13 Kasım 2006 Pazartesi

"Gideniz Hep Biz..."


"Gideniz hep biz, gideniz hep kendi YOL'umuzda..."

Karanlıkları besleyen 'gece'nin bedenime verdiği güçlüğü yıkıp, günü getiren güneş ışığının doğmalarını bekliyorum içimde, kendimi ve insan denen bedenleri tanımak adına... Bu yaptıklarım; o uçsuz bucaksız evrenle buluşmak için... Ve de tüm bu yazdıklarım; asılı duran bu boşluk denizinde, sezilmez bir AN'ın getirdikleri gibi...

Hiçbir şey göründüğü gibi değil... "Varlık ötemizde bir fısıltıdır bizim..." diye demiştim ya çok önce yazdığım yazılarımda... Fısıltılaşmaları da yaşamak, sözler ardındaki sessizlikte bu olsa gerek...

Demiş ki eski yaşamış Üstad'lardan biri;

"Yol bitmek bilmezdi giderdik biz... Giderdi gök, nerde kervan kimse bilmezdi... Derinlerden bakan bir gözdü sonsuzlukta her zerre...

Görülmez çıngıraklar belki yıldızlardı çepçevre, sınırsız çölde sesler, seslenişler hiç kesilmezdi..."


Evet; Sesler ve seslenişlerimiz boşlukta gibi gelse de bir an, o seslenişlerimiz hiç kesilmez... 'Yol' bitmek bilmez.. çünki, "gideniz hep biz, gideniz hep kendi yolumuzda"...

Benim de zaman zaman kendime sorduğum sorulara yanıtlar bulduğum zamanlar olur ve hemen de bir anda silinir gider dimağımdan... Tıpkı dilim gibi, kekemedir sorularım ve yanıtlarım birbirine.... Ses vermez bana zaman zaman fısıltılarım; içeriksiz, kof, eğreti, çıplak ve anlamsızlıklar içinde bırakır beni...

Varlık yaşıyor elbet kendince AN'lık zamanlarını... Şayet varlığın yokluktan yaratılması gerçek olmasaydı birden delikanlı ve genç kız olurdu çocuklar taaa ki geçmeden ergenlik çağları... Veya büyümüş ağaçlar çıkardı yerden birden... Oysa bellidir her şey; durum, ardarda ve ardısıra olur, nesnelerden oluşan... Belli bir ÖZ'den doğar tüm nesneler... Böyle sürer türlerin özelliği de bilinen... Evet işte bu yüzdendir ki nesnelerin geliştiğini ve sürdüğünü bilmemiz; kendi ÖZ'leri gereğincedir, tüm bunlar BAĞIMSIZ...

Başkaca tanım bulmak gerekmiyor elbet; çünki BAĞIMSIZ'dır insan ve değişik giysiler giymeye uygundur bedeni, bedenindeki düşünceleri... Bin yüzlü bir mücevherin ardında gizlenen bin yüzlü tanrılar gibiyiz her birimiz... Her perdeden inmiş parıltılarımız yeryüzüne... Ancak; HİÇ'leriz biz şimdi ve bu sonrasızlıkta... Yitip yok olmuşlarız... Ne ten, ne can, ne duyu, ne giysi... Bu HİÇ'likte bunlarsız VAR'ız...

Karşındaki en doğal haliyle hiçbir şey olmamış gibi davranır kendince; sen de onu tüm varlığınla önemsemiş gibi davranırsın yine kendince... Düşünce dizgemize göre; hangi nedenle olursa olsun varlığın başka varlıklara karşı ya etkileyen ya da etkilenen özellikleridir bu... Oysa her şey bu kadar mı? Çıkarımlar kurar her iki varlık tüm bu yaşanmışlıklarla... Yaşanmışlıklarla anlar ki varlık, varlık denizinde diğer varlıklarla birlikte sadece bir toz zerresi olduğunu...

Bu dünyada neden varolduğumuzu anlayabilmenin farkındalığına ulaşabilmenin tadı da hiçbir şeyde olmasa gerek... Şayet bunu bulabilmiş ve kendi içimizde yakalayabilmişsek...

Ancak; Hayyam der ki bir rübaisinde;

"Gönlüm dedim, bilgiden mahrum kalmadı. Gizli şeylerden anlamadığım, bilmediğim pek az şey kaldı. Ama bugün, aklımı başıma alıyor da bakıyorum. Anlıyorum ki ömrüm geçip gitmiş, hiçbir şey anlamamışım, bilmemişim..."

