25 Temmuz 2004 Pazar

Civciv, karga, karma ve ben...



Bu yazımı çok uzun zamandır yazmak ve paylaşmak istiyordum sizlerle... Hatta birkaç dostuma yazacaklarımı anlattığımda bunu mail gruplarınla da paylaş demişti... Bir toplantı öncesi anlattığım sevgili Reiki hocam Gülüm de "Ertan, bunu gruplarınla paylaşsan keşke" dediyse de bugüne kadar her nedense yazıp paylaşma isteğim yoktu... 

Ancak sevgili sonsuzlukotesi mail grubunun sonsuz'u Hasan'ın annesinin yıllar önce bir civciv meselesi sebebiyle teselli etme sözcükleri beni bu yazıyı kaleme almama sebep oldu... Ne demişti Sonsuz Hasan annesine, "Bir boncuuuk ölür, bir boncuuk doğar anne üzülme, ne de olsa pazarda civciv bol"... Evet pazarda civciv bol... Ama kaybettiğin civcivlerinle yaşadığın duygusal bağ ise apayrı bir şey...

Şimdi yazımıza dönelim...

Bugünlerde yaşadığımız bir yaz günü gibi bir yaz günüydü Istanbul'un.. Pazardan küçük kızımla (o zamanlar 6-7 yaşlarındaydı kızım) severek aldığımız 3 civcivimizi güle oynaya evimizin terasında bakıyorduk... Onları besliyor, sularını veriyor, onların neşe içinde terasta gezinmelerini seyrediyorduk... Büyük bir keyif veriyordu bu her ikimize de... Tabii pislikleri de bir çileydi annemiz için... Bize söyleniyor, "bir bu eksikti evde beslediğiniz" gibilerinden sürekli mırıldanıyordu... Biz de onu sinirlendirmeden birkaç kova su alıp balkonu temizliyorduk kızımla birlikte...

Yine böyle bir civcivlerimizi havalandırma sırasında bizlerin terasta bulunmadığı bir anda olacak, civcivlerimizden bir tanesi sırra kadem bastı... Balkonun altını üstüne getirdik yok... Herhalde aşağıya düştü gibilerinden düşünürken ve aşağıya inmeye hazırlanırken üzerimizde pike yaparak uçan kocaman bir karga gördük... Bir diğer karga da, karşı apartmanın üzerinde sarı bir şeyi parçalayıp yiyordu... O zaman anladım ki, bizim küçük civciv, bu karganın hışmına uğramış, Hakk yolunda bir karganın leziz öğlen yemeği olmuştu...

Bu durumu gören kızım sürekli ağlıyordu... "Baba, git o karganın elinden civcivimizi kurtar, onu yemesin" diyordu sürekli... Ben de onu teselli etmeye çalışıyordum... "Kızım bak o karşı evin damında, oraya süpermen olsam bile uçup gidip o civcivimizi kurtaramam... Zaten civcivimiz artık hayatta değil... Allah baba onu yanına aldı"... Kızımın isyanı bitmek bilmiyordu... Ona bunu anlatabilmek çok zor olsa da, kızımı susturabilmiştim sonunda.. "Elimizde kalan 2 tane daha civcivimiz var bak, onlarla oynarız, onlara iyi bakarız... Onlar sonra tavuk olurlar, horoz olurlar" diyordum... Bu arada da diğer karga da evin üzerinde sürekli uçarak, "Gaaak"lamayı sürdürüyordu...

Ben de kargaya dönüp, "Hele bir teşebbüs et de görelim, el mi yaman, bey mi?" diye söyleniveriyordum...

Artık bu karga bizim evi ve teras katını yer bellemişti... Sürekli benim telsiz anteninin üzerine gelip konuyor, aşağısını kontrol ediyordu... Ağır olduğu için telsiz antenimin ucunu da eğmişti, kuş oğlu kuş... Şeytan da bir yandan dürtüyordu beni: "Şu antene 220 volt cereyan ver, karga kızartma olarak düşsün balkona" ...

