30 Nisan 2020 Perşembe

“Asbestliyiz, ama şerbetliyiz be Didim!..”


Yıllar öncesi çocukluğumda kömür sobası kullandığımız günlerden aklımda kalan tek şey, kömür sobalarımızın çıkardığı aşırı ısının, koltuklarımızı, kanepelerimizi veya değerli eşyalarımızı etkilemesin diye eşyalarımızın önüne veya yanına koyduğumuz amyant (asbest) levhalardı.

Çocukluğumuzun verdiği muzurlukla, ilkbahar-yaz aylarına geçtiğimiz zamanlarda onları soba arkalarından izinsiz alarak, evde ve sokakta onlarla oyun oynardık... Keserdik, parçalardık, oyuncak kutu yapardık...

Meğersem ne cahillikmiş...

Bu masum malzeme aslında
çok büyük kanserojen maddeymiş... Nerelerde nerelerde kullanılmamış ki zararları öğrenile dek...

Tekstil end
üstrisi (lifler, kumaşlar, ipler) - Çimento endüstrisi (saç, boru) -  İnşaat malzemeleri endüstrisi (çimento ürünlerinin işlenmesi) - Kimya endüstrisi (boya dolgusu, dolgu materyalleri, sentetik reçine kompresyon kalıp materyalleri, termoplastikler, kauçuk ürünleri) - İzolasyon endüstrisi (ısı, ses ve yangın izolasyonu)­ - Kağıt endüstrisi (asbest kağıdı, karton) -  fren - debriyaj - balata üretimi - Gemi yapımı ve vagon üretimi. Vs.. Vs.. Say say bitmez…

Maalesef hayatımızın her alanına girmiş olan bu asbest denilen ŞEY; beyaz toprak olarak da bilinen, ısıya, aşınmaya, kimyasal maddelere olduk
ça dayanıklı, yapısal özellikleri açısından esnek, lifli yapıda bir mineral...

Hatırlıyorum da, evlerimizde tadilat yaptırdığımız zamanlarda,  ısı ve su yalıtım
özellikleri nedeniyle sıva işinde, çatıların ısı ve su yalıtımında, eve çağırdığımız ustalar bu malzemeyi tercih ediyorlardı ve bizlere de bu malzemeleri satın aldırtıyorlardı...

Meğersem ne büyük cahillikmiş...

Havaya sa
çılan asbest liflerinin solunmasıyla solunum yollarına ulaşan liflerin çoğu, bedenimizin savunma mekanizmaları ile uzaklaşabilirmiş uzaklaşmasına da, ancak bazı lifler ise temas yoğunluğuna, temas süresine, asbest lifinin yapısına ve bireysel faktörlere bağlı olarak akciğer dokusunda birikirmiş...

Birikince de;
akciğer zarında sıvı birikmesi, akciğeri saran zarın kalınlaşması ve kireçlenmesi, akciğer dokusu içerisinde asbest liflerinin birikmesi (asbestozis), akciğerleri ve karın boşluğunu saran zarın kanseri (mezotelyoma) ve akciğer kanseri ortaya çıkarmış...

Vay ki, vay vay…

Kansere yol a
çan bu malzeme bütünlüğünün bu kadar yoğun kullanımı sonrası akciğer kanser vakalarının bu kadar çok artması kaçınılmaz olmuştur elbet...

Ülkemizde diğer kanser türlerine göre akciğer kanseri oranı çok yüksekmiş. %30 kadar... TV'lere çıkan ünlü Onkologlar, Türkiye'de her yıl 50 bin civarında yeni akciğer vakasıyla karşılaşıldığını söylüyorlar... Bu sayıyı 365 güne vurursak, günde en az 136 kişi akciğer kanseriyle karşı karşıya kalıyormuş…

Asbest tek başına akciğer kanseri gelişimi için 5 kat risk oluşturmakta iken, sigaranın tek başına oluşturduğu risk de 10 katmış. Sigara ve asbest birlikteliği ise akciğer kanseri gelişimi riskini 50-90 kat daha artırıyormuş...
Bunca sözü ettikten sonra gelelim esas meselemize... Yaptığımız diğer toplumsal büyük cahilliklere...

