22 Kasım 2016 Salı

Eğer gerçekten birini çok seviyorsanız ...




Çoğunlukla gecenin ilerleyen en koyu saatlerinde uyanık bir halde yatağa uzanır ve onun huzurla uyuduğunu düşlerim… 

O huzurlu rüyalar içinde kaybolurken, ben ışıkları sönük bir odanın en kuytu yerindeki yatağımın üzerinde, kıvrılmış vaziyette, kafamdaki düşünce denizi içinde buluveririm kendimi…

- Eğer yarın sabah hayata hiç uyanamazsam, kalbimde onun için hissettiklerimi bilebilecek mi? 

- Eğer yarın benim için hiç olmazsa, onu ne kadar sevdiğimi bilebilecek mi?

- Ona her gün onu ne kadar çok sevdiğimi gösterebilmek için her yolu denediğimi hiç bilebilecek mi? 

- Onun benim bu dünyada yegâne tek “biriciğim” olduğunu bilebilecek mi?

- Eğer yarın sabah hayata hiç uyanamazsam ve bu akşam yeryüzündeki zamanımın son saatlerini ona hasret geçirdiğimi bilebilecek mi?

- Ve bensiz bir dünyayla yüzleşmek zorunda kalsaydı, geçmişte ona verdiğim aşkımın, onun hayatını sürdürmesi için yeterli gelebilecek mi?

... ... diye düşünür dururum hep…

Hemen herkes gibi ben de hayatımda en çok sevdiğim dostlarımı ve yakınlarımı kaybettim. Kaybettiklerim onları ne kadar sevdiğimi belki bildiler, belki de hiç bilemediler… Onlara olan sevgimin hiç açığa çıkmamış olmasının pişmanlığını hissederim hep…

Keşke diyorum, keşke onların benim hayatımda ne çok şey ifade ettiğini onlara zaman zaman söyleyebilseydim… 

Ve şimdi geriye dönüp bakıyorum da, ikinci bir şansım yok bunları onlara iletebilmek için...  
Giden gitti, göçüp yitti…

Bu yüzden eğer birini gerçekten çok seviyorsanız, ona sık sık onu ne kadar çok sevdiğinizi söyleyin… Onun hakkında ne düşündüğünüzü de… Ertelemeyin sözlerinizi…

Hayat zannettiğimizden de çok kısa… Ve bazen o yarın hiç gelmiyor hayatınıza… Sabah olmuyor, ışık aydınlatmıyor dört bir yörenizi…  

(~ kocayurek)

13 Kasım 2016 Pazar

Ruhumuza yolculuk ...

 


 

" .. Bir yeri terk ettiğimizde orada bizden bir şeyler kalır. Gitmiş olsak da orada kalırız. Ve içimizde bazı şeyler vardır ki sadece oraya dönerek bulabiliriz.
Çok kısa bir süreliğine de olsa hayatımıza sahnelik eden bir yere gittiğimizde ruhumuza yolculuk ederiz aslında. Ama kendimize ettiğimiz bu yolculukta, kendi yalnızlığımızla yüzleşmemiz gerekir.
Ve yaptığımız her şey yalnızlık korkusundan yapılmıyor mu zaten? Hayatımız son bulurken pişman olacağımız onca şeyden vazgeçme sebebimiz de bu değil mi?.."

9 Eylül 2016 Cuma

Milletin derdine bak, bir de benimkine - Böceksel Sınav (1)



Milletin derdine bak, bir de benimkine…

Malum yaşadığımız yer Aydın’a bağlı Didim… Doğal bitki örtüsü her ne kadar betonlaşmayla birlikte dolmaya başlasa bile, yine de ilçenin birçok yeri makiliklerle kaplı…

Benim evimin yanındaki hazine arazisi de öyle makiliklerden… Tabii orada yaşayan börtü böcek ve kuşlarla birlikte doğal bir hayatı birlikte paylaşıyoruz…


Yalnız bugünlerde küçük kanatlı, tıpkı arıya benzer davetsiz bir misafirim var benim… Evime kaçak inşaat yapıyor resmen…


Kapı pencere neresi açıksa, geliyor benim eski tüplü TV’nin vidayla kaplı yerlerine çamurdan kendine kaçak inşaat çıkıyor…


Bu gidiş-gelişler tüm gün boyu sürüyor… Garibimin gece olunca mesaisi bitiyor sanırım… Nerede uyuyorsa ya da dinleniyorsa sabahın ilk ışıkları görününce yeniden mesaisine başlıyor…


Geçenlerde daire kapımın önünde bir ses işittim… Gideyim göz deliğinden bakayım dedim… O da ne? Orasını da çamurla kaplamış bizim küçük kanatlı müteahhit… Zor temizledim göz deliğini…


Neyse lafı uzatmayayım, bugün TV’nin tozunu alayım dedim… Hazır elim değmişken, vida yerlerine baktım, ohhhooo bizim küçük kanatlı müteahhit nerdeyse 11 katlı gökdelen dikmiş tüm deliklere…


Gittim takım çantasından tornavidayı aldım elime, söylene söylene temizledim tüm vida deliklerini… Yoruldum tabii ki… Tam koltuğa oturdum ki, balkon kapısından bizim küçük müteahhit içeriye girdi… TV’nin arkasına doğru gitti… Kaçak inşaatlarının yıkıldığını görünce de uçarak burnumun ucuna kadar geldi… Bana vızzzzz vızzzzzz vızzzzzzz bir şeyler söylemez mi?


