6 Kasım 2018 Salı

50 sene önce biz de çocuktuk




Yaş 60'a 1 var... Yarım asır yaklaşık 50 sene önce biz de çocuktuk... Tek eğlencemiz sokaktı... Her türlü etnik kökenden arkadaşlarımızla birlikte kardeşcene ve dostça sosyalleştiğimiz tek yer sokaktaki oyunlarımızdı...

Neler oynamazdık ki ... "Eksik minder", "Bezirganbaşı", "Dön Baba Dönelim Hacılara Gidelim", "Mendil Kapmaca", "Sek Sek", "İp Atlamaca", "Gazoz Kapağı", "Telli Araba Sürmek", "Patanaj", "Ortada Sıçan", "Kukalı Saklambaç", "Saklambaç", "Bir İki Üç Zımba", "Ende Tura Güzellik", "Mahalle Maçları", "Birdir Bir", "Uzun Eşek", "Yakar Top", "İstop", "Körebe", "Misket", "Topaç Çevirme", "Lastik Çevirme", "Çelik Çomak", "Üç Taş", "Beş Taş" ve daha hatırlayamadığım kendimizce yarattığımız onlarca oyun... Gerisini siz tamamlayın artık...

Bizler gerçekten çocukluğumuzu iyi yaşamışız ya... Şimdilerde kimse çocuklarını sokağa bırakamıyor ya da korka korka bırakıyor. Çocuklar çocukluklarını yeteri kadar yaşayamıyor... Çocuklar evde bilgisayar ya da TV karşısında körelip gidiyor, sosyalleşmede zorluk çekiyorlar...

30 Ekim 2018 Salı

Atların kaderi ...

 


Ne zaman ata sarılmış bir kişinin fotoğrafını görsem hüzünlenirim... 

2011 yılında ünlü yönetmen Bela Tarr'ın jübilesini yapıp sinema yönetmenliğini bıraktığı The Turin Horse / Torino Atı filmini izlerken çocukluğumda şahit olduğum bir atın öldürülmesi olayını hatırlayıp çok hüzünlenmiştim... O güne kadar at gördüğümde ya da faytonları çeken atları gördüğümde neden ben de gözyaşlarıma hakim olamadığımı daha iyi anlamıştım...

Friedrich Nietzsche de, 1889’da Torino’da yürürken bir fayton sürücüsü ile karşılaşır. Faytoncunun, tüm baskılarına rağmen hareket etmeyi reddeden atını öfkeyle kırbaçlaması sonucunda, Nietzsche bir anda faytona atlar ve hüzünle atın boynuna sarılarak ağlamaya başlar. 

Bu olayın sonrasında evine kapanır ve önce günlerce sürecek olan bir katotoniye maruz kalır, ardından ölümüne dek devam eden suskunluğu başlar. 

Nietszche’nin bu yoğun duygusal durumuna sebep olan nedir? Daha da önemlisi, ata ne olmuştur?

Nietzche kırbaçlanan ata sarılıp ağladığında 19. yüzyıl bitmemişti daha.

Biz bugün, bir avuç insan faytonları tartışmaya ancak başlayabildik ne yazık ki ...

13 Ağustos 2018 Pazartesi

Gittigidiyor.com gibiyiz her birimiz ...




 Sanki benim de çok dövizim varmış gibi dolar ve euro artışı ile ilgili bir şeyler yazayım, çieyim, karalayayım diyorum, ülke zaten bu yüzden yangın yerine dönmüş, gittigidiyor.com gibiyiz... Biraz yaşlandık galiba, doların artış hızına, piyasaların değişkenliğinin hızına bir türlü yetişemiyorum...

Bizimkilerin ağızlarıyla kuş tutsalar artık önlem mönlem alamayacaklarını düşünenlerdenim... Pek umutlu bakamıyorum artık yarınlara...
Geçmişte, 90'lı yılların başları aklıma geliyor... O zamanlar bir günde ellerinde birikmiş doları veya markı olanlar, köşe üzerine köşe dönüyorlardı...
Şu an itibariyle haber ajanslarına düşen haberde BDDK açılmamış piyasalara müdahale etmiş gibi görünse de, döviz düşmüş gibi görünse de bizim halk yarın sabah (pazartesi) bir çaresini yine bulacak... Dövizini ya bankalardan çekecek, ya da bankadaki TL'sini çekip dövize yatıracak ve parasını ya yastık altı yapacak ya da yurt dışındaki hesaplarına aktarak/kaçıracak...
Damat her ne kadar "Mevduatlara el konulmayacak" dese de bir kere halkın kulağına kar suyu kaçırdılar... Sabah piyasaların faaliyete geçip, açılmasını beklemekten başka çareleri yok bu işlerle ilgilenenlerin...
Ha bu arada tüm yandaş TV ve gazetelerin dolar artışı ile ilgili sayfaları bir anda geriye döndü ve eski kurda sabit kaldı...
Sanki ortalık süt liman, Asya piyasalarında her şey normalmiş gibi, hiçbir şey olmamış gibi... Esas fırtına yarın sabah kopacak sanırım... Hadi hayırlısı... 🙂