G
ünümüzde asbestle temas riskinin en fazla olduğu iki alan, gemi sökümü ve kentsel dönüşüm kapsamında eski binaların tadilatı ve yıkım süreci... Çünki eski yapılarda o kadar çok asbestli bölümler var ki... Sök sök bitmiyor...

Ülkemizde asbest üretimi ve kullanılması, tespit edilen hastalıklar sebebiyle 31.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren bir yönetmelikle yasaklanmış.

Hemen akabinde de; 25.01.2013 tarihinde "ASBESTLE
ÇALIŞMALARDA SAĞLIK VE GÜVENLİK ÖNLEMLERİ HAKKINDA YÖNETMELİK" çıkarılarak çalışanların asbest söküm, yıkım, tamir, bakım, uzaklaştırma çalışmalarında asbest tozuna maruziyetlerinin önlenmesi ve bu maruziyetten doğacak sağlık risklerinden korunması, sınır değerlerin ve diğer özel önlemlerin belirlenmesi şartlara bağlanmış...

Efendim bunca s
öz bolluğunun sonunda yaşadığımız bu güzel ilçe Didim’in asbestle iştigaline nihayet sıra geldi ...

15 Nisan 2020 g
ünü gazetemize gelen ihbar sonrası "Altınkum Vakıf Tesislerinde Yıkım Başladı" haberini yaptıktan sonra Didim Belediye Başkanı'mız sayın Ahmet Deniz Atabay;  gazetemizin yıkımın başladığı haberleri üzerine bu bölgedeki yıkım için kendilerine resmi bir müracaatın olmadığını belirterek, yıkım işlerinde de gerekli önlemlerin alınmasında gördükleri eksikliler üzerine zabıta marifetiyle yıkım işlemini durdurduklarını, gayri hukuki olarak başlatılan yıkımın durdurulduğunu duyurmuştu...

Ardından ertesi g
ün (16 Nisan) gazetemizin Konuk Yazarı Şehir Plancısı Filiz Çelik Hekimoğlu'nun konuyla ilgili makalesiyle birlikte Didim Derneği Yönetim Kurulu'nun bu yıkımla ilgili basın açıklaması dikkat çekiciydi...

Didim Derneği Y
önetim Kurulu'nun yaptığı basın açıklamasında, 1960'lı yıllarda yapılan ancak günümüzde metruklaşan Vakıflar binasının döşemelerinde, yalıtım amaçlı kaplamalarında, ara duvarlarında, kaloriferler vb. yapı elemanlarında asbest maddesi kullanılmış olabileceğine dikkat çekerek, asbest malzeme kullanılan binaların yıkım işleminin, özel kanunlarla tanımlanmış olduğunu, kontrolsüz yıkımlarında geriye dönüşün zor, hatta imkânsız olan riskleri ön plana çıkarabileceğini söyleyerek, ilgili makamların konuya duyarlı olması gerektiğini ve herhangi bir yıkım söz konusu olduğunda da gerekli ilginin gösterilmesi konusunda fikirlerini beyan etmişlerdi...

Bu kontrols
üz yıkımın durdurulmasının üzerinden nerdeyse 15 gün geçmemişti ki, Didim Gerçek Gazetesi'ne haber atlatmayı başarmış bir başka yerel gazete haberinden öğrendik ki  (Aslında Didim Belediyesi Basın Bölümü'nün habercileri haberdar etme eksikliği!!!. Bu konuda  da bir yazı yazma zamanımız geldi artık.) Vakıflar binasındaki asbestli malzemeler alınan izin doğrultusunda özel bir firma tarafından özel giysiler giyen ekiple sökülmüş.

Söküm esnasında Didim Belediyesi Zabıta ekipleri olası bir kaçak yıkım işlemine karşı bölgede nöbet tut
muş. Didim İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri güvenlik tedbiri almış... Binadan iş makinalarıyla sökülen 2.5 tonluk asbestlik malzeme de getirilen bir TIR'a yüklenerek, söküm yerinden ayrılmış...

