İstanbul'da para kazanmak zor olduğu kadar, kolaydır da...
Hayat mücadelesi içinde, ufak bir tezgâhın varsa, o senin hem sermayen hem de dükkânın oluverir bir anda... O minik tezgâhının içinde ne satsan gider bu koskoca kentte...
Eskiden, bu koskoca şehrin büyük caddeleri üzerinde akşam olunca ortaya çıkan lüks lambalı nohutlu pilavcıları vardı ...
El arabalarını köşe ve sota yerlere koyup, oraya tezgâh açarlar, nohutlu ve pilav üstü tavuk satarlardı...
Öyle çok pahalı da değildi hani... Plastik tabaklar içindeki fiyatı (eski para sistemimize göre) 500 bin lira (50 kuruş) ile 1 milyon lira (1 TL) arasındaydı... 500 bin liraya (50 kuruş) sadece pilav, 750 bin liraya (75 kuruş) pilav üstü tavuk, 1 milyon liraya da (1 TL) pilav üstü tavuk ve ayran satılırdı... Elbette yanında beleş bol çuşka denilen acı mı acı biberleri de bulunurdu...
En iyi müşterileri yoldan gelip geçen taksicilerdi... Taksiciler akşamları buraları mesken bellerler, karınlarını bu ucuz ve tok tutacak pilavla doldururlardı...
Ucuz olduğu için gece sokakları mesken belleyenlerin de uğrak yeriydi buralar... Yaz-kış demeden karıncalar gibi çalışıp dururlardı...
Artık bu pilavcıların görünümleri teker teker değişti...
Pilavcılar biriktirdikleriyle dükkân açar hale geldiler... Bir, iki, üç...
Aralarında ün yapanlar bile oldu... Pilavcı Mehmet Usta, Pilavcı Hüseyin Usta...
Pilavcı ustalarının çoğu gerçek dükkân sahibi oldular birer, ikişer... Aralarında zincirleme pilavcı dükkânları açanları bile oldu...
Yine pilav satıyorlar, yine ucuza satıyorlar...
Bu tür dükkânlarda artık servis de güzel... Her şeyleri var... Masaları, sandalyeleri, garsonları, komileri ve bulaşıkçıları, hatta uydu antenli olanları, Lig TV'si olanları bile var... Maç akşamları pilavcılar dolup dolup taşmakta...
Onlar da çağ atlattılar kendilerine...
Ha bir de, nohutlu pilavlarının yanına kurufasulyeli pilavı da eklediler... Sabahları da sıcacık mercimek çorbalarını...
Pilavcı ustalarının dükkânına gittiniz mi, 3 TL'ye karnınızı bir güzel doyurursunuz ... Hele 5 TL verdinizmiydi, çatlasıya kadar doymuş çekik gözlü Çinli olarak bile çıkarsınız dükkândan...
Dedim ya, bu kentte aç kalmanız imkânsız...
Kafaya para kazanmayı koyduysanız şayet, daha yapacağınız çok iş vardır...
Artık onlar da başka yazılarımın konusu olsun...
Hepinizi o misss gibi kokan, sımsıcak, üzerinde dumanı tüten nohutlu pilav tabağı ile başbaşa bırakıyorum...
Afiyetler olsun!...
Şimdi bu kediler de nerden çıktı diyeceksiniz nohutlu pilav yazısının içinden...
Onlar da pilavcı önünü mesken bellemiş kedicikler... Hani "komşuda pişer, bize de belki düşer" misali öyle bekleyiveriyorlar nafakalarını...
Ertan Yurderi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)