7 Nisan 2010 Çarşamba
Yazarlık, gazetecilik ve özveri üzerine...
Yazarlık, gazetecilik ve özveri...
Aynı şey mi sizce?..
Her yazar gazeteci olur mu, ya da her gazeteci yazar olur mu?..
Yazar, günün içinde olduğu kadar, zamanın da derinliğindedir. Yalnız bugünü, bu dakikayı ve bu anı değil, geçmişten gelen, kalan kalmayan, yaşanmış yaşanmamış zaman parçalarını, anlamı, etkinliği ve kalıcılığıyla duyurur. Bugün de yarın da okunacak, bir anlam, bir değer kazanacak bir tutumla, bir özenle kalacak yazılar yazar...
Gazeteci ise günü yaşar an be an... Toplumun gözlemleyicisidir... Dünyanın, ülkenin, zamanın, insanın yaşamına ayna tutandır. Bakar, görür, gösterir. En kısa sürede, en az sözcükle haberini sunandır!..
Gazeteci aydınlığı, karanlığı haber verendir. Yazar o aydınlığın, karanlığın gizlerini çözmeye çalışandır. Hem kendi kendine, hem de onu izleyen okurlarıyla...
Yukarıdaki satırlar, usta gazeteci sevgili Oktay Akbal Üstadımızın "Gazetecilik ve Yazarlık" köşe yazısından alıntılarla yazılmış bir yazıdır...
Gazeteci deyince şimdi ser'deki gazetecilik olayı geliyor hemen benim aklıma...
Peh benden de ne acar gazeteci olurdu ama...
Hayal bu ya...
Hadi diyelim ki ben öyle hızlı gazeteci havalarında, gazetelerin istihbarat servislerinde haber peşinde koşan gazetecilerinden olayım bir an...
Ne yapmak istiyorum?
Nasıl bir haber patlatayım da, yahut diğer muhabir arkadaşların göremediği bir haberi nasıl atlatayım da bir anda Yayın Yönetmeni'min gözüne girip onun acar gazetecisi olayım, bir anda ünleneyim diye düşünüp duruyorum...
Neyse ben böyle düşünedururken, bir baktım önümde güzel bir imkân...
Elbette ben bu imkânı kaçırır mıyım... Hemen atladım bu imkânın üzerine...
Sonuçta buradan çıkartacağım haberle ben, bir anda değil Türkiye'nin, dünyanın gündemine oturabilirdim...
NASA'dan bir yetkili yanlışlıkla cep telefonumu çaldırmıştı. Konuşmalarında sık sık bana "Reha Reha" dedikleri için, beni Reha Muhtar sandılar diye hiç bozuntuya falan vermedim.
Yetkili Türkiye'den ilk Türk gazetecisi olarak uzaya götürüp Endeaovour'dan fotoğraf çekip, uzay laboratuvarıyla birlikte haber yapmam konusunda ikna etmeye çalışıyordu...
"Allahhh, tamam gelirim" deyip bu imkanın üzerine balıklama atladım...
Reha'ya haber verecek halim neyim yoktu... Bu fırsat da kaçmazdı, bir daha da düşmezdi elime... Hemen Bir Pan American uçağına atlayıp doğru Houston'a yollandım...
Uçuş hazırlıkları tamamdı... Yanıma 5.1 megapiksellik makinemi ve 2 GB'lık hafıza kartımı ve 4 adet 3000 miliamperlik şarjlı pillerimi de alıp mekiğe bindim, Endeaovour'la yola çıktık...
Neyse yarım saat sonra dünyanın yörüngesine oturduk...
Sonra laboratuvara kilitlendik...
Bu arada uzay laboratuvarının dış panellerinde bir arıza olmuş...
Bizim çocukların dışarıya çıkması lazımmış... Dışarı çıkarken de, "Hadi sen de gel hem bir uzay havası alırsın, hem de biz iş yaparken bizim fotoğraflarımızı çekersin" falan dediler...
Hiç kırarmıyın... Kırmam tabii ki... "Gelirim" dedim...