Tüm öğrendiklerimiz, yaşadıklarımız, yolumuz, yolumuzdaki yoldaşlarımız, yardımlarımız, yazılarımız vesairemiz, vesairemiz, vesairemiz... BİZ'ler için hala yeterli mi? Değil elbet... Yeterli değil... Bilmek ve anlamak adına, AN'laklar geliştiriyoruz sürekli yaşam alanlarımızda...

Ancak bildiğimiz kadar VAR'ız... Ve yine ancak; bu VAR'lığımız iki YOK'luk arasında da gidip gelmekte yaşadığımız tüm AN'larımızın içinde... Dünya bile esip giden yel üstüne kurulmuş bir HİÇ ise, çevremizdekiler de HİÇ'tir, BİZ de... Onun için yetinmeye yerinmek de niye olsun ki? O (egolarımız) Ne'yi bizden iyi bilmekte???

Paylaşım... Evet paylaşım ve paylaşmak güzeldir ve de özeldir... Ancak bunu endişeden uzak tutmak gerekir ve de gerektir... Neden hep başkalarının düşünceleri için kendimizi endişe denizine atarız ki?

Fuzuli'nin dediği gibi;

"Ger ben ben isem nesün sen ey yar,
Ger sen sen isen neyem ben-i zar"
demezler mi ki adama?

Kendimizdeki sırlar perdesinin ardına geçmeye veya gitmeye başkaca yol yok kendi kendimizden başka... Bu düzenden kimsenin ruhu bile haberdar değil ki.. yine kendi kendimizden başka...

Yorum zincirlerimizi kırmak adına paylaşıma ve paylaşılmaya devam etmek lazım tüm düşüncelerimizi... Nasıl onlar biri tarafından okunuyorsa şu an (tıpkı sizlerin okuduğu gibi), belki de ileride okunacak başka birileri tarafından da...

Evet evet... Karanlıkları besleyen 'gece'nin bedenime verdiği güçlüğü yıkıp, günü getiren güneş ışığının doğmalarını bekliyorum içimde, kendimi ve insan denen bedenleri tanımak adına... Bu yaptıklarım; o uçsuz bucaksız evrenle buluşmak için... Ve de tüm bu yazdıklarım; asılı duran boşlukta, sezilmez bir AN'ın getirdikleri gibi...

Ertan Yurderi

5 Kasım 2006 Pazar

GÜL'mek yakışır tüm ruhlara ...





Ey Sevgili,

Neden yazılanları hak etmez gönül? Neden böylesi kaçış SÖZ'lerden... SÖZ'ler, YOL'u ve YOLCU'larını gözler bilirsin...

Kelimelerini diz, SÖZ'lerin sarhoşluğa boğsun okuyanları, kendi SÖZ sarhoşluğunun ardı sıra... Ne'yi çıkarımlarsa çıkarsınlar bundan... Söylenmemiş söylemlerin seyreltisi mi etkiler onları, yoksa kendi içsel devinimlerinin sallantısı mı?

(Ki SÖZ sarhoşu etmesini isterdim, yazacaklarınla beni ... )

Bak coştum, içim içime sığmıyor, klavyeme vuruyor parmaklarım ve YA-ZI-YO-RUM... Acaba yazarken de yazılıyor muyum? Bu HAL'im ise bilinmez bir muamma...

Hadi, hadi çözül gönlüm, vur parmaklarım klavyemin tozlu tuşlarına...

Sevinç de bizimleydi yürürken o dolaşık yolları düşe kalka,
Umut da bizimleydi bitkin, dudağı çatlak, paralanmış dizleri düşe kalka,
Yaşam da bizimleydi gelince bir çıkmaz kapıya,
Ölüm de bizimleydi, son çare olarak bize sunulan..

Biz ise neyimiz varsa verdik YOL boyu yürürken, kör ve yıkık...
Kısaca her şey bizimleydi...

Neden gözyaşı? Bir yerin mi acıyor Sevgili?
Düşlerini mi unuttun yoksa?
Yoksa her yiteni mi giyindin, her eksileni mi?

Geçmişten kopan bir kırıntı mı,
Yoksa gelecekteki her gülüşün dikeni mi acıttı,
O minik ama bir o kadar da büyük yüreğini?

Gitmek o kadar kolay mı?
Ya da kalmak çaresizliğinle...

