16 Kasım 2022 Çarşamba

60'lı yıllardaki eğitim sistemi


Biz yaştakiler ve bizden bir kuşak sonrası belli bir yaşta olup da siyah önlük, beyaz yaka giyip ilkokula gidip geldiğimiz günleri hatırlamayanlarınız yoktur herhalde... Çok uzun seneler bu tarz tek tip giyim giyildi ilkokullarda...

O senelerde okul bahçesinde koşuştururken ya da oyun oynarken ya önlüğümüz yırtılırdı, ya yakamızın düğmesi kopardı, ya da önlüğümüzün arkasındaki bel kuşağı.... Çoğu zaman da eve perperişan pejmürde halde gelirdik yaptığımız haylazlıklarla...

Neyse konu; ne önlük, ne yaka, ne de yaptığımız haylazlıklar...

Şu eğitimin kalitesine bir baksanıza... Bugün ilkokullarda böyle teferruatlı bir anlatım var mı (kaldı mı)?

Şu fotoğraf o senelere dair eğitimin kalitesini çok iyi anlatıyor... 60’lı yıllardaki eğitim sisteminin kalitesi böyleydi işte... Vücudumuzun her bir yerini bir tıp doktoru edasıyla öğretmen tahtaya çizer, öğrencilerine öğretirdi... Miden burada, bağırsağın burada, pankreasın burada. Şurası aort damarın, burası karaciğerin vs.. vs.. vs...

Şimdilerde eğitim sistemi acaba böyle mi? Şimdiki zamane çocuklarına (ailesi yerlerini öğretmedi ise) miden nerede diye sorsan kalbini gösterir. Ya da böbreklerin neresi desen midesini...

Bir zamanlar bizler daha iyi bir eğitim sistemiyle yetiştik... Hele ki 70’li yıllarda liselerden mezun olanlar neredeyse bugünkü üniversite mezunu düzeyinde bilgiye sahipti. Üniversite mezunlarını da artık siz düşünün... Hepsi bugün Prof tirt’leriyle gezinmekte haklılar...

Bugünkü çoğu üniversite mezunlarının halini TV’lerdeki yarışma programlarında görüyoruz... Harita üzerinde İngiltere’nin, Fransa’nın yerini gösteremeyenleri bırakın, daha Türkiye’nin başkentinin neresi olduğunu bilmeyen üniversite mezunları bile var... Entelijansiyaları sıfır...

50-60 senede Türkiye’nin geldiği yer belli... Gittikçe hatta modernleştikçe daha çok cahilleşiyoruz sanırım... Okumak, okuduğunu anlamak hakgetire... Artık akıllarında çoğu şey tutmak yerine “Google Amca daha iyi bilir, ona soralım” edasıyla ortalıklarda gezinmekteler...

Yazık olmuyor mu geleceğimizi emanet edeceğimiz bu çocuklara, gençlere...

Bir fotoğraftan da nereden nereye geldik... Daha çok konuşacak şey var da... Burada kesiverelim...


 

21 Ağustos 2022 Pazar

Yılmaz Güney – Civan Canova ve “Arkadaş” filmi üzerine ...

 



