2 Kasım 2005 Çarşamba

Çisil Çisil Çisel'iyordu zaman...



Çisil çisil Çisel'iyordu zaman...

Yüzü akşamla örtüktü... Başucunda beklerdi ruhu, kanatsız bir karga şaşkınlığı içinde...

Yüzü; durmadan yaprak döken rüzgarlı bir yüzdü kuytuda... Nerden kopup geldiği belli olmayan kimin küskün yüzüydü bu acaba? Durmadan yaprak döküp yer yer karartırdı gündüzünü... Varlığından yansıyan bir gölge yoktu durgun suyunda...

Çisil çisil Çisel'iyordu zaman...

İncecik, rüzgarlı bir yüzdü bu tükenmez kargaşada, durmadan "yağmakla" yenmişti belki kör bir korkuyu... Durmadan, hiç durmadan "yağdıkça" ürpertiyordu suyu; kimsesiz bir kente yaprak yağdırandı o baştan başa...

Çisil çisil Çisel'iyordu zaman...

Terkedilmiş bir sarayda, kimler bırakmıştı onu, yok ki bir bilen... Gizli bir yüz belki... Bir yığın yaprakla örtülüydü VAR'lığı... Anlaşılmaz seslerin dört bir yanından sardığı... Bir yığın ki, yaprak döküp güçlükle ancak eksilendi...

Çisil Çisil Çisel'iyordu zaman...

Karşıdan gelen çılgın çığlıklar neydi çığlık çığlığı üstüne... Bir sönen bir parlayan gözler kuşatmıştı çevresini... Yüzü; durmadan yaprak döken rüzgarlı bir yüzken kuytuda.. Bir AN, gölgesinden tek satır yansıtmayıp durgun suya bırakmıştı kendini...

Derken sıyrılıp düştü "yağmakla" yeniden suya... Ses verdi, kendi çığlığına... Hep yağan bir yüz olmaya ve yağdıkça örten her şeyi olmaya yeniden karar verdi...

Çünki; Çisil Çisil Çisel'iyordu zaman...

Ertan Yurderi