Aynen söylediklerini ona iade ettim tabii ki, altta kalır mıyım hiç?


Ulan hergele.. dedim ona, ne söyleniyorsun? Babanın çiftliği mi lan burası… Benim dairem, benim TV’im… Kaçak inşaata izin vermiyorum dedim…


Neyse işte, doğal yaşamın içine ettik elbirliğiyle… Onlar da geliyor, bizim evlerin içine ediyorlar böyle…


Minik mikroskopik denilecek kadar küçük karıncalarla ilgili hikâyemi hiç anlatmayayım…
Adamlar sülaleriyle birlikte eve koloni kurdular… Bir gün onlarla da fena kapışacağım… Üçüncü Dünya Karınca Savaşı çıkmak üzere evde anlayacağınız üzre… Çıktığında da kim galip gelecek sizlere anlatırım…


Hadi ben kaçayım… Sabah kaçak küçük müteahhitle yine mücadele edeceğim de, enerji toplamam lazım…


Ertan Yurderi, 9.9.2016

13 Haziran 2016 Pazartesi

Bahri Aşık, Didim'e Aşık...

 



Didim'in adı, kimine göre Yoran, kimine göre Yenihisar... Ama Selanik göçmenleri Yoran diyor daha çok..

Çok renkli simalar tanıdım burada... İçlerinden en çok sevdiğim Bahri Aşık ağabeyimiz... Adamcağız ayaklı kütüphane gibi... Zaten mesleği de gazetecilikmiş... Anadolu Ajansı muhabirliği yapmış... Didim'de "Didim Muhtar TV"yi bile kurmuş bir ara... Şu an Hisar Mahallesi muhtarlığı yapıyor...  

Şimdilerde onu boynunda fotoğraf makinesi, elinde kamerası oradan oraya koşar durur görürsünüz... Belgeler Didim'de her yaşanan olayı, her düğünü, her nişanı, her halk etkinliğini... 

Bir bakarsınız kendi mahallesinde, bir bakarsınız Cumhuriyet Meydanı'nda, Altınkum'da, hemen hemen Didim'in her yerinde rastlarsınız kendisine...

Ben Didim Belediyesi'nin yerinde olsam Didim'e bir de "Bahri Aşık Müzesi" kurardım... Yoran köyüyle ilgili tarihi pek çok belgeye,  fotoğrafa ve arşive sahip çünki...

Hatta Yoran köyünün içine heykelini bile dikerdim onun...

Yaşarken kıymet bilmek lazım değil mi ama... 

Profil sayfasının hastası oldum... Günümün çoğunu onun sayfasında geçiriyorum... Didim'e ilişkin öyle güzel hikayeler anlatıyor ki eski günlere ait... Şimdi eski Didim Muhtar TV arşivini de açtı... Onları okurken ve izlerken onun gibi ben de duygulanıyorum... 

Sen çok yaşa e mi Koca Üstadım, meslektaşım, canım ağabeyim... 

Seni Didim halkı olarak çok ama çok seviyoruz...



23 Ocak 2016 Cumartesi

Didim'den İstanbul'a bir kaçamak!..


 

Bu gece izinliyim yengenizden…
 

Sabah konuştuk… Dedi ki: 

“- Sen Âlem adamsın… Bu gece ÂLEM’lere takılmalısın, git ÂLEMCİ’lerini bul, takıl, kudur ve öyle gel...” 


“Ehhh” dedim ben de… 


“- Madem ki, izin senden, teklif senden, takılmak da olsun benden…”


Kapımda bekleyen özel Rolls Royce’uma atlayıp, uzadım taa Didim’den… 


Az gittim, uz gittim, dere ve tepe düz gittim, aştım önümdeki tüm illeri, vardım İstanköy’e… Bir baktım ki varmışım, Etiler’e… Hayret ki hayret, bu trafikte…


Fedon’un mekânına takılacaktım, Hayko telefon açtı ve dedi ki bana: 


“- Ağabey, hep Fedon’a Fedon’a, sen bu gece gel de takıl bana…”


Hiç kırar mıyım, Hayko’mu… Mekânına dalıverdim… O da ne, Etiler’den “Hale, Jale, Lale ve bütün mahalle” de orada değil miymiş?

Beni Fedon’a benzetip, hepsi de sarılmak istemez miymiş? 
Bu kedicikleri  kıramadım tabii ki de… 
O arada Hayko da tutturmaz mı mikrofonu bana… 

Ve bizim Photoshopşikçi Aydın kardeşim de basmaz mı denklanşörüne ardı ardına…


Neyse ne ya… Yarın magazin haberlerinden izleyip öğreneceğinize, işin aslını bu gece benden öğreniniz istedim…


Veee… Bu gecenin sürprizine sıra geldi…


Bu gecenin hatırına, özellikle okuduğum şarkı, bir kez daha hepinize gelsin…


“Dam üstüne çul serer, 
Nerden çıktı bu bebeler,
Haydarpaşa Garı’nda, 
Öpsün seni yanımdaki güzeller…”


Neyse saat 00.00’e de az kalmış, benim Rolls Royce kabak pardon Opel olmadan, ben ufak ufak uzayayım buradan Didim’e… 


Öptüm.. Bir daha öptüm.. Öpjem yaa, kaçmayın köftehorlar gelin buraya…