2 Aralık 2020 Çarşamba

Sevdiklerimizi BİR'er BİR'er kaybederken ...

 


1, 3, 5 .. sevdiklerimizi BİR'er BİR'er kaybediyoruz gözle görünmeyen, mikroskopla bile zor görünebilen bir virüs yüzünden... İşte o minik virüs, tüm sevdiklerimizi elimizden BİR'er BİR'er alıyor... Sevdiklerimiz yitip, gidiyor .. o güzel insanlar AT'larına bile binemeden, yaşamlarının en verimli çağında, güzel yaşamlar süremeden ebediyet denilen yere hızla göç ediyor...

Korkar oldum Facebook sayfamı açmaya artık... Bilmem kaç küsur tanıdık veya dost edindiğim insanlar var sayfamda... Her birinin ya anası, ya babası, ya dedesi, ya kardeşi, ya amcası, ya dayısı ve diğerleri .. BİR'er BİR'er hayatını kaybediyor bu virüsten dolayı... Günde en az 20-30 kişinin profil sayfasına taziye mesajı yazarken, üzüntüm denizleri aşıp, okyanuslara ulaşıyor... Boğazım her defasında düğümlenmekten helak oluyor... Yaklaşık 8 aydır gözpınarlarımda akacak yaş, süzülecek damla kalmadı... O kadar çok dost kaybettim ki bu arada... Kimi askerlik arkadaşımdı, kimi eski çalıştığım iş arkadaşımdı, kimi de tanıdığım ailelerin büyükleri ve tanıdıklarıydı...
Facebook profilleri gazetelerin ölüm ilanları verilen sayfalarına ve taziye yerine dönüşüp dururken, her akşam vaka sayıları ve ölüm sayıları katlanırken, insan nasıl aklı selim yaşam tarzı düşünebilir ki artık...
Yaşlar 50'nin üzerini aşıp 60'lı yaşlar 70'li yaşlara ulaşan biz yaştaki insanlar bu durumlardan daha fazla etkilenirken, vurdumduymaz diyeceğimiz bizlerden yaşça genç insanların umursamazlığı da işin içine eklenince .. asap katsayılarımızın direnci zayıfladıkça zayıflıyor...
Kimseye bir şey anlatamıyorsun ki... Herkes birbirinin katili haline dönüştürülürken (hatta dönüşmüşken), önlem alma lüksünden uzak hayat sürenlerin yaşam tarzları, insanı çileden çıkartıyor...
Elbette bu duruma gelinmesinde siyasilerin de katkısı çok... Bilim kurulunun da... Vesairesinin de... Doğru dürüst anlatılamayan öldürücü bir salgınla mücadele verilirken her şey açık açık halka anlatılmalıydı... Anlatılmalıydı ki halk önlemini iyice alabilsin...
Sadece haber saatlerinde ve kanallarında bunlar anlatılmayacaktı ki... Haber seyreden kaç kişi bulabilirsiniz gençler arasında... Haber saatlerinde millet gidiyor absürd kanal seyrediyor, müzik dinliyor vs. vs...
Bu bir sürü yüzlerce absürd TV kanalının tamamı günde 10'ar dakika aynı anda, aynı saatte, (herkesin en çok seyrettiği saatte) ortak yayına geçip, milletin gözünün içine baka baka .. "Önlem alın, almazsanız ÖLÜP gidersiniz" bilincini yayacaklardı... Bunu da sık sık yapacaklardı... Bu kamu spotu halinde olacaktı... Bunu böyle yapmadılar ne yazık ki... Birkaç kendini bilen kanal kamu spotu yayınladı o kadar...
Sağlık Bakanı her gün öyle bir konuştu ki aylardır; sanırsınız önemsiz bir salgın var. Önlem almaya gerek yok. Yaşam tarzını değiştirmeye gerek yok...
Neyse fazla çene yaptım biliyorum bu satırlara kadar, hep bilinen söylemler benimkisi... Okuduğunuz için teşekkür ederim...
Ebediyete göç etmiş tüm tanıdık ve sevdiklerimizin yolu ışık olsun, mekânları cennet olsun... Sevdiklerini kaybedenlere de sabırlar ve metanetler diliyorum...
Kendinize iyi bakın, sağlıkta kalın, sağlıklı kalın...