4 Temmuz 2018 Çarşamba

Paçalı kızımız "EV"lendi ...

 



Paçalı kızımız "EV"lendi ... 

Didim'in sıcak havası, minik yavru bir dişi güvercini bizim balkona susuz ve aç şekilde düşürmüştü... Yaklaşık bir haftadır bizim misafirimiz olan bu "Paçalı" güzel kız bugün yeni yuvasına kavuştu, kısaca "ev"lendi...

Onu balkonumuzda bulduğumuzda çok susamış ve bitkindi... Kana kana su içti elimizden... Karnı açtı... Özel güvercin yemleriyle besledik... Artık palazlanmıştı, kendine gelmişti... Ve kendi cinsleriyle birlikte yaşayacağı yeni bir "ev" arayışı içine girmiştik...

Sonunda aranan "ev" yani yeni "yuva" bulunmuştu...  29 kişilik kalabalık bir kuş ailesiydi bulduğumuz yer... Herkes "çift"ti o ailede... Tek bir erkek kuşun eşi yoktu... Daha yeni ölmüştü... Üzüntülüydü... Yitirdiği "aşk"ının ıstırabını çekiyordu...

Ancak bizim "paçalı" kızı gören bu "erkek" güvercin, bunalıma girdiği yuvasından dışarıya ilk kez çıktı. "Paçalı kız"la gözgöze geldi... Etrafında dans etmeye başladı ve yanağına bir öpücük kondurdu bu aşk dansı sırasında... 

O AN'ı görmenizi ve yaşamınızı isterdim... Öyle güzel bir mutluluktu ki... Gözyaşlarıma hâkim olamamıştım bu manzara karşısında... Yaklaşık bir haftadır bize misafir olan "paçalı kız"ımızı orada "mutlu ve huzurlu" bırakarak kendi evimize doğru yola çıktık, tekrar gelip "paçalı kızı"mızı ziyaret etmek sözleri alarak...

Evet dostlar, yaşamımıza giren böyle özel konuklar bizlere pek çok şey öğretiyor muhakkak... Biz de "paçalı kız"ımızdan çok şey öğrendik... Teşekkürler Tanrı'm bize minik kullarınla çok şey öğrettiğin için...


3 Temmuz 2018 Salı

Böyle "numara"lara KANMAYIN!..

 




Az önce cep telefonumdan 0212 - 824 02 43 no'lu telefondan arandım. Telefonda robot bir bayan sesi vardı... 

Diyordu ki: "İnternet sözleşmenizi yenilemek için 1'e, yenilemek istemiyorsanız 2'yi tuşlayın... Yenilemediğiniz takdirde faturanız artabilir..." 

Başka bir seçenek yoktu. Tabii ki ne 1'e, ne de 2'ye bastım, telefonumu kapattım... Oysaki evde kullandığım internetimin sözleşmesi daha yeni ve 2020 yılında sona erecek... Zaten cep telefonumda da Turkcell faturalı hat kullanıyorum ve onun da tarifesini yeni değiştirmiştim. O da aynı sürede sona erecek...

Gerizekalı üçkağıtçının biri yazmış bu konuşma metnini sanırım... Kendilerini tanıtmaktan bile acizler... "Ben şu operatörüm" diyemiyor... "Şuradan arıyorum" da diyemiyor. Sadece tehditkar bir sesle korkutarak "1'e bas, 2'ye bas" "Basmazsın faturan artar" diye talimatlar ve tehditler savuruyor... 

Bu paylaşımı yapmamdaki sebebe gelince... Bu tür numaralara kanabilecek insanlar için bu paylaşımı yaymanız amacıyla... Bu korkutularak yapılan aramalara kanıp da 1'e veya 2'ye basmasınlar. Bu tuzağa düşmesinler ve bu haysiyetsiz hırsızlara paralarını kaptırmasınlar...

