3 Aralık 2017 Pazar

Maskeli balo

 


"... İyiliği gösteriş için, dostlarını çıkarları için, SEVGİ'yi hevesleri için ve zamanı da sadece kendi mutlulukları için kullananlar bilsin ki; Tanrı gizlenen niyetleri de, yürekleri de çok iyi bilir.

İyiliğin altında gizlenen kötülüğün de, samimiyetle yapılan iyiliğin de karşılığını fazlasıyla verir...
Her şey er ya da geç, gerçek kendi kimliğine bürünür. Siyah beyazdan, yalan gerçekten, sahtelik sadelikten ve samimiyet de basitlikten elbet bir gün ayrılır...
Bu yüzden yaşanan olaylar bazen acıtsa da canımızı, gün gelir yüze hoş görünüp de, arkamızdan oyun oynayanların maskeleri de düşer elbet.
Gölgenin aydınlığa kavuştuğu o günde kimin insan olduğu ve kimin insanı oynadığı anlaşılır elbet.
Hiç kimse içindeki SEVGİ'yi de, gizlediği nefreti de asla sonsuza kadar saklayamaz...
Gıybet yaptıkça batıyor, maskeleriniz ise teker teker düşüyor... İkiyüzlülüğünüzden vazgeçin artık..,
Böyle biline... "
( ~ )

7 Haziran 2017 Çarşamba

Radyo Bozcaada



“Adanın rüzgârını müzikle fısıldıyoruz” diyor internet üzerinden dinlediğim radyo kanalı… Ve ekliyor; 

“Derler ki .. gözlerinizi kapatıp dinlerseniz, ruhunuzu adanın sokaklarında gezerken bulursunuz. Hatta rüzgârını bile hissedersiniz...”  

Radyoda ağırlıklı olarak Rembetiko, Jazz ve Dünya klasikleri çalıyor… Arada bir de rahatsız etmeyen Türk Pop’undan güzel eserler…

"Hangi radyo bu?" dediğinizi duyar gibiyim… Radyo Bozcaada’dan bahsediyorum… 

Bozcaada’yı görmek kısmet olmadı bugüne kadar bana… Arabamla Türkiye’nin en uç burnu Babakale Köyü’ne, ardından Behramkale (Assos) birkaç kez gidip dönerken Geyikli’ye de uğradım mecburen ve Bozcaada’ya giden geminin kalktığı Odunluk İskelesi’nin önünden de geçtim… 

Ancak adaya bugüne dek geçmeme nedenimi bilmiyorum… Geçebilirdim oysa… Belki daha zamanı gelmemiş olabilirdi… Belki de oraya götüreceğim kişi yanımda olmayabilirdi… Dedim ya, gitmeme/gidememe sebebini bilmiyorum…

Kısaca; bir şekilde görebilirdim oraları da… Arkadaşlarımın anlattıklarıyla ve adayla ilgili okuduğum gezi makaleleriyle ve fotoğraflarla hayal ediyorum adayı… Ha bir de gözlerimi kapatıp dinlediğim radyo kanalıyla ruhumu adanın sokaklarında gezindiriyorum bir şekilde…

Bu arada yaşadığım bölge Didim’in neden böyle bir radyosu yok anlamıyorum… Karşımızdaki Bodrum’da yerel ve ulusal yayın yapan radyoların baskısı burada çok hissediliyor hemen her FM radyo frekansında… Hatta yakınımızdaki Yunan adalarından bile tatlı tatlı esintilerle rembetiko müzikleri karışıyor bu frekansların içine… Onları da zaman zaman zevkle dinliyorum… Didim'in böyle bir yayın yapan radyosu yok... Olmalı, kesinlikle...

Neyse siz de benim gibi Türkiye’nin ya da dünyanın neresinde olursanız olun Radyo Bozcaada’yı dinleyip, ruhunuzu adanın sokaklarında gezdirip, rüzgarın esintisini teninizde hissetmek isterseniz şayet www.radyobozcaada.com üzerinden dinleyebilirsiniz… Kimbilir belki de ruhlarımız bir şekilde karşılaşır oralarda ne dersiniz? 🙂 

Hepinize iyi dinlemeler… 🙂


 

5 Haziran 2017 Pazartesi

Gitsem kimin umrunda, kalsam kimin?..