19 Kasım 2020 Perşembe

Eskiden Boğaziçi Köprüsü'nde gezilirdi...

 


Yıl 1970'li yıllar. Yer: Boğaziçi Köprüsü... O yıllarda köprü üzerinden yürüyerek Avrupa'dan Asya'ya, ya da Asya'dan Avrupa'ya geçmek moda haline gelmişti. Aileler çocuklarını alıp köprü üzerinde cümbür cemaat yürürlerdi. O zamanları hatırlayanlar bilirler. Köprü altına gelip 1 liralık bilet alıp hızlı asansörlerle köprüye çıkılır, köprüde bir tur attıktan sonra aşağıya inilirdi.
Alttaki siyah beyaz fotoğraftaki kişi benim. Yaşım 15 veya 16. Yıl 1974 veya 1975 olacak. Köprü üzerinde asık suratla siyah parkamla fotoğraf çektirmişim. Yan tarafımda silahlı polis vardı ve bana ters ters bakıyordu. 😊



17 Ağustos 2020 Pazartesi

YIL 1999. VE O MALÛM GECE... (17 Ağustos 1999)




O malûm gecede Büyükçekmece'deki yazlığımızdaydık... 02.50 civarında yan odada yatağında uyuyan kızım bağırarak ve ağlayarak yanımıza geldi... Korkunç bir rüya gördüğünü söylüyordu... Onu aramıza aldık ve sakinleştirerek uyumaya devam ettik...

Ve o an geldi çattı... 03.02'de başlayan ve hayatta kalma mücadelesi verdiğimiz tam 45 saniye idi tek hatırlayabildiğim...

Yatağımızdan üçümüz de kalkamıyorduk... Evin kolonları ve kirişleri sanki birbiriyle yer değiştirircesine büyük bir uğultuyla uğulduyordu...

Dua etmemizi söyleyebildim sadece... Birbirimize sarıldık... Ölümü burnumuzun ucumuzda hissettik... Birkaç saniye daha sürse bugün bizler de hayatta olmayabilirdik belki de.

Evimizin penceresinden Avcılar bölgesinde büyük bir ışık huzmesi gördük...

45 saniye sonra yataklarımızdan hızlıca fırladık ve kendimizi dışarıya zor bela attık...

Artçılar birbiri ardına geliyordu... Yanımda olan araç telsizimi hemen arabama monte edip, haber almaya çalıştım...

Aldığım haberler hiç iç açıcı değildi...

Önce kendimi sakinleştirdim, sonra eşimi ve çocuğumu yanıma alarak, oda anahtarı cebimde olan İstanbul İl Sivil Savunma Müdürlüğü'nün Firuzköy'deki tesislerindeki TRAC (Telsiz ve Radyo Amatörleri Cemiyeti İstanbul Şubesi) 'ın merkez yerine doğru yola çıktım...

Yolda gördüklerimiz korkunçtu... Anlatılması zor.

Zar zor şekilde Firuzköy'deki İstanbul İl Sivil Savunma Müdürlüğü'ne ulaştım... Derneğin telsizlerini aktif hale getirip, telsiz çevrimine başladım...

- Beni duyan var mı? Sesimi duyan var mı?.. diye çağrı yapmaya başladım.

Elbette vardı... Sesimi duyan birileri vardı.

Ancak aldığım acı haberlerin ardı arkası kesilmiyordu...

Gün ışıkları etrafı aydınlatırken, acı gerçekler de birer birer ortaya çıkıyordu...

O anları ve sonrasını asla unutamam...

Büyük trajediler yaşandı ... Sessizce...

O zamanları yaşayanlar elbette bu yaşadıklarını hiçbir zaman unutamayacaklar... Tıpkı diğer yerleşim yerlerinde aynı durumları yaşayanlar gibi...

Doğal felaketler, büyük yıkımlar getiriyor her yönden...

Oysa doğa kendini yeniliyor, insanoğlu onun dengesini bozmaya çalışırken...

