18 Nisan 2007 Çarşamba

Bekir Coşkun'un anlatamadıkları ...



Bekir Coşkun dünkü yazısına “Sen gidersen…” diye bir başlık atmış… Bunun sebebini de bir okuyucusunun (B.Coşkun’a göre) “Kimi haksız suçlamaların etkisinde kalıp ya da öylesine Hürriyet’e kızıp gönderdiği ‘Hoşçakalın’  maili” üzerineymiş… Bekir Coşkun bu “hoşçakalın”  maili üzerine çok üzülmüş. Gazete mutfağının içindeki çalışanların yaşadıklarıyla, kendi yaşadıklarını kısa ve öz cümlelerle çok güzel ifade etmiş… Gerçekten de geçmişte basında çalışan, bir basın emekçisi olarak ben de kendisine hak veriyorum…

Aslında bu  “Hoşçakalın” kelimesinin ardındaki gerçeği Bekir Coşkun yazısında tam anlatmamış, ya da anlatamamış… Ya da anlatmak istememiş…

Bu yazısının nedeni nedir diye hiç sordunuz mu kendinize? Hadi şayet sıkılmazsanız bir de benden dinleyin… Nedir çok sevdiğimiz ağabeyimiz Bekir Coşkun’un dile getiremedikleri…

Ben Yahoogroups’ta onlarca mail grubuna üyeyim. Bu mail gruplarının içinde benim için çok özel olanları da var elbette… Bugün mail kutuma bu özel gruplardan çok sevdiğim bir dostumdan mail geldi ve Bekir Coşkun’un dünkü yazısını neden kaleme aldığını hemen anladım…

Sizlere de anlatayım…

Bu mail şöyle başlıyor:

“Arkadaşlar,

Saygıdeğer medyamızın uzunca bir süredir yanlı yayın yaptığını zaten hepimiz biliyoruz. Cumhuriyet Mitingi öncesi ve sonrası süreçte nasıl bir tavır takındıklarını da biliyoruz. Medyamız 14 Nisan’da sınıfta kaldı.

Ama toplu olarak bir tepki göstermezsek bu enerji boşa akıp gidecek.

Ben ve birkaç arkadaşım dün aşağıda e-mail adresi bulunan tüm Hürriyet Gazetesi yazarlarına, gerekçelerini de kısaca anlatarak ‘Kendilerine bir çeki düzen verene kadar Hürriyet Gazetesi satın almayacağımızı’ bildiren mesajlar attık. (Bekir Coşkun ve Emin Çölaşan Bey’i bu eleştirilerin dışında tutarak kendileri ile vedalaştık.)

 ………
 ………

Mail tabii bu kadar satırla bitmiyor. Alıntılar yaparak devam ediyorum…

“Sayın Bekir Coşkun bugünkü köşe yazısında bu konuya değinmiş. Umarım bizim katkımız olmuştur. Yani yüzbinlerce insan okumuş oldu. Mesajımız kitlelere yayıldı.

Hürriyet Gazetesi’nden maillerimizi gönderdiğimiz köşe yazarlarımız sadece Bekir Coşkun’la kısıtlı kalmıyor. Aşağıdaki yazarların mail adreslerine de aynı mailimizi gönderdik… Bunlar;

ybayer@hurriyet.com.tr
eozkok@hurriyet.com.tr
fercan@hurriyet.com.tr
oeksi@hurriyet.com.tr
rauftamer@posta.com.tr
bcoskun@hurriyet.com.tr
ecolasan@hurriyet.com.tr
msoysal@hurriyet.com.tr

Lütfen sizler de neden memnun değilseniz bunu çekinmeden dile getiriniz…

Medyaya şikâyetimizi bildirmek için ise Hürriyet Gazetesi ile başlamaya ne dersiniz?

Bu eylemimiz 14 Nisan’da sınıfta kalan diğer gazete yazarlarına da gönderilecek ve ‘Kendilerine bir çeki düzen verene kadar tüm gazeteleri satın almayacağımızı’ kamuoyuna duyuracağız…

…..”

Mail birkaç satır sonra sona eriyordu…

Gazete yayımcıları ve çalışanları çok iyi bilirler ki; Bir okuyucuyu kaybetmek, bin okuyucuyu kaybetmek gibidir… Gazete çalışanları ve yazarları, okuyucularının gazeteye bağlılığını çok iyi bilirler… Okuyucularıyla kendileri arasında çok değişik bir sinerjik bağ vardır…

Ben her zaman  “sanal ortamı” yani “internet”i hiçbir zaman boş bir alan olarak görmüyorum. Aksine hepimiz biliyoruz ki, güzel sayılabilecek ya da sayılamayacak en ufak bilginin bile nasıl her yere fütursuzca forward’landığını yani mail listeleri oluşturularak gönderildiğini biliyoruz… Yıllardır hepimizin mail kutuları bu tür maillerle dolmuştur, bilirsiniz…