 


“Yaşama paydos” zilleri çalıyor yüreğim,
Son demlerini yaşıyorum kısacık ömrümün..

“Yalanlar âlemine” uğurluyorum tüm birikimlerimi,
Replikler birer birer dökülüp gidiyor gönül US’umdan…

Gerçi gitsem kimin umrunda,
Kalsam kimin?..

Vuslat demi gelince CAN'a 
Ne SEN kalır, ne BEN, ne de BİZ ...
"O" oluruz vuslat demi gelince CAN'ına ...

İşte bu yüzden;

Gitsem kimin,
Kalsam ise kimin umrunda?.. 

(~ kocayurek)


15 Mayıs 2017 Pazartesi

Anne Maymun'un Çığlığı



Sabahları uyanınca kendime gelene dek yaptığım şeylerden biri de bizim haber ajanslarımızın ana sayfalarını gezindiğim gibi yabancı ajansların haberlerine de bakmak oluyor...
Genelde yaşam ve doğa sayfalarında paylaşılanlar benim daha çok ilgimi çekiyor...
Az önce "kendi haberini kendin yap ve paylaş" paylaşım sitelerinden birisinde karşılaştığım bir fotoğraf beni çok etkiledi...
Bu fotoğrafı ve paylaşımı sizlere de aktarayım istedim...
Biz sadece insanoğlunun ağladığını sanırız... Ya bizlerle birlikte yaşamı paylaşan diğer canlılar ağlamaz mı hiç? Elbette onlar da ağlarlar...
Evlerde beslenen minik dostlarımızın ağladığına zaman zaman hepimiz şahit olmuşuzdur... Ancak dışarıda yaşamak zorunda olan, yaşam alanlarını günden güne ellerinden aldığımız diğer canlıların böyle bir anına her zaman şahit olamayız...
İşte aşağıdaki fotoğrafı Avinash Lodhi adlı 31 yaşındaki Hindistanlı bir fotoğrafçı Madhya Pradesh şehrinde çekmiş...
Lodhi, bir anne maymunun yavrusunun bayıldığı sırada ağladığı anı şans eseri yakalamış.
Fotoğrafçılık kariyerinde daha önce hiç böyle bir fotoğraf çekmediğini söyleyen Lodhi, bu fotoğrafı çektikten sonra bir saat konuşamadığını söylemiş...
Fotoğrafı çektikten sonra anne ve yavru maymunun yanına diğer maymunların da geldiğini söyleyen Lodhi’ye göre, yavru maymun birkaç dakika sonra da kendine gelmiş.
Lodhi, fotoğrafı çektiği ana dair şunları aktarıyor bizlere: “Her şey o kadar hızlı gelişti ki, fotoğrafı çektiğim an ne olup bittiğini anlayamadım. Anladığımda ise, yaklaşık bir saat konuşamadım..."

12 Mayıs 2017 Cuma

"Bir Wireless şifresi hikâyesi"...