Anlatılabilecek daha çok şey var o günlere dair... Hepsi o AN'ın içinde yaşanmış olan...

Şu an hepsi o AN'ın içinde kalsın... Tekrarı yaşanmasın.

Hep deriz ya; "Bu son olsun" diye... Ancak heyhat, bu ne acayip bir cümle... Deprem kuşağı üzerinde yaşam süren ülkenin bireyleriyiz. Bu SON'lar hiç bitmeyecek, çekilen acılar da...

O AN'lara şahit olanlar, bahşedilmiş bonus ömürleri yaşıyor aradan geçen 21 senedir...

O gün aramızdan ayrılanlara ve sonrasındaki travmalarda hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet diliyorum, hepsinin mekânları cennet olsun...

İşte böyle... 😪

(Not: Yukarıdaki fotoğraf o günlere dair. İstanbul İl Sivil Savunma Müdürlüğü'nün Firuzköy'deki tesisleri. Bina içi güvensiz diye dışarıya kurduğumuz telsiz istasyonunun başında acil haberleşme nöbetindeyim, diğer istasyonlarla iletişim halindeyim.)

7 Ağustos 2020 Cuma

“ .. Ya Ölüm, Ya Kalım!.. Karar Sizin!..”


Korona üzerine konuşulacak söz hiç biter mi?.. Bitmez elbet... Konu bitmedikçe bize de yazmak düşer... 


Bu sene ailecek Didim'de
öyle bir "Kurban Bayramı" dönemi geçirdik ki, şaşarsınız... Bayram öncesi 4 günlük ev ihtiyacımızı karşıladık ve sanki "sokağa çıkma yasağı" uygulanmışcasına evde 4 gün hapis hayatı yaşadık...

O ne kalabalıktı
öyle? Didim'in tüm kıyıları ve koyları tıklım tıklım doluydu. Sosyal mesafe ve maske kullanımı da hakgetireydi...

Eh T
ürkiye'nin hemen hemen her yerinde durumlar aynı olunca, salgının ikinci ayağının gelmesi çok muhtemeldi .. ki şu anki durum onu gösteriyor... Türkiye'nin hemen hemen her ilinden kritik uyarılar geliyor... Daha bu sabah gazetelerin internet sitelerinde bulaş yaşayan illerden veriler paylaşıldı. Tablo yavaş yavaş ortaya çıkıyor...

Elbette tabloya etki eden sadece bayram da değil... G
ünler öncesi onbinlerce kişi Sultanahmet Meydanı'nı doldurmuş, Ayasofya'nın cami olarak ibadete açılışına katılmıştı. Rakamı Cumhur'un başı açıklamıştı... Sayı 350 bin civarıydı... Eh bu sayıyı en az 4 (dört) ile çarpmak gerekiyor. Ve çıkan sayıyı da yine 4 (dört) ile çarpmak gerekir ki, bulaş sayısına ulaşabilelim...

Bunlardan bazıları bayram dolayısıyla sayfiye yerlerine de gittiler... Bayram ziyaretlerine birbirlerine de gittiler...

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, korona vir
üsü tedbirlerinin önemine ilk günden beri vurgu üzerine vurgu yapıyor... Kullandığı dil o kadar kaliteli, kibar ve ağdalı ki... Sosyal medyadan yaptığı paylaşımlarını okuyanlar sanki bu ülkede bu süreç çok güzel geçiyor gibi bir anlam çıkıyor...

Örneğin bugünkü Twitter'daki mesajında şöyle demiş: "Bugün maske takmayan, yarın Covid-19'un gerçek yüzünü görebilir"...

Bence; sadece bug
ün değil hiçbir gün maske takmayan bir kişi, eninde sonunda ebesinin örekesini görebilir...

Bizim millet b
öyle "tatlı sözler" duyduğu zaman, karşısındaki kral bile olsa TAKMAZ, karşısındakini hiç önemsemez...