Neyse bu şeytanca ve aptalca düşüncelerimden kendimi arındırmaya çalışıyordum... "Takma oğlum Ertan, bir kargadan ne istiyorsun, o da sonuçta karnını doyurmak için senin civcivini kaçırdı ve yedi... Bırak afiyet olsun..." kendi kendime desem de, yine de içimde o kargayla bir hesaplaşma fikri aklımdan çıkmıyor değildi hani...

Bir gün arka odamda otururken balkondan tuhaf sesler geliyordu.. "Takkk, tukkkk, takkkk, tukkkk"... Ne oluyor diye çıktım balkona... Etrafıma bakındım, hiç ses seda yok... Hiçbir şey de
görünürlerde yok ortalıkta... "Allah Allah, bu ses de ne ola?" diye söylenip içeriye girdim... Tam odama yönelecekken yeniden bir "takkk, tukkk" ses..

Bir hışımla balkona çıktım... O kuş oğlu kuş kargayla gözgöze geldim...

Karga yerdeydi ve önünde bir şey vardı, ne olduğunu tam anlayamadan, onu ağzına alıp yeniden benim antenimin üzerine yükseldi... "Ne arıyorsun lan karga?" dedim, "Yetmedi mi bize ettiklerin" diye söylenip onu balkonun en sotalı yerinden beni göremeyeceği bir
yerden izlemeye koyuldum...

Kuş oğlu kuş dediğim akıllı karga, ağzındaki şeyi yere yeniden attı... "Takkk" diye balkona düştü.. Hemen yattığım sotadan koşup karganın yere attığı o şeyin başına gittim "Acep bu ne diye?" Bir de ne göreyim... Çok güzel bir ceviz... Ama hala üzerinde kabuğu duruyor... Bu kuş oğlu kuş, bu cevizi bizim balkona atıp kırıp yemek istiyormuş anlaşılan... "Heh dedim, sen şimdi görürsün..." Hıncımı alacağım ya bu kargadan... Balkonun kenarında duran minik mermer parçasını cevizin üzerine indiriverdim. Ceviz kırıldı, cevizin kabuklarını soyup içini yemeye başladım... Bir yandan da kuş oğlu kuş kargaya bakıp:

"Ulan kerhaneci, ne güzel ceviz getirmişsin bana... Bu ders olsun sana... Senin cevizini de yemek varmış kısmette... Sen benim civcivimi yersen, ben de senin cevizini yerim işte böyle" dedim... O da aşağı bana bakarak, "Gaakkk gaakkk, gakkkk" diye serzenişlerde bulunduysa da, ben umrumda bile olmadan cevizin tamamını yedim afiyetle...

Beni bir gören olsa o durumda, bu adam tırlattı diyecek, varsın desin... Kargayla benim aramda olan bir karma meselesiydi bu... O karga nasılsa bir gün bir yerde bunun hesabını verecekti, eh ben de bir gün bir yerde bu karganın rızkını yediğimin hesabını vereceğim, helalleşeceğiz o zaman böylece...

Siz siz olun, bir kargayla da olsa karma yaşayacaksanız varın yaşayın... Çok zevkli oluyor... Herifçioğlu ağzının tadını çok iyi biliyor, eh ben de ondan aşağı kalmıyorum elbette... Boşuna değil arada bir "gaaak"lamak isteğim buradan geliyor demek ki...

Her daim sevgiyle kalın...

Ertan Yurderi

Not: Bu arada beslediğimiz iki civcivin başına neler geldi diye merak edeceklere de şöyle diyeyim... Onların ikisi de horoz oldular. Bir süre sonra ben de bir arkadaşımın kümesine ziyarete gönderiverdim onları.. Çok yaramaz ikili oldukları için de bir gün arkadaşım onları kesip afiyetle yemiş... O arkadaşımla karmam hâlâ devam ediyor...


1 Temmuz 2004 Perşembe

Yunus Emre Humanizmi ...