“Arkadaş” filmi çekildiği ve vizyona girdiği yıllarda Lise 2'ye giden bir öğrenciydim ben de. Sınıf arkadaşlarımızla birlikte birkaç kez aynı filme gidip sonunda salya sümük filmden çıktığımızı hatırlıyorum. “Birkaç kez neden gidiyordunuz ve niye ağlıyordunuz?” diye soracak olursanız, nedenleri o günkü aklımla saymakla bitiremem herhalde!.. Ya film içinde kendimize, aşkımıza, sevdamıza ve o günlerdeki düşünce sistemimize dair bir şeyler buluyor, ya sınıfsal farkındalığımızı irdeliyor, ya da ergenliğimizin getirdiği sorunların çözümünü yedinci sanatı ustaca kullanan yönetmen Yılmaz Güney'in her bir film karesi içinde buluyorduk herhalde...
O yıllar bizler için de çok farklı yıllardı... Düşünce sistemimizin “sosyal” olaylara tepki verdiği, kendimizi devrimci kültüre daha yakın hissettiğimiz, öğrendiğimiz her yeni bilgiyle düşünce sistemimizi revize ederek kendimizi geliştirdiğimiz yıllardı o yıllar...
“Arkadaş” filminde seyirciye anlatılmak istenen de iki farklı eğilimin, sorunlara sınıf açısından yaklaşanlarla zaman zaman sınıfsal bir yaklaşımı deneyen, ama temelde sınıfsal bir yaklaşım odağına sahip olmayan kişilerin temsilcisi oldukları eğilimlerin karşılaştırılması, giderek de eleştirilmesi olduğu ileri sürülebilir.
Diğer bir deyişle "Arkadaş", içten içe gelişip serpilen bir hesaplaşmanın filmidir. Bu hesaplaşma özel olduğu kadar genel bir hesaplaşmadır da. Çünkü söz konusu eğilimlerin simgesi durumunda bulunan kişilerin hayat karşısındaki durumları, onların bireysel tutumları kadar, toplumsal konumlarını da yansıtmaktadır.
Filmde kendi kendisiyle hesaplaşmaya kalkışan kişiler, bu eylemleriyle salt kendi tutumlarını değil, aynı zamanda toplumsal konumlarını da açığa vurmaktadırlar. Bir yerde bireyselmiş gibi gözüken herhangi bir durum bir yerden sonra toplumsal bir boyut kazanmakta, özelden genele açılmaktadır. Bu nedenledir ki "Arkadaş"taki hesaplaşma, içten içe gelişip serpilen bir hesaplaşmadır da...
Konuyu ve bazı replikleri özümseyip ezberlediğim bu filmi yeniden seyretmiş olsam bile o günkü heyecanı ve hazzı alıyorum hâlâ ...
Müziği hele .. Bir efsanedir... Beni alır, benden ötelere götürür-getirir. Hâlâ gözlerimi nemlendirir, boğazımı düğümlendirir, bir-iki damla gözyaşının yanaklarımdan aşağı süzülmesine nerede olursam olayım hiç aldırış etmem bile. Kim demiş erkek adam metanetlidir, ağlamaz diye .. diyen zat, bence halt etmiş.
Neyse beni boşverin, geçelim...
Civan Canova’yı bu filmde “Halil” karakteriyle tanıdık ilk kez değerli oyuncu Yılmaz Güney'in (Âzem karakteri) yanında. O 19 yaşında genç bir delikanlı idi rahmetli. Bizler ise 16'sında... Böyle büyük bir oyuncuyla birlikte oynamak herkese kısmet olmaz elbet...
Canova’nın oynadığı “Halil” karakteri; Okumak yoluyla bile olsa sınıf atlayacak imkânı bulunmayan, bir hizmetçinin oğludur. Araba tekerleklerini patlatarak, camlarını kırarak bulunduğu yerdeki zenginlere olan öfkesini kusan bir genç profilini çizerken bir yandan da kendi değer yargıları ile tersleşen ortam içerisinde sürekli olarak düşünmekte, bir şeye karar verebilmenin kavgasını sürdürmektedir.
Neyse lafı fazla uzatmayalım ve filmi seyretmeyenlere de spoil vermeyelim daha fazla ...
Filmin son sahnelerinde bir silah sesi yankılanır. Herkes farklı bir biçimde dönüşmüştür ve dönüşmeye devam etmektedir... Kimi iyiye, kimi güzele, kimi doğruya, kimi daha da yanlışa…
Burjuva kesimin yoz ortamında bunalan Halil, filmin sonunda saçları kesik bir bicimde karşımıza çıkar. Filmin rejisörü ve Âzem rolüyle oynayan Yılmaz Güney’in vermek istediği temel espri somutlaşır. Devrimci dönüştürümcülüğün küçük burjuva dönüşümcülüğüne baskınlığı artık bu son sahne ile belirlenmiştir.
Yılmaz Güney’in o kendine has tebbessümü ile son bulur film.
Civan Canova, ruhun şad, mekanın cennet olsun. Huzur içinde uyu üstadım... Sen de Yılmaz Güney ... Sen de huzur içinde uyu yoldaş...

13 Temmuz 2022 Çarşamba

Millet gider Mersin'e, biz gideriz tersine ...