Bence bu milletin kafasına DANK ettirecek S
ÖZ'ler ve yeni cümleler bulmak gerek... "BUGÜN MASKE TAK, ÖLÜM SANA TAKMADAN"... Ya da "BUGÜN MASKE TAKMAYANA, YARIN PAMUK TIKARLAR" gibi gibi veciz sözler üretilebilinir... Bu tür sözler ve cümleler HALK üzerinde daha etkili olur…

Fahrettin Koca
önceki mesajlarından birinde "Bu devirde, yakın mesafe cana yakınlık değil. Ne olduğunu, akciğeri su toplayanlar keşke anlatabilse..." demişti. Bizzat aynı durumu ben bir sene önce yaşadığım için anlatmak istiyorum...

Bir sene
önce (2019 yılı) Şubat ayında durup dururken bir anda sağ tarafımda bir ağrı oluştu. Ben ilk önceleri gaz sıkıştırması sandım. Daha sonra ne yaptımsa bu ağrıyı dindiremedim ve gittikçe bu ağrım artmaya başladı. Didim Devlet Hastanesi'nin Acil Servisi'ne ambulansla gittim. İlk gidişimde grip belirtisi diye bir ağrı kesici ve birkaç ilaç yazarak eve gönderdiler. Eve geldim, ilaçlarımı kullanmaya başlamıştım ki, o günün akşamı ağrı şiddetlenerek beni soluk alamaz hale getirdi... Yine ambulans çağırdık ve hastaneye kendimi zor attım. Şansıma o tarihlerde Covit belası yoktu (belki de vardı, bilmiyorum). Hemen oksijen maskesi takıldı yüzüme, bir gün önceki tahliller yeniden yapıldı ve yeniden ağrı kesiciler yapılarak eve gönderildim ve ertesi gün Poliklinik'te Göğüs Hastalıkları Bölümü'nde o yapılan tetkikler sonucu Pnömoni (Zatürre) başlangıcı olduğumu öğrendim...

Soluk alamamak
çok zor bir şey... Resmen boğuluyor gibi hissediyorsunuz kendinizi... Dünya değiştirecek gibi oluyorsunuz, şaftınız kayıyor resmen... Bu durumu bir sene önce ben de yaşadım...

Fahrettin Koca demiş ya; "Akciğeri su toplayanlar keşke anlatabilse" diye... Ben
çok az bir bölümünü anlattım... Bunu ancak yaşayan ve çeken bilir...

Şimdiki pandemi s
ürecindeki Covit-19 belası daha fazlasını yapıyor insanlara... Soluk aldırmıyor ve entübe hale dönüşüveriyorsunuz... Boğazınıza bir  hortum takılıyor ve öyle soluk almaya başlıyorsunuz... 2 tür kurtuluşunuz var... YA ÖLÜYORSUNUZ, kurtuluyorsunuz... Ya da şansınız yaver gidiyor, bir şekilde ÖLÜMDEN KURTULUYORSUNUZ... Yani yazımın başlığı gibi "Ya Ölüm, Ya Kalım" hali yaşıyorsunuz...

Fahrettin Koca twitlerinden birini daha paylaşıp yazıma son vereyim isterseniz... Demiş ki yine kibar dille muhterem; "Hayatımızın y
önetimini salgına mı bırakacağız, yoksa tedbirlerle salgını biz mi kontrol altına alacağız. Başarabiliriz. Tedbirde teyakkuz istiyoruz..."

Yukarıdaki Koca'nın s
özlerinden ne anladınız? Kaymaklı şöbiyet ya da sütlü nuriye tadında konuşan bakanın bu konuşması ne derece etkiledi sizi? Tedbir alacak mısınız? Korona'ya yakalanmamayı başarabilecek misiniz? Saldım çayıra, mevlam bizi kayıra bir hayat sürmeye devam mı edeceksiniz? N'apacaksınız Allahaşkına söyleyin...

Artık bu durum "Ya
Ölüm, Ya Kalım!.." meselesi... Karar sizin keyfinize kalmış... Ya gerekli tedbirleri alarak salgını kontrol altında tutup yakalanmamayı becereceksiniz; ya da umursamayıp ağır hasta olmayı, belki de entübe olmayı kabullenip, dört kolluyla birlikte istikamet Karacaahmet'i düşünmeye başlayacaksınız... Hakkınızda hayr'lısı Türkiye’m…