Dışarıya hep birlikte çıktık... Hava güzel ve güneşli idi... Neyse laboratuvarın yanından yanından yürümeye başladık...
Altta dünyanın bir sürü yerini görüyordum...
Türkiye'nin üzerinden geçerken bizim hanımı aradım cepten, hayret Turkcell çekiyordu buradan bile... "Hadi çık terasa el sallıcam" dedim... O da "Tamam" dedi... Neyse birbirimize el sallayarak hasret giderdik... Ne de olsa uzaydan da onu seyretmek aşkların en güzeliymiş...
Bu arada terasa çıkan evin kuyruklu oğlu Şanslı da, "Anneoww, nerde babam yahouwww, miyouwww" derken... Ona da oradan "Pişşşt, burdayım len!.." deyivermiştim, gönlü oldu çocukcağızın...
Bu arada bir karede de ben görüneyim diye fotoğraf makinemi yan taraftaki astronot arkadaşa verdim, sağolsun o da beni böyle görüntülemiş. Bir de fotoğrafa çerçeve atmış... Bir türlü kamerayı düz tutturamadım ona...
Çocuklar çok yorulmuşlardı... Yanımda getirdiğim Türk helvasından tattırdım onlara...
Bu arada bir baktım aşağıda dünyada bir kaos var... Bulutlar hızlı hızlı dönüp duruyor... "Ne oluyor lan aşağıda" demeye kalmadan hayret ifademle bulutlara dindirin hızlı dönmenizi diyeceğime sadece "Diin, Diin" deyivermişim... Bu sözlerim astronotların da hoşuna gitmiş olacak... Mekik'e döndükten sonra aşağıya "Ertan, diin diin dedi, kasırganın adı Dean olsun" dediler... Böylece o kasırganın adını da ben vermiş oldum...
Neyse yukarıdaki geçirdiğim birkaç saatlik koşuşturma sonucunda dünyaya dönüş başladı tabii... Yarım saat sonra yine dünyadaydık...
"Ben bu haberi hemen hazırlayayım, bloguma koymam gerek bunun için de eve gitmem gerek" deyip çıktım NASA'dan geldim eve bu haberi yazmaya koyuldum...
İşte gazetecilik böyle özveri falan gerektiriyor... Neyse ben haberi Reha'ya kaptırmamanın gururunu yaşıyorum... O olsaydı bu kadar güzel neyim fotoğraf falan çekemezdi sanırım...
Sizler de benimle gururlanmışsınızdır umarım...
Haberde de görüldüğü üzre, Blogger.com'dan uzaya ilk giden ve haber kopartan bir arslan arkadaşınız aranızdan çıktı işte...
"Twitter ve Facebook'un kocayüreğinden astronot çıkmaz" diyenlere de örnek ve nispet olsun...
Teşekkür (yağlama) notu: NASA'dan beni yanlışlıkla arayan yetkiliye, hiçbir şeyden haberi olmayan Reha Muhtar'a, Prezident Obama'ya, Endeavour mürettebatına, eşime, kuyruklu oğluma, Helvacı Çiçek ailesine ve bilumum okuyucu dostlarıma teşekkürler gönderiyorum...
Ertan Yurderi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Her yazınızı beğeniyorum ve keyifle okuyorum; bazen gülerek, bazen düşünerek ve ne yazık ki bazen de ülkemizde yaşanan olumsuzluklar bağlamında üzülerek...
YanıtlaSilGazeteci ve yazar ayrımını bir de bana sorarsanız eğer;
Gazeteci; yasaların izin verdiği dedikoduculuk, gözetlemecilik işi...
Yazarlık; olaylara, olgulara, oluşumlara 360 dereceden bakıp, dünü yargılayıp, bugünü sorgulayıp, neden-sonuç ilişkisi kurarak konuyu yorumlamak, eleştirmek (olumlu-olumsuz), önerilerde, öngörülerde bulunmak, gerçek anlamda bilgi birikimi ve aklın süzgecinden geçirip de düşüncelerini, görüşlerini en sonunda yazıyla buluşmaktır derim...
Yüreğine sağlık Kocayürek Kardeşim...
Selma ERDAL; Bursa