Zamanında 1.5 milyar dolara mal olan Hubble Uzay Teleskobu’nun yerini şimdi 10 milyar dolar harcanarak James Webb Teleskobu aldı. Hubble sayesinde uzayın derinliklerine senelerdir göz atmış olduk. Kendi galaksimizin dışında milyarlarca galaksi olduğuna şahit olduk. Enfes görüntüleri büyük keyifle izledik...
Astronomlar Hubble sayesinde evrende 100-150 milyar civarında galaksi olduğunu tahmin ediyorlardı. Ancak yeni teleskop James Webb sayesinde bu sayının önümüzdeki yıllar güncelleneceğini tahmin ediyorum. Muhtemelen bu sayı Hubble sayesinde keşfedilenden 5 veya 10 kat daha fazla olacak.
Yaratılmış koskoca evrende sadece kendi galaksimizin (Samanyolu) dışında milyarlarca galaksinin varlığını öğrenmek bile insanı heyecanlandırmıyor değil yani... Ayrıca o büyük kainat içinde yalnızca insan ırkından farklı varlıkların olabileceği düşüncesi bile heyecan verici...
Bundan tam 442 yıl önce (1580) bizim gibi heyecanlanan Osmanlı Sarayı'nda astronomiye meraklı müneccimbaşı Takiyüddin Efendi vardı. Bu konulara meraklı 16 bilim insanıyla birlikte Tophane’de 10 bin Osmanlı altınına kurulmuş olan Dar-ü'r Rasad-ül Cedid adlı Rasathanesi’nde gökyüzünü inceliyorlardı...
Lakin o yıllarda İstanbul semalarından geçen kuyruklu yıldız ve ardından gelen deprem ve başgösteren veba salgını sebebiyle gaza gelen Saray’daki örümcek kafalı bilimsel araştırmaları kıskanan yobaz din adamları padişah 3. Murad’ı doldurarak; “Bu şeytan yuvası Dar-ü'r Rasad-ül Cedid'te çalışanlar meleklerin eteklerinin altına bakıyorlar. Göklerin sırlarını örten perdeyi kaldırmak haşa uğursuzluk getirir... Deprem ve veba hep bundandır." diye padişahı gaza getirdiler.
Saray’da Padişah 3. Murad’ı dolduruşa getiren yobazların başı, (güya dini konularda en yüksek derecede bilgi ve yetkiye sahip olan kimse sayılan) Şeyhülislam Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi ve avanesinden başkası değildi.
Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi, 3.Murat’a "Gözlem yapmak uğursuzluktur, gözlemevleri bulundukları ülkeleri felakete sürüklerler. Göklerin gizemini aydınlatmaya saygısızca yeltenmenin korkunç sonuçları herkesçe bilinir. Bu işe girişen hiçbir ülke yoktur ki bayındır iken harap ve devlet teşkilatı yerle bir olmasın." ifadelerini içeren bir fetva gönderdi. (Kimbilir daha ne yalanlar söyledi...)
Bunun üzerine sultan 3. Murad, Kaptan-ı Derya (donanma komutanı) Kılıç Ali Paşa'ya fermanını verdi:
"Meleklerin etek altlarının dikizlendiği (!!!) Galata'daki şeytan yuvası bina tez elden yerle bir edile."
Taş taş üzerine bırakılmadı. Yerle bir edildi.
1580 yılının 21 Ocak günü Galata'da topa tutulan o bina, 600 yıllık Osmanlı imparatorluğunun ilk ve tek rasathanesiydi.
Belki bu rasathane yerle bir edilmeyip gözlemlerine devam edebilseydi ve devletin başındaki padişahlar da bu tür örümcek kafalı yobazların sözleriyle hareket etmeselerdi bugün bu güzel keşifleri bizler öğünerek ve gururlanarak yapabilseydik ve tüm dünya halklarıyla paylaşabilseydik keşke...
Ama heyhat... Neden mi heyhat?
Çünküüüü .. Günümüzde bile (!..) elalem giderken Mersin’e, bizler gideriz hala hep tersine, tersineeee... Bu böyle bilineee...

13 Haziran 2022 Pazartesi

Yaratıcılığın Gücü: Hayallerin Son Kullanma Tarihi Yoktur

 



Sabah sporu yürüyüşlerimden birinde yukarıdaki fotoğraftaki bu güzel enstantaneye denk geldim. Minik bir araba itina ile park edilmiş duruyordu büyük bir arabanın yanında... Ve eve dönünce başladım bu konuda bir yazı yazmaya... Bu satırları o minik arabanın sahibini o kadar çok aktarmak isterdim ki... Belki bir gün büyüdüğünde bu satırlara denk gelir, yıllar öncesinden kendisine bir sürpriz olur...

Hayal gücü, insanın en güçlü araçlarından biridir. Düşlerimizi hayal etmekle başlarız, onları hedefler haline getirir ve sonunda gerçeklikle buluştururuz. İşte bu süreçte yaratıcılığın ve azmin önemi ortaya çıkar. Bu yazıda, yaratıcı düşünce ve hayallerin gücü üzerine bir yolculuğa çıkacağız.

Yaratıcı Düşünce ve Hayal Gücü: Yaratıcı düşünce, hayal gücümüzü besleyen ve ilham veren bir süreçtir. İnsanlar, dilediklerini düşleyebilir, bu düşlerini hedeflere dönüştürebilir ve sonunda gerçeğe dönüştürebilir. Hayal gücü, yeni fikirlerin ortaya çıkmasını, yenilikçi çözümlerin bulunmasını ve sınırları aşmayı sağlar.

