuttaki toplam DYC’lerin %85 kadarı) ve bunların hiçbirisinin dünyaya çarpması beklenmiyor.
Ancak, Ulusal Araştırma Konseyi’nin bu yılın başlarında yayınladığı rapora göre, asıl büyük tehlikeyi daha küçük göktaşları oluşturuyor. Sayıları 100.000 kadar olan bu asteroit ya da kuyruklu yıldızların, dünyanın sonunu getiremeyecek denli küçük olsalar bile, 300 megaton TNT’nin yaratabileceğine denk bir etki yaratabileceklerine dikkat çekiliyor.
6- Ölümcül Salgın (% 50-50)
Yeni bir grip ya da herhangi bir hastalık virüsü, genç ve sağlıklı olanlar da dahil, milyonlarca kişinin ölümüne yol açabilir. Böylesi bir salgın durumunda büyük olasılıkla çok sayıda ülke sınır kapılarını kapatır. Bu da bireyler arasında ayrımcılığı, hükümetler arasında karşılıklı suçlamalara neden olur. Sonuçta uluslararası ticarette bir düşüş meydana gelir ve ülke ekonomileri ciddi ölçülede zarara uğrar.
Salgın hastalık tehlikesi ortaya çıkar çıkmaz, politikacılar ve başka meslek yöneticileri yalan yanlış ya da eksik bilgilerden yola çıkarak bir takım katı kararlar almak zorunda kalır. Hükümetler salgın hastalığın üstesinden gelmeye çabalarken temel insan hakları ciddi biçimde çiğnenebilir. Salgın kaynağı insan olduğunda, bunun toplum üzerinde yarattığı etki doğal bir afetin yarattığından çok daha kötü olur.
7- Yaşamın yaratılması (neredeyse kesin)
Günümüzde sentetik biyoloji mevcut organizmaların üzerinde oynamalar yapmakla ilgilidir. DNA üzerinde yapılan oynamalar yeni kimyasalların, yakıtların, hatta ilaçların üretilmesine yol açabilir. Bu alanda çalışan bilim insanları yaşamın yapı taşlarını sıfırdan oluşturup, bunları zaten canlı olan bir yapıya ekliyor ya da doğal yapıtaşlarının yerine yerleştiriyorlar.
Gerçekten de, sentetik biyoloji mühendisliğin büyük ölçekli ilkelerinin dirimbilimin alanına katılmasından ibaret. İlke olarak üretilen her şey dirimbilim ile üretilebilir. Bunun küçük ölçekli örneklerine şimdiden rastlanıyor. Yüksek sıcaklıktaki mikroplardan elde edilen ve yeniden işlemden geçirilerek soğuk suda yıkamaya elverişli çamaşır deterjanlarında kullanılan enzimler bunlardan biri.
Kimi bilim insanları yaşamın yeniden yaratılmasına çalışıyorlar. Nitekim J.Craig Venter Enstitüsü’nden Carole Lartigue, Hamilton Smith ve diğer araştırmacılar sıfırdan bakteri genomu oluşturmayı, hatta bir mikrop türünü başka bir türe dönüştürmeyi başardı. Başka bir yerde araştırmacılar sentetik biyolojide kullanılacak enzimlerin oluşturulması amacıyla yapay organeller yarattı. Öyle ki sıfırdan yaşamın yaratılması an meselesi.
8- Oda sıcaklığında süper iletkenler (% 50-50)
Normal sıcaklık ve basınçlarda işlev gören süper iletkenler gerçek anlamda küresel bir enerji kaynağı oluşturabilirler. Sahra güneşi Akdeniz’in tabanına yerleştirilen süper iletkenler aracılığıyla Batı Avrupa’ya güç sağlayabilir. Ne var ki, oda sıcaklığında süper iletkenin nasıl yapılacağı konusu ilk süper iletkenlerin oluşturulduğu 1986 yılından bu yana gizemini koruyor.
İki yıl önce tümden yeni bir süper iletken sınıfının bulunmuş olması araştırmacıların hedefe ulaşması konusunda daha umutlu olmalarını sağlasa da, bugüne dek çok büyük bir ilerleme kaydedilemediği belirtiliyor.