Yunus Emre’ye ve şiirlerine olan merakım yaklaşık 2 sene önce başladı... Çalıştığım şirketin düzenlediği bir fuar sırasında Yunus hayranı bir gönül dostu ile tanıştım... Kendisiyle yaptığım görüşmenin akabinde Yahoogroups’ta birgaripyunus adlı mail grubunu kurdum... Grupta Yunus Emre, Şiirleri, Düşünceleri, Gönül Dostları ve Erenler konularında bilgilerle birlikte yüreklerimizden kopup gelen şiirleri paylaştık dostlarla... Paylaşmaya da devam ediyoruz... Bizler de birer Yunus misali, Yunus’un evreni kucaklayan sevgi yüklü hümanizmasının ışığında YOL’umuza devam ediyoruz...

Elbette Yunus Emre, bütün çağların en büyük hümanistidir... Antik Çağ hümanist düşüncesiyle konuya kısaca bakacak olursak; Antik Çağ’ın hümanistleri insanı her şeyin ölçüsü yapmışlar, onu mikrokosmos olarak görmüşler, bütün insanları doğadan soydaş ve akraba kabul etmişler, erdemli yaşamayı yüceltmişler ve nihayet insanın Tanrı’ya gönül ile varabileceğini söylemişler. Ancak bu düşünceler ilk filozoflardan Yeni Platonculara kadar uzanan bir birikimin ürünüdür. Oysa Yunus’un felsefesi hem sistematiktir hem de daha kapsamlıdır.

Yunus Emre’nin hümanizmi kendine özgü ve orijinaldir. Şüphesiz insana güven duyan, onu yücelten, sevgiyi, insanın varoluşunun yaşamının anlamı yapan düşünceler çoktur. Bunlar mitolojilerden beri, çok renkli ve güzel bir tabloya yeni güzellikler ekleyerek oluşturmaya devam ediyorlar...

Yunus’un hümanizmi çağdaşı olan Batı hümanizmine (Rönesans hümanizmi) göre daha verimli ve çok yönlüdür. Rönesans hümanizmi, daha çok insanın bu dünyadaki yerini aydınlatmak ister. Bu insan, günlük yaşamın içinde, duygularıyla, yaratıcılığıyla, kendine özgülüğü ile somut, gerçek insandır.

Yunus’un hümanizması kapsamlı, derinliği olan sistematik bir yapıya sahiptir. Bu hümanizma bilgi ile yüklüdür. Şiirlerinde engin bir kültür birikimi vardır. O, bütün mutasavvıflar gibi, Kuran’ı, onun hem zahiri (dışsal) hem de batini (içsel) anlamını bilir. İslam klasiklerini, efsaneleri, Hint, İran, Yunan mitolojilerini bilir. Bunları şiirlerinde kullanır. Hece ve aruz ölçülerini ustaca kullanır. Medrese eğitimi aldığını söyler. Mevlana’nın sohbetlerine katılır, ondan ilim irfan alır. Taptuk Emre’den aşk yolunun sırlarını öğrenir. Bütün bunların sonucu olarak, Yunus’un hümanizmi soyut bir sevgi değil, fakat bilgi dolu bir derinliğe sahiptir.

Yunus’un düşünceleri kendi içinde tutarlı bir bütünlük gösterir. İnsanın yaradılışı, Tanrı karşısındaki konumu, insan-evren-Tanrı birlikteliği, insanın bu dünyada etnik bir varlık olarak onurlu yaşaması, sevginin evrenselliği, ‘yetmiş iki milletin’ birliği, bütün bunlar birbiriyle tutarlıdır. Yunus’un sistem kurmuş büyük filozoflardan farkı yoktur. Platon’un sistemi ne kadar kapsamlı ve tutarlı ise, Yunus’un sistemi de en az onun kadar kapsamlı ve tutarlıdır.

Yunus’un şiirleri filozofik açıklamalarla yüklü, fakat ağır ve anlaşılmaz değildir. Türkçenin güzelliklerini ustaca kullanan Yunus, anlaşılması güç, kapsamlı olan, kavratmak için uzun uzun konuşmayı gerektiren düşünceleri bir çırpıda söyler. Bu söyleyişte sadelik ve güzellik vardır.

Bu özellik belki de Yunus’u diğer mutasavvıflardan ayıran bir üstünlüktür. Şiir sanatının kıvraklığını, çarpıcılığını kullanan Yunus, çok güzel bir anlatıma sahip olan Mevlana’nın söylediklerini öz olarak, kısaca özetler;

“Ete kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm”...


