15 Mayıs 2017 Pazartesi

Anne Maymun'un Çığlığı



Sabahları uyanınca kendime gelene dek yaptığım şeylerden biri de bizim haber ajanslarımızın ana sayfalarını gezindiğim gibi yabancı ajansların haberlerine de bakmak oluyor...
Genelde yaşam ve doğa sayfalarında paylaşılanlar benim daha çok ilgimi çekiyor...
Az önce "kendi haberini kendin yap ve paylaş" paylaşım sitelerinden birisinde karşılaştığım bir fotoğraf beni çok etkiledi...
Bu fotoğrafı ve paylaşımı sizlere de aktarayım istedim...
Biz sadece insanoğlunun ağladığını sanırız... Ya bizlerle birlikte yaşamı paylaşan diğer canlılar ağlamaz mı hiç? Elbette onlar da ağlarlar...
Evlerde beslenen minik dostlarımızın ağladığına zaman zaman hepimiz şahit olmuşuzdur... Ancak dışarıda yaşamak zorunda olan, yaşam alanlarını günden güne ellerinden aldığımız diğer canlıların böyle bir anına her zaman şahit olamayız...
İşte aşağıdaki fotoğrafı Avinash Lodhi adlı 31 yaşındaki Hindistanlı bir fotoğrafçı Madhya Pradesh şehrinde çekmiş...
Lodhi, bir anne maymunun yavrusunun bayıldığı sırada ağladığı anı şans eseri yakalamış.
Fotoğrafçılık kariyerinde daha önce hiç böyle bir fotoğraf çekmediğini söyleyen Lodhi, bu fotoğrafı çektikten sonra bir saat konuşamadığını söylemiş...
Fotoğrafı çektikten sonra anne ve yavru maymunun yanına diğer maymunların da geldiğini söyleyen Lodhi’ye göre, yavru maymun birkaç dakika sonra da kendine gelmiş.
Lodhi, fotoğrafı çektiği ana dair şunları aktarıyor bizlere: “Her şey o kadar hızlı gelişti ki, fotoğrafı çektiğim an ne olup bittiğini anlayamadım. Anladığımda ise, yaklaşık bir saat konuşamadım..."

12 Mayıs 2017 Cuma

"Bir Wireless şifresi hikâyesi"...


Geçen gün Didim Kent Meydanı’nda “Kahve Dükkânı”nda oturuyorum… Sıcak çikolatalı kahvemi yudumlarken, kapının önünde son model Opel marka bir araba durdu… İçinden afilli mi afilli bir hatun indi… Yaza uyarlamış kendini, dekolteli, sarışın, makyajlı… Hani bir görenin bir daha dönüp bakasıgillerden bir afet…
Neyse bu hanım kızımız, tezgâha yaklaştı, dükkân sahibi ve sahibesi ile muhabbet etmeye başladı…
Konu; araba konusu…
Altındaki arabanın özellikleri hakkında ballandıra ballandıra bir şeyler anlatıyor… Dükkan sahibi de tüm engin bilgisiyle, hanım kızın kullandığı arabadan da daha iyileri olduğunu, otomatik pilotta kendi kendine gidenini, kendi kendine park edenlerinden falan bahsediyor…
Kızda hava bin beş yüz… Kendi arabasından başka bildiği bir şey yok… Yine de diyor, benim arabam onlara yüz bin fark atar…
Ben de ileride park ettiğim benim emektâra bakıyorum gülümseyerek… O da aynı marka ve üretildiği yılın Almanya’da aile arabası olarak tutulan bir modeli…
Hadi bunları geçtik, kullandığı parfümünü, gittiği kuaförü ve kuafördeki yaşadıklarını anlatmak da ne oluyor… Dedim ya hanım kızımız afilli hatun… Kimseyi taktığı yok… Zaten mekân ufak bir mekân… Arka tarafta bir sinek vızıldasa, karasinek mi, sivrisinek mi olduğunu anlarsınız… Konuşulanlara ister istemez kulak misafiri oluyorsunuz…
Elinde tuttuğu bilmem kaç bin liralık telefonuna sıra geldi… İşyerinin wireless şifresini isteyiverdi…
Dükkân sahibi gayri ihtiyari dedi ki; “Atatürk’ün doğduğu yer ve doğum tarihi”…
İşte bundan sonrasına inanamayacaksınız…
Kızdan gelen yanıtlar…
- Samsun 1919’muydu…
- Sivas 1921…
- Sakarya mıydı ya… Nerde doğmuştu Atatürk… (Bir S’yi hatırlıyor ama bağlantı kuramıyor hangi S ?? )
Benim bu konuşmalar olduğu sırada arkam onlara dönüktü, geriye döndüm bu konuşmaya yüzümü çevirdim… Dükkan sahibesinin eli ağzında, dükkan sahibi de kafasını ellerinin arasına almış “Aman Allah’ım” şaşırmacasında…
Dükkan sahibesi hatırlatmak için “Se-la” diyor, hatırlamasına yardımcı olmak istiyor…
- Selahattin mi? diyor ya…
O kadar çabalamalarına rağmen Atatürk’ün doğduğu yeri bilemedi bu afilli kızımız…
“Selanik” deyiverdi dükkan sahibi usulca…
Kızın yanıtı: “- Eeeee… tarih kaçtı 1923 mü?”
İçimden o an söylenebilecek tüm ayıpçı kelimeler geçiyordu benim de… “Oha, çüş, a… ” ve daha da fazlası…
Sen gel belli yaşa, eğitimli ol, ehliyetini al, baban ya da sevgilin mi artık kimse o, altına son model araba çek, makyaj yap, sür sürüştür dekolte giy, etrafına bilmem kaç bin liralık telefonunla hava at… Bu kadar önemli bir şeyi bileme…
İşte ne yazık ki Türkiye’nin getirildiği durum bu… Boş kafalı, eğitimli görünümlü, cahil mi cahil bir genç nesil insanı…
İçim acıdı gerçekten… Yazacağım dedim bunu… Paylaşacağım dedim…
Acilen eğitim sistemine el atılmalı, millet Mars’a gitmeyi düşündüğü şu teknoloji çağında eğitime daha fazla ağırlık verilmeli…
Okullarda artık ne eğitimi görülüyor bilmiyorum ama, kölelik çağına ayak uydurulmuş modern görünümlü boş kafalar böyle ortalıklarda dolaşıveriyorlar…
Allah sonumuzu hak getire… Gerçekten acınalısı durumdayız…