Kuşlar hep ağaç tepelerinde,
Rüzgar yok, ot kımıldamıyor belki de bak yörende...
Ama başucunda bekleyen ruhun,
Kanatsız bir karga şaşkınlığı içinde...

Güçlü görünmenin çaresizliğinde,
Neden acıtıyorsun dudaklarını?
Neden pınar yapıyorsun gözyaşlarını,
Pembe yanaklarından süzülen?..
Neden sesini çıkartmıyorsun bunca ağırlıktan kaldırıp da başını?

Söyle o zaman bana... Ne kalabilir senden?..
Yüzünün çizgileri mi, kurumuş bir yapragın okunmaz çizgilerinde?

Ne kalabilir senden, sesin mi,
Bir bilinmedik ırmaktaki sazlar arasından yükselip alçalan kurbaga sesinde?

Suyun gelip gelip dövdüğü ıssız bir kıyıdaki yosunlar ve çakıltaşları,
Ne saklayabilir gölgenden senin?

Her saniye milyonlarca doğuşun, ölümün,
Yenilenişin arasında var mı yer sana,
Gök mü umursadı, yer mi seni, şimdiye dek?

Eline geçirdiğin bütün uçlar,
Görünmez iplerin bütün uçları seni çıkarmadıysa bir yerlere,
Dönüp dönüp sende düğümleniyorsa hepsi,
Ne bu çırpınma? Neden bu çırpınma?

Çektiğin gibi üstüne gecenin yorganını,
Saklan olup bitecek her seyden sonsuza değin...
Gör, düş mü girer koynuna artik, yıldız mı girer...

Hayvansı bir uykuya dal gitsin,
Ne var kalacak senden bu ıpıssız çölde?

Rüzgar dakikada bir, yeni haritalar çizdikçe su uçsuz bucaksız kum yığınlarına,
Söyle, ne var kalacak senden?
Ne var kalacak senden bir düşünsene! ..

Kuşun, ağacın, suyun, kör bir sfenks umursamazlığıyla,
Kendi iç uzayına dalmış zamanın, AN'ın çevresinde?

Zamanin çevresinde eserken milyonlarca toz,
Toz benzeri bütün geçmişler, ya bütün gelecekler? ..

Sana soruyorum tüm bu soruları Sevgili?
Haykırarak yanıt ver bana; 'Ya bütün gelecekler? '...

Sal gitsin tüm olumsuz duyumsamalarını, seni senden uzaklaştıranları...

Elbette 'Sevgi' de olmalı;
Yaşamının en erk gecesine denk gelen de olmalı...
Tıpkı bu gece gibi ve ardı sıra gelecek gecelerin bize sunduğu tılsımlar gibi...

Şöyle sessiz ve sakin otur bir yere,
Düşün hayatından geçen nokta noktalarca küsur seneyi...

Hiç mi değmedi elin bir çiçeğe...
Bir ağaca, bir kuşa...

Varıp, giden, yiten mi oldu hep yaşamında sevgi uğruna...
Sal gitsin tüm olumsuz duyumsamalarını, seni senden uzaklaştıranları...

Sadece ve sadece gönül güzelliğini, içtenliğini sun,
Birkaç satıra dök kendini...
Sal tüm duyumsamalarını sonsuza, koyuver bırak akıp, gitsin...

Belki de şu satıra gelene dek,
İndiyse birkaç damla gözyaşı yanaklarını ıslatarak,
Benim de gözyaşlarıma denk gelen,
Belki de haykırarak hıçkıra hıçkıra ağlayarak sunduk
En dipsiz kuytularımızdaki birikeni;
Gecelerimizin salınımlarına terk ederek...

Neyse şu an salya sümüğüm ben de... Çözüldüm birden, kusuruma bakma olur mu?

Neden yazılanları hak etmez gönül? Neden böylesi kaçış SÖZ'lerden... SÖZ'ler, YOL'u ve YOLCU'larını gözler bilirsin...

Unutma Sevgili; GÜL, ruhun kokusu ve sembolüdür... Gül'mek yakışır tüm ruhlara... Hadi yüzündeki tebessüme eşlik ettir GÖNLÜ'nü, ve değdir SÖZ'lerinin tılsımını tüm yaşamına...

Hadi hadi Sevgili, daha ne duruyorsun, birkaç satır sen de yazsana! ...

Ertan Yurderi ... (Eski yazılarımdan derlemeler-1), 3.11.2006