Yunus, tasavvuf geleneğinin güçlü bir izleyicisidir. O Cüneyd-i Bağdadi, Hallac-ı Mansur, İbni Arabi, Mevlana ve Hacı Bektaş geleneğinin devamıdır. Özellikle, Yunus’u aynı zaman diliminde yaşadıkları için, Mevlana ya da Hacı Bektaş’tan birine yakın saymak hata olur. Yunus, her iki büyük mutasavvıfın etki alanı içinde olgunlaşmıştır. Bu yargımızı üç büyük mutasavvıfın yapıtlarındaki konu ve söyleyiş benzerliklerine dayanarak güçlendirmek mümkündür. Ayrıca Mevlana ve Hacı Bektaş’ı farklı konumlarda göstermek, birini saraya diğerini halka yakın tutmak doğru değildir. Onlar bir elin iki yüzü gibidirler. Yunus, Mevlana ve Hacı Bektaş-ı Veli, bu üç bilge, bu üç ulu ırmak, aynı yüce dağdan doğarlar ve aynı denize varırlar. Geldikleri yer de ulaştıkları yer de birdir. Bu bütün mutasavvıflar için böyledir. Onlar nerede ve ne zaman yaşarlarsa yaşasınlar, hepsi aynı dilden, aynı gönülden konuşurlar.

Yunus’un hümanizmi içinde yaşadığı sosyal koşullara ve siyasal olaylara bağlı olarak gelişmiştir. Yunus’un doğumundan üç yıl sonra Selçuklu hükümdarı II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Kösedağ Savaşı’nda Moğollara yenilmesiyle başlayan buhranlı dönem 82 yıllık yaşamı boyunca devam etmiştir. İstila, yağma, iç kargaşalıklar, yalan, gammazlık, açlık, ağır vergiler insanları bunaltmıştır. Yunus’un insan sevgisi, erdemli davranışları yüceltmesi, insanları birliğe çağırması bu ortamda anlam kazanır.

Yunus sadece Tanrı’ya ulaşmak için çilesini dolduran bir sufi değildir. O, haksızlığa, zulme, yalana karşı çıkmış, doğrunun, haklının yanında olmuştur. Yunus bu tutum içinde olmasaydı halkın gönlüne taht kuramazdı. Çağlar boyuncu erdemin, sevginin ve barışın timsali olamazdı. Yunus, toplumcu bir ozan olmasaydı, kendi döneminde unutulur giderdi... Yunus’un hümanizmi öncelikle kendi dönemine bir tepkidir. Bu gerçek, onun evrenselliğine gölge düşürmez.

Yunus’un insanı, hem pratik yaşamın içindeki sade insandır, hem de ideal bir model olan insan-ı kamil yani yetkin insandır. İnsan, ancak kamil insan ile birlikte olgunlaşır, gerçekleri görür ve aşk yoluna girer. Rönesans hümanizmi bütün insanlara, dillere, dinlere Yunus kadar hoşgörülü değildir. Bireyci yanı ağır basan bu hümanizm evrensel boyutlara yeterince ulaşamamıştır.

Yunus, insanı, Tanrı’dan korkan ve korktuğu için inanan zavallı bir kul olmaktan çıkarıp, ona onurlu bir yer vermiştir. Daha evren varolmadan, can kalıba girmeden, insan, ruh olarak ya da tasarlanan bir imge olarak Tanrı ile beraberdir. Bir köprü olan dünyadan geçince yine Tanrı’ya kavuşacaktır. O “Dost” ile birlikte olacaktır. Böylece Yunus, ezeli-ebedi tanrısal sıfatlarla donatılmış olan insana evrende en ayrıcalıklı, en saygın yeri verir.

Hiçbir hümanist insanı Yunus kadar yüceltmemiştir.

Yunus, çağdaş hümanistlere de rehber olacak zenginliklere sahiptir.

Yunus’un evreni kucaklayan sevgi yüklü hümanizmi bütün insanlara, bugün de bir ışıktır.

Kaynakça: Hüseyin Bal – “Yunus Emre ve Hümanizm”

Ertan Yurderi