4 Mayıs 2017 Perşembe

Milletin derdine bak, bir de benimkine - Böceksel Sınav (2)

Câaaanım ülkenin bu bölgelerine de bahar iyice geldi artık... Yazın da gelmesi an meselesi, eli kulağında sayılır... Bu arada börtü böcek de kış uykusundan uyandı, ortaya çıktılar...

Bizim geçen seneki malûm müteahhit arkadaş da yeniden ortalıklarda görünmeye başladı...

Bir iki vız vız etti cam ve balkon kapısı önünde... İçeriye girip ev durumunu kolaçan etmek istedi istemesine de ancak bu arkadaşın bilmediği bir şey vardı artık bu evde... O da evin kuyruklu kızısı, annesinin kuzusu Makbule...

Balkon kapısını ve camlarını açık gören bu arkadaş "Fırsat bu fırsattır, Ya Allah, Bismillah" deyip evin içine balıklama vaziyette atraksiyon yapmak isterken, kapı önünde önce şaşakaldı, sonra da donakaldı...

"Bu da ne ulan?" deyişini vızıltısından anlardınız, dinleseydiniz…

Makbule'nin gözleri o sırada ferfecir okuduğu için odaya "Allah Allah" nidalarıyla dalmak isteyen bu arkadaşı, daha kapının girişinde Mehter miyavlamasıyla karşıladı...

O sırada bu arkadaş eve girmek istediğine mi yansın, yoksa peşinden kovalayan Makbule'nin pençelerinden kendini zor kurtardığına mı sevinsin bilemedi, bir an ... Ama hiç istifini bozmadan evin içinde uçmasına devam etti…

Derken 80 metre kare evin içinde kısa mesafeli de olsa engelli bir maraton koşusudur başladı...

Tabii ki bu sırada Makbule de trapez ustalarını ve yüksek atlama ustalarını kıskandıracak şekilde havada üç parande, ters ikili parende, yükseklere kadar zıplama performansı gösterdiği için kendi derecesini egale etmesine rağmen bu arkadaşa bir türlü ulaşamadığı için gözden kaybetti...

Makbule’nin bu durumu sebebiyle müteahhit arkadaşın üzerine rehavet çöktü, o sırada gitti hane kapısının göz deliğinin üzerine kondu ve orayı örme ölçülerini almaya çalışırken, Makbule de o sırada bana bakıyordu meraklı gözlerle…

- Nerde o arkadaş baba gördün mü? yüz ifadesi güzel kızımın suratına tam çökmüşken, parmağımla kapının göz deliğini işaret ediverdim, pis pis sırıtarak…

Sırtını bize dönmüş müteahhit arkadaş da az sonra başına geleceklerden habersiz, “şuraya şu kadar harç lazım, buraya bu kadar çamur lazım, şu aralığa şu kadar fayans lazım” hesabını yapa durururken, Makbule önce yere sindi, sonra vargücüyle havaya zıpladı, zıplamanın açısını, tanjantını, kotanjantını, sinisünü, integralini iyi hesaplayamadığı için müteahhit arkadaşı yaklaşık yarım metre teğet geçerek, yere dört ayak üzerine düşüverdi…

Bu teğet geçme durumunu fırsat bilen müteahhit arkadaşımız, “nasılsa göz deliğinin ölçüsünü aldım, şimdi gideyim inşaat malzemelerini alıp döneyim” edasıyla hızla evin balkon kapısına yöneldi ve sitenin arkasındaki çayırlığa doğru kanat açtı…

Makbule hâlâ sokak kapısının göz deliği önünde sotaya yatmış vaziyette müteahhit arkadaşın dönmesini bekliyordu… Ama bilmiyordu ki, evin camlarını ve balkon kapısını sıkı sıkı kapatmıştım o arkadaşın bir daha eve dönmesi zor olacaktı…

Ancak yarından sonra neler olur bu evde bilmiyorum…

Dün akşam üstünden gecenin ilerleyen saatlerine kadar Makbule’yi yatağa yanıma getiremedim… Hane kapısının önünde dün gece 1-3, 3-5 nöbetleri tuttu…

Kızçemden bugün bana hayır yok, tüm gün uyur artık garibim…

Ben olacakları yine size raporlarım, merak etmeyin, beni izlemeye devam edin…

Çünkü bu hikâye burada bitmez, daha önümüzde koca bir yaz var…

Hadi şimdilik hoşçakalın…

Not: Geçen seneki yazımı da paylaşayım hadi... Belki okumamış olanlar olabilir, müteahhit arkadaşı daha iyi tanırsınız...

http://ertanyurderi.blogspot.com/2016/09/milletin-derdine-bak-bir-de-benimkine.html