Not: Bu numara Türk Telekom (444 0 375) aranarak da paylaşıldı ve dolandırıcı numara olarak kayda alındı...


12 Mayıs 2018 Cumartesi

Bilgisizlik Mutluluk(tur!) mudur?



Bilgisizlik mutluluk mudur, mutsuzluk mudur? Bunun ne denli tehlikeli olabileceği konusunda kimse bir şey söyleyemez.

Saat başı, gün be gün pompalayıp dururlar. Şu anda da, ne gibi sonuçlar doğurabileceği konusunda en ufak bir ipucuna sahip olmadığınız halde, onu tüketmektesiniz.

İşin daha da kötüsü, evrimsel sürecin beyninizi buna programlamış olması ve bedenin tıpkı yağ gibi, şeker gibi buna gereksinim duyması. Nitekim, bugünlerde ona – tıpkı yağ ve şeker gibi – her yerde ulaşılabiliyor.

Neden söz ettiğimi anladınız herhalde, BİLGİ’den …

Bilgiye her şekilde ulaşabilmek mümkün artık… Bunun nedeni bilgi çağında yaşıyor olmamız ve çekince yaratan unsurun da bilginin kendisi olması.

Kimi bilim ve düşün insanlarının da öne sürdükleri gibi, bilginin ortaya çıkartılması ve yayılması niteliksiz bir lütuf olmanın çok uzağında bir şey. Çok fazla bilmek de tehlikeli olabilir.

Oxford Üniversitesi’ne bağlı İnsanlığın Geleceği Enstitüsü’nün Başkanı, düşün insanı Nick Bostrom, “Bilgi son derece tehlikeli olabilir. Bilgiden doğabilecek zararlı etkiler son derece ciddi olabilir” diyor.

Bu tehlike özellikle de bilgiye ulaşmaya oldum olası can atan insanoğlu için söz konusu. Oxford Üniversitesi İnsanbilim uzmanlarından Robin Dunbar ve meslektaşları insanlarda bilgiye ulaşma arzusunun kesinlikle evrim süreci içinde gelişen bir özellik olduğuna inanıyorlar. Kuşlar ve primatlarda beynin boyutunun akıl yürütme, beslenmeyle ilgili yeni stratejiler geliştirme ve yok olmaya karşı direnme yetisiyle bağlantılı olduğunu ortaya koyan gözlemler de bu görüşü destekliyor. Dunbar, çevre ile ilgili yeni bilgiler keşfetme yetisinin oldukça eskilere dayandığının açıkça ortada olduğuna dikkat çekiyor.

Yeni bilgiler geçmişte insanlara evrimsel açıdan açık bir üstünlük kazandırdı. Ucu sivri değnekler, kadırgalar, uzun yaylar, barut ve tüm öteki askeri teknolojilerin temeli yeni bilgilerin ortaya çıkmasına dayanıyor. Bunların her biri buluşa imza atanların yarışmada bir adım göne geçmelerini sağladı. Termodinamik yasalarla ilgili bilgiler son derece elverişli buhar motorlarının geliştirilmesine ve hemen ardından bolluk ve gönence ulaşılmasına neden oldu.

Şimdilerde kafamızı kurcalamaya başlayan soru, insanların artık çok fazla bilgiye ulaşıp ulaşmadıkları. Son dönemlerde, öncelikle de internet sayesinde, yaşanan mevcut bilgi patlaması acaba beklenmedik tehlikeleri de beraberinde mi getiriyor? Böyle bir tehlikenin söz konusu olabileceğinden kaygı duyan Bostrom, “Araştıma ve eğitim herkes tarafından önemsenip, el üstünde tutulan, zararsız, erdemli ve karşı çıkılması olanaksız kavramlara dönüştü. Durum böyle olunca, insanların bilginin değeri konusunda çok daha incelikli ve nitelikli bir bakış açısı geliştirmeleri gerekiyor” diyor.

Bu tür görüşler insana biraz şaşırtıcı gelebilir. Sonuçta, ne denli öğrenirsek – bizi çevreleyen dünya ile ilgili ne denli çok bilgiye ulaşırsak – bizim için o denli iyi olacağı çoğumuz için bilinen bir gerçek. Düşün adamı Francis Bacon’un da yüzyıllar önce öne sürdüğü gibi, bilgi güçtür. Ne var ki sorun, gücün iyiye kullanılabileceği denli kötüye de kullanılabileceğinden kaynaklanıyor. Bostrom, “Söz gelimi, şu sıralar biyoteknolojinin kötüye kullanılmasına yol açabilecek giderek artan bilgi akışının önüne geçilmesine çalışılıyor” diyor.