Hayallerin Gücü: Hayallerin bir son kullanma tarihi yoktur. Her hayal, bir potansiyel taşır ve gerçekleşme şansına sahiptir. Hayallerimiz bizi motive eder, umutla doldurur ve hedeflerimize ulaşma yolunda bizi yönlendirir. Minik arabamızın, yıllar içinde üstü açık son model bir spor arabaya dönüşmesi gibi, hayallerimiz de zamanla büyür ve gerçeğe dönüşebilir.

Asla Vazgeçmemek: Hayallerimize ulaşırken zorluklarla karşılaşabiliriz. Ancak asla vazgeçmemeliyiz. Derin bir nefes alarak, yeniden denemek ve hedeflerimize yönelmek önemlidir. Mantığımız bizi A noktasından B noktasına götürebilir, ancak hayallerimiz bizi her yere götürebilir. Cesaretimizi koruyarak, engelleri aşmaya ve hayallerimizi gerçeğe dönüştürmeye devam etmeliyiz.

Yaratıcılığın Sınırları: Yaratıcılığın sınırları yoktur. Her an yeni bir düşünce, yeni bir fikir ortaya çıkabilir. Hayallerimizi gerçekleştirmek için yaratıcılığımızı kullanmalıyız. Farklı bakış açılarıyla düşünmek, risk almak ve yenilikçi çözümler üretmek, hayallerimizin gerçeğe dönüşmesi için önemli adımlardır.

Hayallerin gücüne inanmak, yaratıcılığın ve azmin önemini kavramak, gerçek bir başarıya ulaşmanın anahtarıdır. Her ne kadar mantık sizi belirli hedeflere götürebilse de, hayalleriniz sizi sınırların ötesine taşır. İşte bu yüzden hayallerinize asla veda etmeyin. Onlar, sizi cesaretlendirir, ilham verir ve yeni ufuklara yönlendirir.

Hayallerimizin son kullanma tarihi yoktur çünkü insan sürekli olarak yeni hayaller kurar, yeni hedefler belirler. Çocukluğumuzdaki minik arabamızın üstü açık son model bir spor arabaya dönüşmesi gibi, hayallerimiz de zamanla büyür ve gelişir. Önemli olan, hayallerimizi gerçekleştirmek için adımlar atmaktır.

Bazen yolda zorluklarla karşılaşabiliriz, başarısızlıkla yüzleşebiliriz. Ancak, vazgeçmek yerine derin bir nefes alıp tekrar denemek önemlidir. Hayal gücünüz ve azminiz sizi ileriye taşır. Engellerle karşılaştığınızda, yeni çözümler bulmak için yaratıcılığınızı kullanın. İnanın ki hayallerinizin gerçekleşmesine her zaman bir yol vardır.

Sonuç olarak, hayalleriniz sizi nereye götürmek istiyorsa, onları gerçekleştirmek için çaba sarf etmekten vazgeçmeyin. Yaratıcı düşünce ve azimle, hayallerinizin peşinden gidin ve sınırları aşın. Hayallerinizin gücünü kullanarak, kendinizi keşfedin, yeni hedefler belirleyin ve gerçek potansiyelinizi ortaya çıkarın. Hayal gücünüz ve arzunuzla birlikte, başarıya giden yolda ilerlemeye devam edin.

Hey sen küçük çocuk, umarım bir gün bir yerlerde bu fotoğrafa ve yazıya denk gelirsin... Senin düşlerin, benim de düşlerim oldu. Umarım bir gün sen bu düşlerini gerçekleştirmiş olursun...





15 Mayıs 2022 Pazar

Her sene hep aynı terane.



Her sene hep aynı terane. O ne ya? Sosyal medya küfür arenası olmuş, birilerine küfür eden edene... 

Sen çocuklarına sırf kutsal kitabın Kur'an'da  yazıyor diye İsrailoğullarına gelen tüm peygamberlerin isimlerini koy, sonra İsraillilere kız, isyan et... Seninkinden önce gelmiş dinleri ve peygamberleri inkâr et, hem de üstelik küfür et  "Amentü"nü unutarak.  

Yahu sen değil misin doğan oğullarına Musa, Yusuf, Harun, Yakup, İbrahim, Zekeriya, Yahya, Üzeyir, İsmail, İshak, İsa, Davud, Ceyhun, Süleyman, İlyas, Bünyamin, Kenan ve şu anda hatırlayamadığım bir sürü adları koyan?.. 