Geçen gün Didim Kent Meydanı’nda “Kahve Dükkânı”nda oturuyorum… Sıcak çikolatalı kahvemi yudumlarken, kapının önünde son model Opel marka bir araba durdu… İçinden afilli mi afilli bir hatun indi… Yaza uyarlamış kendini, dekolteli, sarışın, makyajlı… Hani bir görenin bir daha dönüp bakasıgillerden bir afet…
Neyse bu hanım kızımız, tezgâha yaklaştı, dükkân sahibi ve sahibesi ile muhabbet etmeye başladı…
Konu; araba konusu…
Altındaki arabanın özellikleri hakkında ballandıra ballandıra bir şeyler anlatıyor… Dükkan sahibi de tüm engin bilgisiyle, hanım kızın kullandığı arabadan da daha iyileri olduğunu, otomatik pilotta kendi kendine gidenini, kendi kendine park edenlerinden falan bahsediyor…
Kızda hava bin beş yüz… Kendi arabasından başka bildiği bir şey yok… Yine de diyor, benim arabam onlara yüz bin fark atar…
Ben de ileride park ettiğim benim emektâra bakıyorum gülümseyerek… O da aynı marka ve üretildiği yılın Almanya’da aile arabası olarak tutulan bir modeli…
Hadi bunları geçtik, kullandığı parfümünü, gittiği kuaförü ve kuafördeki yaşadıklarını anlatmak da ne oluyor… Dedim ya hanım kızımız afilli hatun… Kimseyi taktığı yok… Zaten mekân ufak bir mekân… Arka tarafta bir sinek vızıldasa, karasinek mi, sivrisinek mi olduğunu anlarsınız… Konuşulanlara ister istemez kulak misafiri oluyorsunuz…
Elinde tuttuğu bilmem kaç bin liralık telefonuna sıra geldi… İşyerinin wireless şifresini isteyiverdi…
Dükkân sahibi gayri ihtiyari dedi ki; “Atatürk’ün doğduğu yer ve doğum tarihi”…
İşte bundan sonrasına inanamayacaksınız…
Kızdan gelen yanıtlar…
- Samsun 1919’muydu…
- Sivas 1921…
- Sakarya mıydı ya… Nerde doğmuştu Atatürk… (Bir S’yi hatırlıyor ama bağlantı kuramıyor hangi S ?? )
Benim bu konuşmalar olduğu sırada arkam onlara dönüktü, geriye döndüm bu konuşmaya yüzümü çevirdim… Dükkan sahibesinin eli ağzında, dükkan sahibi de kafasını ellerinin arasına almış “Aman Allah’ım” şaşırmacasında…
Dükkan sahibesi hatırlatmak için “Se-la” diyor, hatırlamasına yardımcı olmak istiyor…
- Selahattin mi? diyor ya…
O kadar çabalamalarına rağmen Atatürk’ün doğduğu yeri bilemedi bu afilli kızımız…
“Selanik” deyiverdi dükkan sahibi usulca…
Kızın yanıtı: “- Eeeee… tarih kaçtı 1923 mü?”
İçimden o an söylenebilecek tüm ayıpçı kelimeler geçiyordu benim de… “Oha, çüş, a… ” ve daha da fazlası…
Sen gel belli yaşa, eğitimli ol, ehliyetini al, baban ya da sevgilin mi artık kimse o, altına son model araba çek, makyaj yap, sür sürüştür dekolte giy, etrafına bilmem kaç bin liralık telefonunla hava at… Bu kadar önemli bir şeyi bileme…
İşte ne yazık ki Türkiye’nin getirildiği durum bu… Boş kafalı, eğitimli görünümlü, cahil mi cahil bir genç nesil insanı…
İçim acıdı gerçekten… Yazacağım dedim bunu… Paylaşacağım dedim…
Acilen eğitim sistemine el atılmalı, millet Mars’a gitmeyi düşündüğü şu teknoloji çağında eğitime daha fazla ağırlık verilmeli…
Okullarda artık ne eğitimi görülüyor bilmiyorum ama, kölelik çağına ayak uydurulmuş modern görünümlü boş kafalar böyle ortalıklarda dolaşıveriyorlar…
Allah sonumuzu hak getire… Gerçekten acınalısı durumdayız…

4 Mayıs 2017 Perşembe

Milletin derdine bak, bir de benimkine - Böceksel Sınav (2)

Câaaanım ülkenin bu bölgelerine de bahar iyice geldi artık... Yazın da gelmesi an meselesi, eli kulağında sayılır... Bu arada börtü böcek de kış uykusundan uyandı, ortaya çıktılar...

Bizim geçen seneki malûm müteahhit arkadaş da yeniden ortalıklarda görünmeye başladı...

Bir iki vız vız etti cam ve balkon kapısı önünde... İçeriye girip ev durumunu kolaçan etmek istedi istemesine de ancak bu arkadaşın bilmediği bir şey vardı artık bu evde... O da evin kuyruklu kızısı, annesinin kuzusu Makbule...

Balkon kapısını ve camlarını açık gören bu arkadaş "Fırsat bu fırsattır, Ya Allah, Bismillah" deyip evin içine balıklama vaziyette atraksiyon yapmak isterken, kapı önünde önce şaşakaldı, sonra da donakaldı...

"Bu da ne ulan?" deyişini vızıltısından anlardınız, dinleseydiniz…

Makbule'nin gözleri o sırada ferfecir okuduğu için odaya "Allah Allah" nidalarıyla dalmak isteyen bu arkadaşı, daha kapının girişinde Mehter miyavlamasıyla karşıladı...