Bostom bilgiden kaynaklanan tehlikeye “bilgi riski” adını veriyor. 1918 yılında tüm dünyayı saran ve 50 milyonu aşkın kişinin ölümüne neden olan grip virüsü bunun tipik bir örneğini oluşturuyor. Artık bu virüsün gen dizgesine GenBank’ın veritabanından ulaşmak mümkün. Gerekli araç ve becerilere sahip olan herkes bunu yeniden oluşturabilir.

Böyle bir girişimin geriye dönüşü çok daha büyük yıkımlara neden olabilirdi.

Ancak bu karamsar görüşe katılmayanlar da yok değil. Kurzweil ve Joy’un tersine, bilgilerin sansür edilmesine karşı çıkan Imperial College uzmanlarından Geoffrey Smith biyoteknoloji ile ilgili çekincelerin abartıldığına inanıyor ve bu alanda yapılan araştırmaların güvenlik açısından doğurabileceği çekincelerin fon oluşturma aşamasından itibaren farklı aşamalarda gözden geçirildiğine dikkat çekiyor. Smith elde edilen verilerin sürekli yayınlanması gerektiğine, böylelikle gizli işler çevrildiği duygusunun ortadan kalkacağına inanıyor.

İnsanların bilgiye ulaşma arzusu herhangi bir bilgi riski karşısında sansürü özellikle sorunlu bir tepkiye dönüştürüyor ve bu durumlarda genellikle saydamlık yeğleniyor. Domuz gribi yayılmaya başladığında Dünya Sağlık Örgütü gibi kuruluşlar vakit yitirmeden kamuyu virüsün yaratabileceği tehlikeler konusunda bilinçlendirme yoluna gittiler. Acı deneyimler insanlardan şeyler gizlendiği yönünde bir kuşkunun egemen olmasının ne denli tehlikeli olabileceğini bizlere öğretti. İnsanların gerçekleri öğrenme konusundaki açlıkları tırmandıkça, yalan yanlış görüşlerin güvenilir ve inanılır duruma gelmeleri de o denli kolaylaşır.

Bilginin gizli tutulduğu korkusu başka alanlarda da yıkıma neden olabilir. Örneğin, insanlar bir bankanın borçlarını karşılayıp karşılayamadığı konusundaki bilgileri denetleyen kişilere güvenmemeleri durumunda veznelere akın edebilir. Bu durum tehlikenin daha da olasılıklarını önceden öğrenmeleri sağlıyor. Bu durum sigortacılığın temeli olan “risk paylaşımını” yerle bir ettiğinden, ancak geleceğin tam olarak bilinememesi durumunda varlığını sürdürebilen sigorta piyasasının geleceğini tehlikeye düşürüyor.

Gelgelelim, İsviçre’deki Futurizon adlı danışmanlık şirketinin uzmanlarından Ian Pearson bu tür sorunların kaçınılmaz olduğunu düşünüyor ve gizlilik, sansür, bilimsel araştırmaları kısıtlama gibi seçeneklerin halkın güvenini sarsacağına ve toplumu olası yararlı buluşlardan yoksun bırakacağına inanıyor. Bilgi açlığını gidermeye can atan bir insanın bilgi büyümesine neden olur. Kaynakları azalan bankanın -güçsüzlük belirtisi olduğu gerekçesiyle- devletin desteğine karşı çıkması, saygınlığını daha da yitirmesine neden olur.

Bilgi riski sağlık sigortaları sektörünü de olumsuz yönde etkiliyor. Gen tarama hizmetleri veren şirketlerin ortaya çıkması insanların birtakım hastalıklara yakalanma tüketimini denetlemeye çalışmasının da en az dışarıdan uygulanan sansür denli kötü olduğuna inanan Pearson, “Bilgi kıtlığının tehlikeli olduğunu söylenir. Oysa, bizzat bilginin gücü ve önemiyle ilgili bilgi kıtlığı çok daha tehlikeli olabilir. Ne yazık ki, başımıza gelecekleri bile bile, bu konuya gereken ilgiyi göstermiyoruz” diye ekliyor.

Kaynak ve alıntı: 

New Scientist, Paul Parsons 

http://www.newscientist.com/article/mg20527431.600-the-dangers-of-a-highinformation-diet.html 

CBT 1214/8, Rita Urgan