29 Nisan 2010 Perşembe

"Gideniz hep biz, gideniz hep kendi YOL'umuzda..."


"Gideniz hep biz, gideniz hep kendi YOL'umuzda..."

Karanlıkları besleyen 'gece'nin bedenime verdiği güçlüğü yıkıp, günü getiren güneş ışığının doğmalarını bekliyorum içimde, kendimi ve insan denen bedenleri tanımak adına... 

Bu yaptıklarım; o uçsuz bucaksız evrenle buluşmak için... Ve de tüm bu yazdıklarım; asılı duran bu boşluk denizinde, sezilmez bir AN'ın getirdikleri gibi...

Hiçbir şey göründüğü gibi değil... "Varlık ötemizde bir fısıltıdır bizim..." demiştim ya çok önce yazdığım yazılarımda... Fısıltılaşmaları da yaşamak, sözler ardındaki sessizlikte bu olsa gerek... 

Demiş ki eski yaşamış Üstad'lardan biri;

"Yol bitmek bilmezdi giderdik biz... Giderdi gök, nerde kervan kimse bilmezdi... Derinlerden bakan bir gözdü sonsuzlukta her zerre...

Görülmez çıngıraklar belki yıldızlardı çepçevre, sınırsız çölde sesler, seslenişler hiç kesilmezdi..."

Evet; Sesler ve seslenişlerimiz boşlukta gibi gelse de bir an, o seslenişlerimiz hiç kesilmez... 'Yol' bitmek bilmez.. çünki, "gideniz hep biz, gideniz hep kendi yolumuzda"...

Benim de zaman zaman kendime sorduğum sorulara yanıtlar bulduğum zamanlar olur ve hemen de bir anda silinir gider dimağımdan... Tıpkı dilim gibi, kekemedir sorularım ve yanıtlarım birbirine.... Ses vermez bana zaman zaman fısıltılarım; içeriksiz, kof, eğreti, çıplak ve anlamsızlıklar içinde bırakır beni...

Varlık yaşıyor elbet kendince AN'lık zamanlarını... Şayet varlığın yokluktan yaratılması gerçek olmasaydı birden delikanlı ve genç kız olurdu çocuklar taaa ki geçmeden ergenlik çağları... Veya büyümüş ağaçlar çıkardı yerden birden... Oysa bellidir her şey; durum, ardarda ve ardısıra olur, nesnelerden oluşan... Belli bir ÖZ'den doğar tüm nesneler... Böyle sürer türlerin özelliği de bilinen... Evet işte bu yüzdendir ki nesnelerin geliştiğini ve sürdüğünü bilmemiz; kendi ÖZ'leri gereğincedir, tüm bunlar BAĞIMSIZ...

Başkaca tanım bulmak gerekmiyor elbet; çünki BAĞIMSIZ'dır insan ve değişik giysiler giymeye uygundur bedeni, bedenindeki düşünceleri... Bin yüzlü bir mücevherin ardında gizlenen bin yüzlü tanrılar gibiyiz her birimiz... Her perdeden inmiş parıltılarımız yeryüzüne... Ancak; HİÇ'leriz biz şimdi ve bu sonrasızlıkta... Yitip yok olmuşlarız... Ne ten, ne can, ne duyu, ne giysi... Bu HİÇ'likte bunlarsız VAR'ız...

Karşındaki en doğal haliyle hiçbir şey olmamış gibi davranır kendince; sen de onu tüm varlığınla önemsemiş gibi davranırsın yine kendince... Düşünce dizgemize göre; hangi nedenle olursa olsun varlığın başka varlıklara karşı ya etkileyen ya da etkilenen özellikleridir bu... Oysa her şey bu kadar mı? Çıkarımlar kurar her iki varlık tüm bu yaşanmışlıklarla... Yaşanmışlıklarla anlar ki varlık, varlık denizinde diğer varlıklarla birlikte sadece bir toz zerresi olduğunu...

Bu dünyada neden varolduğumuzu anlayabilmenin farkındalığına ulaşabilmenin tadı da hiçbir şeyde olmasa gerek... Şayet bunu bulabilmiş ve kendi içimizde yakalayabilmişsek...

Ancak; Hayyam der ki bir rübaisinde;

"Gönlüm dedim, bilgiden mahrum kalmadı. Gizli şeylerden anlamadığım, bilmediğim pek az şey kaldı. Ama bugün, aklımı başıma alıyor da bakıyorum. Anlıyorum ki ömrüm geçip gitmiş, hiçbir şey anlamamışım, bilmemişim..."

Tüm öğrendiklerimiz, yaşadıklarımız, yolumuz, yolumuzdaki yoldaşlarımız, yardımlarımız, yazılarımız vesairemiz, vesairemiz, vesairemiz... BİZ'ler için hala yeterli mi? Değil elbet... Yeterli değil... Bilmek ve anlamak adına, AN'laklar geliştiriyoruz sürekli yaşam alanlarımızda...

Ancak bildiğimiz kadar VAR'ız... Ve yine ancak; bu VAR'lığımız iki YOK'luk arasında da gidip gelmekte yaşadığımız tüm AN'larımızın içinde... Dünya bile esip giden yel üstüne kurulmuş bir HİÇ ise, çevremizdekiler de HİÇ'tir, BİZ de... Onun için yetinmeye yerinmek de niye olsun ki? O (egolarımız) Ne'yi bizden iyi bilmekte???

Paylaşım... Evet paylaşım ve paylaşmak güzeldir ve de özeldir... Ancak bunu endişeden uzak tutmak gerekir ve de gerektir... Neden hep başkalarının düşünceleri için kendimizi endişe denizine atarız ki?

Fuzuli'nin dediği gibi;

"Ger ben ben isem nesün sen ey yar,
Ger sen sen isen neyem ben-i zar" demezler mi ki adama?

Kendimizdeki sırlar perdesinin ardına geçmeye veya gitmeye başkaca yol yok kendi kendimizden başka... Bu düzenden kimsenin ruhu bile haberdar değil ki.. yine kendi kendimizden başka...

Yorum zincirlerimizi kırmak adına paylaşıma ve paylaşılmaya devam etmek lazım tüm düşüncelerimizi... Nasıl onlar biri tarafından okunuyorsa şu an (tıpkı sizlerin okuduğu gibi), belki de ileride okunacak başka birileri tarafından da...

Evet evet... Karanlıkları besleyen 'gece'nin bedenime verdiği güçlüğü yıkıp, günü getiren güneş ışığının doğmalarını bekliyorum içimde, kendimi ve insan denen bedenleri tanımak adına... Bu yaptıklarım; o uçsuz bucaksız evrenle buluşmak için... Ve de tüm bu yazdıklarım; asılı duran boşlukta, sezilmez bir AN'ın getirdikleri gibi...

Ertan Yurderi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)