O sırada bu arkadaş eve girmek istediğine mi yansın, yoksa peşinden kovalayan Makbule'nin pençelerinden kendini zor kurtardığına mı sevinsin bilemedi, bir an ... Ama hiç istifini bozmadan evin içinde uçmasına devam etti…

Derken 80 metre kare evin içinde kısa mesafeli de olsa engelli bir maraton koşusudur başladı...

Tabii ki bu sırada Makbule de trapez ustalarını ve yüksek atlama ustalarını kıskandıracak şekilde havada üç parande, ters ikili parende, yükseklere kadar zıplama performansı gösterdiği için kendi derecesini egale etmesine rağmen bu arkadaşa bir türlü ulaşamadığı için gözden kaybetti...

Makbule’nin bu durumu sebebiyle müteahhit arkadaşın üzerine rehavet çöktü, o sırada gitti hane kapısının göz deliğinin üzerine kondu ve orayı örme ölçülerini almaya çalışırken, Makbule de o sırada bana bakıyordu meraklı gözlerle…

- Nerde o arkadaş baba gördün mü? yüz ifadesi güzel kızımın suratına tam çökmüşken, parmağımla kapının göz deliğini işaret ediverdim, pis pis sırıtarak…

Sırtını bize dönmüş müteahhit arkadaş da az sonra başına geleceklerden habersiz, “şuraya şu kadar harç lazım, buraya bu kadar çamur lazım, şu aralığa şu kadar fayans lazım” hesabını yapa durururken, Makbule önce yere sindi, sonra vargücüyle havaya zıpladı, zıplamanın açısını, tanjantını, kotanjantını, sinisünü, integralini iyi hesaplayamadığı için müteahhit arkadaşı yaklaşık yarım metre teğet geçerek, yere dört ayak üzerine düşüverdi…

Bu teğet geçme durumunu fırsat bilen müteahhit arkadaşımız, “nasılsa göz deliğinin ölçüsünü aldım, şimdi gideyim inşaat malzemelerini alıp döneyim” edasıyla hızla evin balkon kapısına yöneldi ve sitenin arkasındaki çayırlığa doğru kanat açtı…

Makbule hâlâ sokak kapısının göz deliği önünde sotaya yatmış vaziyette müteahhit arkadaşın dönmesini bekliyordu… Ama bilmiyordu ki, evin camlarını ve balkon kapısını sıkı sıkı kapatmıştım o arkadaşın bir daha eve dönmesi zor olacaktı…

Ancak yarından sonra neler olur bu evde bilmiyorum…

Dün akşam üstünden gecenin ilerleyen saatlerine kadar Makbule’yi yatağa yanıma getiremedim… Hane kapısının önünde dün gece 1-3, 3-5 nöbetleri tuttu…

Kızçemden bugün bana hayır yok, tüm gün uyur artık garibim…

Ben olacakları yine size raporlarım, merak etmeyin, beni izlemeye devam edin…

Çünkü bu hikâye burada bitmez, daha önümüzde koca bir yaz var…

Hadi şimdilik hoşçakalın…

Not: Geçen seneki yazımı da paylaşayım hadi... Belki okumamış olanlar olabilir, müteahhit arkadaşı daha iyi tanırsınız...

http://ertanyurderi.blogspot.com/2016/09/milletin-derdine-bak-bir-de-benimkine.html

13 Nisan 2017 Perşembe

Neden kitap çıkartmıyorum?..


 

Zaman zaman ailem ve bir çok kadim dostum bana şu soruları soruyor:  “Artık şiirlerini ve yazılarını bir yerde toplamanın ya da yayınlamanın zamanı gelmedi mi? Bir çok dostun ve arkadaşların yazılarını ve şiirlerini kitap olarak yayınladılar, sen ne zaman yayınlamayı düşünüyorsun ve bla bla bla, bla bla bla, bla bla bla…” 

Ben yazmaya başladığım günden bugüne kadar o kadar çok dağıldım ve dağıttım ki yazılarımı ve şiirlerimi… Onları ileride bir kitap haline getirmeyi düşünmediğim için olacak ki hiçbirini biriktirme gereğini de duymadım…  Artık şu saatten sonra, bir araya getirmek istesem de toplayamam ki onlarca yazdığımı…