Şimdi niye kızıyorsun ki ey Müslüman geçinen güruh? Kızma birader başka dinlere, onlara gelen kitaplara... Senin kitabının içinde de bunlar yazıyor, aç-oku-ögren içinde yazanları. Hâdis Müslümanlığından uzaklaş.  

Sen Arap isimlerini çocuklarına koyan grup sen de Araplara kızma... Niye kızıyorsun ki? Neden küfür ediyorsun ki durup dururken Arap soyuna? 

Hepiniz şahane özbeöz Türk isimlerini bıraktınız, Arapların ve İsrailoğullarının isimlerini çocuklarınıza isteyerek ve bilerek kendiniz koydunuz yahu... Yoksa bu isimleri koyarken bunların Musevi ve Arap isimleri olduğunu bilmiyormuydunuz? 

Hayırlı uğurlu olsun isimleriniz... Güle güle kullanın şimdi... Ancak unutmayın ki küfür ettiğinizde, dinlere ve onu getiren peygamberlere de küfür ettiğinizin farkına varın, daha fazla günah işlemeyin yeter!..


4 Şubat 2022 Cuma

Cumhuriyet'in kaçıncı yılında doğdunuz!..

 



100'üncü yılını 29 Ekim 2023'te kutlayacağımız Cumhuriyet'imizin kaçıncı yılında doğduğunuzu hiç düşündünüz mü? 

Ben; Genç Cumhuriyet'in 36. yılında (1959) Kocaeli'nde (İzmit) dünyaya gelmişim... Ve yaklaşık 63 senedir de bu Cumhuriyet'te, Atatürk İlkeleri'ne bağlı bir şekilde yaşantımı sürdürmeye çalışıyorum... 

Nedir bu ilkeler diyecek olursanız (bunları unutmuş güruha hatırlatalım);  Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve İnkilâpçılık...

Cumhuriyet'in ilk kurulduğu günden beri öyle bir güruh var ki bugünlere kadar gelen, VATAN  toprağı saydığımız bu topraklar üzerinde bu ilkelerin içini günden güne boşaltarak bu Cumhuriyet'in yerine bambaşka bir rejim getirmeye çalışıyorlar, çabalıyorlar... 

Rahat bunlara batıyor... Huzur bunlara batıyor... Demokratik hak ve özgürlükler bunlara hep batıyor... 

Bu güruh, Cumhuriyet rejimini değiştirme emellerine ASLA ulaşamayacaklar... Bizler ATA'mız'ın izinden devam eden gençlik olarak, Atamızın bize emanet bıraktığı bu kutsal VATAN'ı asla bu güruhun "hain" emellerine bırakmayacağız, buna izin vermeyeceğiz...

Atamızın bize seslenişini kulaklarımızdan, zihnimizden ve yüreklerimizden çıkarıp atamazlar... 

Ey Türk Gençliği!..

Birinci görevin Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyeti'ni sonsuza kadar korumak ve savunmaktır. 

Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel senin en değerli hazinendir.
Gelecekte de seni bu hazineden mahrum bırakmak isteyecek iç ve dış düşmanların olacaktır. Eğer bir gün, bağımsızlığını ve cumhuriyetini savunmak zorunda kalırsan göreve atılmak için içinde bulunduğun durumun olanaklarını ve koşullarını düşünmeyeceksin. 

Bu olanak ve koşullar çok elverişsiz olabilir. Bağımsızlığına ve Cumhuriyeti'ne göz koyacak olan düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir zafer kazanmış olabilirler. 

Zorla ve aldatıcı düzenlerle sevgili yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesi işgal edilmiş olabilir. 

Bütün bu koşullardan daha acı ve daha korkunç olmak üzere yurdunda iş başında bulunanlar aymazlık ve sapkınlık hatta hainlik içinde bulunabilirler. 

Hatta iş başında bulunan bu kişiler kendi çıkarlarını yurduna girmiş olan düşmanların siyasal amaçlarıyla birleştirebilirler. 

Millet yoksulluk ve sıkıntı içinde bezgin ve bitkin düşmüş olabilir. 

Ey Türk geleceğinin çocukları!..

İşte bu ortam ve koşullar altında bile görevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyeti'ni kurtarmaktır. Bunun için gereken güç, damarlarındaki soylu kanda vardır.

Ey Yüce ATAM!.. Sen huzur içinde rahat uyu... 

Türk gençliği olarak; özgürlüğün, bağımsızlığın, egemenliğin, Cumhuriyetin ve devrimlerinin yılmaz bekçileriyiz. Her zaman, her yerde ve her durumda senin ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığa geçmek için bütün zorlukları yeneceğimize namus ve şeref sözü verip, kendimizi büyük Türk Milleti'ne adayanlarız.