9- Makine farkındalığı (olası)
Yapay zeka araştırmacıları kendi kendilerini yenileyebilen, farklı koşullara kendi başlarına uyum sağlayabilen yüksek zeka düzeyli bilgisayar ve robotların dünyayı değiştirebileceğini inanıyor. Bunun ne zaman gerçekleşeceği, hangi sınırlara ulaşacağı ve insanların bu konuda neler yapabileceği ise henüz tam olarak bilinmiyor. Günümüzün akıllı makineleri bilinen koşullarda belirli görevleri yerine getirmek üzere tasarlanmış makineler. Ancak gelecekte bu tür makineler biraz daha özerklik kazanabilir.
10- Kutuplardaki erime (olası)
Bir buz kütlesinin erimesi yüzyıllar alabilir. Yine de, buzlardaki erimenin bilim insanlarının daha birkaç yıl önce umduklarından çok daha hızlı bir seyir izlendiği söylenebilir. Deniz yüzeyindeki yükselme yavaş olmakla birlikte, yıkıcı etkiler yaratan fırtına ve benzeri afetlerin meydana gelme olasılığı hızla artıyor.
Uzmanlar, sera gazlarında bir düşüş sağlansa bile, kutuplardaki erimenin önüne geçilmesinin son derece güç olacağına dikkat çekiyor. Buzulların erime hızı, iklimdeki genel değişim hızının gerisinde kalsa bile, buzullar tümden eridiğinde bunların yeniden oluşmalarının çok daha uzun ve zorlu bir süreç olacağına parmak basıyorlar. İnsanların çok daha sulu bir dünyaya nasıl ayak uyduracakları konusu ise henüz bilinmiyor.
11- Pasifik depremi (nerdeyse kesin)
San Andreas fay hattının büyük bir bölümünün bir defada kırılması 8.2 şiddetide bir depremin yaşanmasına neden olabilir. Kaliforniya’nın güneyinden başlayıp kuzeyde San Fransisco’ya (Bay Area) dek uzanan 1300 kilometrelik fay, Kuzey Amerika levhası ile Pasifik levhası arasındaki sınırı oluşturuyor.
Yerbilimsel kayıtlardan yola çıkan bilim insanları fayın genelde 150 yılda bir kırıldığına, son büyük kırılmanın yaklaşık 300 yıl önce gerçekleştiğine dikkat çekiyor.
Gelgelelim, kırılma olasılığı yüksek olan tek fay San Andreas değil. Kuzeybatı Pasifik levha sınırındaki bir kırılma 9.0 şiddetinde bir depreme neden olabilir. Böylesine büyük bir depremin tam olarak ne zaman meydana geleceğini önceden kestirmek olanaksız olsa da, yakın bir zamanda yaşanabileceğinin ayırdında olmak, olası zararı büyük ölçüde azaltabilir. En az 7.8 şiddetinde depreme dayanıklı çağdaş yapı teknikleri ve kamuoyu bilinçlendirme kampanyaları sayesinde depremler korkulu bir düş olmaktan çıkabilirler.
12- Füzyon Enerjisi (oldukça uzak bir olasılık)
Kuramsal açıdan ele alındığında, füzyon ya da nükleer kaynaşmaya dayalı enerji santralları dünyanın giderek artan enerji gereksinimi sorununa çözüm getirebilir. Sıradan deniz suyunda bulunan bir tür ağır hidrojen ile çalışacak bu santrallar kurumlu kirletici, nükleer atık ve sera gazı benzeri maddeleri üretmeyeceklerinden, çevreye de zarar vermeyecekler.
Ne var ki, uygulamada, füzyon dünyamız üzerinde fizikçilerin düşledikleri türde bir değişiklik yaratmayabilir. Füzyondan enerji kaynağı olarak yararlanılması için gerekli teknolojiye henüz sahip olaadığımız gibi, geliştirilecek ilk reaktörlerin içinde bulunduğumuz yüzyılda yaygın biçimde kullanılamayacak denli pahalı olacakları da su götürmez bir gerçek.
Kaynak: Scientific American – June 2010 – 12 EVENTS What the future holds that will change everything
http://www.scientificamerican.com/sciammag/?contents=2010-06
Çeviri: Rita Urgan (CBT 1217 / 8-9)