Onlar, o yazılanlar .. artık onlara ihtiyacı olanların oldu… 

Şilili ünlü şair Pablo Neruda'nın yaşamından hayâli bir kesitin anlatıldığı 1994 yapımı "Postacı" (Il  Postino) filmini izleyenler şu sahneyi  çok iyi hatırlarlar belki… Postacı Mario, Pablo Neruda’ya der ki o sahnede;  "Şiir, yazanın değil, ona ihtiyacı olanındır…"

Evet, ben de yıllardır yazılar ve şiirler yazdım ve paylaştım pek çoğunu pek çok yerde… İhtiyacı olana gitti o an çoğunluğu… Sanal âlemde bambaşka adlarla yine bana döndü çoğunluğu…

O yazılanlara  ihtiyacı olanlar, alacağını almışlar mıdır, almaya devam ediyorlar mıdır bilmiyorum… Varsın alsınlar, ya da almasınlar… Onların her biri benim olmaktan çıktılar, her biri benim değiller ki artık…

Bundan sonra yazacaklarıma da kocayürek mahlasımı yazsam ne olur, yazmasam ne olur?.. Sonuçta onlar da benim olmayacak, ona ihtiyacı olanların olacaktır… Varsın oluversinler…

Bu kubbede hoş bir sadâ, hoş bir iz, yüreklerde hoş bir his bırakabilmişsem ne mutlu bana … O kocayüreği konuşturdukları için çok teşekkür ediyorum hepsine… 

Neyse işte, bunları yazıp bir nebze de olsa kendimi rahatlatmak istedim sanırım… 

Kafanızı şişirdim ise affola… Saatler, günler, haftalar, aylar ve yıllar hayrola… 🙂

2 Mart 2017 Perşembe

Super Bock Birası ...

 


Yeni delikanlılığa adım attığım 70’li yılların ikinci yarısında Beyoğlu’na çıkar ya Çiçek Pasajı’nda ya da pasajın biraz ilerisindeki “Bacanak”ta buz gibi Arjantin’leri kafaya diker eve öyle dönüp gelirdim… 

Tabii ki ilk içtimayı kapıda anneme verirdim…

- Sen yine bira mı içtin?

- Evet anne…

- Bok da içseydin…

Şimdi şimdi anlıyorum rahmetli annemin neden öyle dediğini… Demek ki kadının bir bildiği varmış… Şimdilerde ise süperleri bile varmış ... 😃

Makbule ile uykudayken dizi seyretmek!..

 


Arkadaş, Makbule eve geldi geleli, hep aynı şey oluyor... Ne doğru dürüst TV, ne film, ne dizi seyredebiliyorum...

Filmimi ya da dizimi indirmişim, koltukta yerimi hazırlamışım, yanıma çerezimi, içeceğimi almışım... Ayaklarımı bir güzel uzatmışım... 

Pat Makbule, oturduğu yerden kalkıp kucağıma gelip, tünüyor...

Oh ne güzel şimdi ikimiz birlikte film seyredeceğiz derken Makbule anında "mırrr"lamaya geçiyor... O "mırrrr"ladıkça benim içimdeki "Ommm" sesi devreye giriyor, yavaş yavaş gözler kapanıyor, sonra Makbule ile astrala çıkıveriyoruz...

Bugün de öyle oldu... 43 dakikalık "The Blacklist Sezon 4 Bölüm 13"ü saat 13.00'de seyretmek için koltuğun karşısına geçtim... O da ne? Bir uyandım saat ertesi gün 02.00 olmuş, bizim "Bölüm 13" hâlâ devam ediyor... 

Benim Dark HD Player'ın özelliği, şayet ayar yapmazsan, seyrettiğin film bitse bile, dön başa dön başa yapıyor...

Ara ara astraldan dünyaya düşerken gözlerimi açıyorum, bölümün bir kısmını seyrediyorum, gözlerimin açıldığını ve kıpırdandığımı hisseden Makbule başlıyor "MIRRRR"lamaya... Hayda hop ben yine çıkıyorum astralime...

Az önce de o kadar saat sanki hiç uyumamışız gibi, beni yatak odasının kapısına kadar götürdü, "Hadi yatalım" dercesine...