İnternet kullanan kamuoyunun ve onların tanıdıklarının da bu eyleme iştirak edebileceğini hiç düşündünüz mü? Bu mail ve benzeri mailler mail grupları tarafından ışık hızıyla her yere gönderiliyor şu an…

Bekir Coşkun  ağabeyimiz şu an haklı olarak bir okuyucusu kaybetmenin üzüntüsünü yaşarken, yarın kaybedilen bu okuyucu kitlesine binlerin, onbinlerin eklenmeyeceğini kim taahhüt edebilir ki… Bu da haklı olarak tiraj kaybına sebep olacaktır…

Tiraj kaybı demek… Neyse bunun sebep olabileceği olasılıkları hiç düşünmek dahi istemiyorum…

Ben birçok gazetenin mutfağında çalıştım… Tiraj kayıplarının nasıl yaşandığını ve o tiraj kayıplarının sonrasında gazetelerde nelerin yaşandığını çok iyi bilenlerdenim…

Cumhuriyet’imize, onun ilke ve inkilaplarına sahip çıkmayan bir Bâbıâli düşünemiyordum bir zamanlar. Oysa şimdi renkli camlı plazaların ardında kalan bu güzide camianın  “Bir mitinge ve dolayısıyla da Cumhuriyet’e sahip çıkamaması”nın ceremesini de yine kendilerinin çekeceğini söylemek istiyorum…

Bu halk sanıldığı kadar vurdumduymaz değildir… 14 Nisan mitingi için söylenen “Onlar üç beş kişi olurlar meydanlarda” söyleminin ne kadar asılsız bir safsata olduğunu hepimiz gördük, şu birkaç gün içinde…

Şimdi üç-beş kişiyle başlayan mail trafiğinin sonucunda da basının alacağı darbeyi de bugünden görmek herhalde her basın çalışanının ve yazarının aklından çıkmamalıdır.

Durum bundan ibarettir… Bu yazıyı siz değerli onpuntocu arkadaşlarımla ve gönderebildiğim kadar gazeteci büyüklerimle ve küçüklerimle paylaşacağımdan emin olabilirsiniz…

Türkiye’deki tüm basın çalışanları ve yazarlarımızın takkelerini önlerine koyup bir kez daha düşüneceklerini ümit ediyorum… Daha başka ne diyebilirim ki… Çözümlerini de kendileri üretsinler, kamuoyunun bu haklı protestosuna köşelerinde yer verip,  “hoşça kalın” diyen okuyucularının gönüllerini alsınlar… Bekir Coşkun ağabeyimiz köşesinde hemen yer vermiş ve gönül almaya başlamış bile… Kendisine çok teşekkürler…

Ertan Yurderi
Emekli bir basın emekçisi

3 Nisan 2007 Salı

Okulda cinayet olur mu?


Olur, olmaz mı? Tıpkı film gibi cinayet olur hem de... Tekmili birden Türkiye denilen bu sinema sahnesinde oynanır... Cinayet işlenen okul Amerika'nın Teksas'ında değil, Türkiye'nin Darıca ilçesindedir...

Minik çocukların gözü önünde "Kurtlar Vadisi" gibi korkunç infaz işlendi dün... Bir hiç uğruna, meslektaşını öldüren, elini tebeşir tozu yerine kana bulayan bir öğretmeni izledik hep birlikte...

Olay, dün Darıca Süreyya Yalçın İlköğretim Okulu'nda meydana geliyor. Okulda eğitim veren sınıf öğretmenleri Necati Kumaş ile Hüseyin Cebe arasında belirlenemeyen bir nedenle tartışma çıkıyor. Tartışma karşılıklı küfürleşmeye ve sonrasında da kavgaya dönüşürken, öğretmen Necati Kumaş üzerinde taşıdığı tabancayı çıkararak meslektaşı Hüseyin Cebe'ye öğrencilerin korku dolu bakışları arasında, kurşun yağdırıyor. Öğrenciler panik halinde kaçışırken, vücuduna 6 mermi isabet eden öğretmen Hüseyin Cebe kanlar içinde koridorde yere yığılıp ölüyor...


O korkunç infazı gören çocukların hafızalarına kazınanlara ne demeli? Bunlar yarının yetişkinleri olacak...

Bizler çocuklarımızı şiddetten nasıl koruruz nasıl uzaklaştırırız diye düşünürken herhalde önce öğretmenleri eğitmemiz gerekecek... Bu konuda eğitim şart... Bir de bu eğitimcileri arada bir ciddi bir sağlık kontrolünden geçirmek lazım.

Minik bedenlere ve minik dimağlara eğitim veren bir eğitim kurumunda belinde silahla eğitim veren bir eğitimciye ne gerek var bunu da anlayamıyorum... Geleceğimizi emanet ettiğimiz insanlar neden bu kadar çıldırdı? Öğretmenlik mesleği neden bu kadar ayağa düştü bunu da anlayabilmiş değilim...

Türkiye'nin toptan çivisi çıkmış, bunu çakacak kimse çıkmayacak mı?

Ertan Yurderi