"Kızım o kadar saat zaten uyuduk, uykumuzu aldık, bu saatten sonra ne uykusu" dedim... Yüzüme anlıyormuş gibi bakarak, "Hayır, illa ki yatalım" dedi... Bu kız uyumaya doymuyor ki...

İşi gücü beni uyutmak, uyutmak, uyutmak... Bu satırları yazarken bile rahat vermiyor, klavyeyi birlikte kullanıyoruz...

kulitü4ır95rkuzujzç .jbz82dorx (Bu satırları o yazdı, ben yazmadım)

Hadi en iyisi ben yine Makbule'yi dinleyeyim, gidelim yatalım, artık ne kadar uyuyabilirsek birlikte... Gerçi ben uyuyamasam bile o şimdi beni çabucacık astralime çıkartıverir mırrrrlamasıyla...

Biz hep birlikte yatıyoruz cümbür cemaat anacığım, sabahlayacak olanlara da iyi sabahlamalar ... 😃

27 Şubat 2017 Pazartesi

Oscar töreni ardından...

 


Benim film merakımı tanıyan herkes bilir... Artık sayısını unuttum, terrabyte'lar dolusu film, dizi ve belgesel arşivim var, büyük çoğunluğunu seyretmişimdir, az bir kısmını da bir gün seyrederim diye CD'lerde DVD'lerde saklamışımdır hep... Hollywood, Bollywood derken filmlerdeki hayatlar gibi hayatları yaşayıp gidiyoruz sanki hepimiz bir şekilde...

Dün akşam Oscar törenini canlı izlerken şunu farkettim ki artık her paylaşım evrensellik ötesi... Sanat ve sanatçılar bizlere insan olmanın evrensel değerlerini anlatmak için varlar... Sevginin birleştirici gücünü anlatıyorlar eserlerinde... O ünlü sanatçıların hepsi evimizin ağabeysi, kızkardeşi, teyzesi, halası, annesi ve babası gibiler... Onları canlandırdıkları karakterlerle birlikte kendi gerçek kimliklerini de gerçekten çok seviyorum ben...

Bugüne kadar ödül kazananların yaptıkları konuşmaları izlediğimde de bu dünyada bizler gibi kişi ve grupların sevgi ve barışın tüm dünyada etkin olması için çaba sarfettiklerini görünce büyük mutluluk duyuyorum...

Demek ki bu dünyanın tüm kötülüklerine rağmen (!!!) büyük bir elit grup ve yürekleri sevgi dolu insanlar topluluğu hâlâ varlar ve yaşıyorlar ve özgürce konuşup kendi ülke yönetimlerini bile rahatça eleştirebiliyorlar...

Tüm dünya halkının özgürce düşüncelerini ifade edebileceği, sevginin tüm dünyayı kuşattığı huzur ve güvenli yaşam gelecek kuşaklara da nasip olur umarım...

Buna insanlık olarak çok ihtiyacımız var gerçekten...

16 Şubat 2017 Perşembe

Garip bir rüya




" .. Sokağın köşesini dönünce, önümde yürüyen bir kedinin sokağın sessizliğini bozan miyavlama sesiyle irkiliverip, öylece olduğum yerde donakaldım... Karşı köşedeki eski evin camında beliren silüet, bana o'nun da içeride olabileceği ihtimalini aklıma getirdi... İçimdeki sıkıntı bir anda eriyip, gitmişti ama hayal miydi  gördüğüm yoksa yanılsamalar içinde miydim bilmiyorum... Yola çakılı kaldığım yerden adım atmaya çabaladım, nafile... Yürüyemiyordum... Bağırmak istedim, bağıramıyordum... Dizlerimin üzerine çöküverdim... Kedi çoktan uzaklaşmıştı sokaktan, ancak miyavlama sesini yanıbaşımdaymış gibi duyuyordum..."

Birden doğruldum... Gözlerimi açtım... Oturduğum koltukta biraz şekerleme yapmışım... Benim kuyruklu güzel kızım Makbule, kulağımın dibinde miyavlayıp gördüğüm rüyadan beni uyandırmaya çalışıyormuş meğersem... Bir daha bu kadar dikkatli fotoğraflara bakmayacağım, rahatladım yahu... 😃