Bu haberden de anlaşılacağı
üzere, demek ki bu bina asbestli imiş ve Didim için ne kadar büyük bir risk taşıyormuş... Şayet bu bina ilk yıkım zamanında apar topar yıkılsaydı, bugün Didim'de büyük bir çevre felaketi yaşanacaktı... Hem yıkanlar açısından, hem de çevredeki yaşayanlar açısından hem de havaya karışacak olan asbestli tozlar Didim halkının sağlığını bu Koronavirüs günlerinde bir kat daha tehlikeye atacaktı... Allah'tan bu yıkım hemen durduruldu... Bunda da Didim Gerçek Gazetesi'nin büyük katkısı var, kuşkusuz… Bu hiçbir yere haber verilmeden ve önlem alınmadan yapılan yıkımı,  anında haberleştirip kamuoyuyla paylaşması da ayrıyeten  gurur verici bir olay… Yerel basının gücü, böyle haberlerle ortaya çıkıyor…

Ger
çi bu sökümle asbest riski geçmiş midir, geçmemiş midir orası muamma, bilmiyoruz... Havada asılı kalmış partikülleri ölçen bir aletimiz yok... Ölçebilecek yetkililer de...

Ayrıca 1960'lı yıllardan asbestin yasaklandığı 2010'lu yıllara kadar yapılmış
çok eski bina var Didim'de... Yeraltı kanalizasyon sistemi ve su şebeke sistemleri var... Bu önemli konuda Didim Belediyesi'nin ya da ilgili kurumların yaptığı bir araştırma var mı? Kaç tane asbestli bina hâlâ ayakta, kaç tane bina yıkılmak için sırasını beklemekte... Asbestli olduğu varsayılabilecek yıkılıp yeniden inşa edilecek binalarda asbest yıkım kurallarına uyuluyor mu? Bu konuda nasıl bir denetim mekanizması var ya da oluşturuldu mu?

Malum Didim'in su ihtiyacını karşılayan bir barajı yok. Didim kullanma suyunu a
çılan 32 kuyudan sağlıyor... Didim'in eski yeraltı şebekelerinde asbestli boru kullanılmış olabileceğini varsayarsak şu anda bu kuyulara yakın yerlerde yeraltında gömülü kalmış, unutulmuş, yenisi ile değiştirilmemiş, kanalizasyon veya su şebekeleri var mı? Eskimiş su boruları sağlıklı borularla değiştiriliyor mu?  Tüm bu sorularımızın yanıtını Didim halkına kim verecek? Ya da bir basın açıklamasıyla verecek birileri çıkacak mı karşımıza?

Yazımın başlığında da dediğim gibi "Asbestliyiz, ama şerbetliyiz be Didim"... Hasbelkader bizlere armağan edilen yaşamları bedavadan yaşıyoruz bilesin...


29 Nisan 2020 Çarşamba

“Ne Var, Ne Yok?”

Kamu çalışanına yok,
SGK'lı
çalışana yok,
20 yaş altına yok,
65 yaş
üstüne yok.

Yok olan var mıdır?
Var olan yok mudur?

Var ise bu y
üzden bir kaos var mıdır?
Yok ise bu y
üzünden bir kaos yok mudur?

Hade bilin gari bu basit bilmeceyi. Bu VAR olup da, YOK olan şey nedir?

Tıpkı "Yaşar;  Ne Yaşar, Ne Yaşamaz" 2 perdelik oyun i
çindeyiz... Aziz Nesin'in kulaklarını yattığı yerden çın çın çınlatıyor, bugün yaşananlar...

Konu "maske" tabii ki... "Maske" olayı
öyle bir kaos haline dönüştü ki... "Kim kime maske verecek, kim kimden maske alacak, kim kime maske dağıtacak, kim kime maske satamayacak, kim kimden maske bulacak?" Her şey bir muamma...

Kafanız karıştı değil mi? İşte zaten istenen de buydu... Kafanız karışsın, siz maske bulamayın, satın bile alamayın, maskesiz yaşamın tadına varın... Evden
çıkamayın. Eve tıkılıp kalın...

Şu PARASIZ MERET olan MASKE; Ne PTT
üzerinden doğru dürüst dağıtılabildi, ne e-devlet üzerinden doğru dürüst dağıtılabildi, ne de ECZANE’ler üzerinden ihtiyaç sahiplerine doğru dürüst dağıtılabildi... Tesadüfen alabilenler elbette şanslıydı... Alamayanlar ise şanssız... Hâlâ kod gelecek diye bekleyen onbinlerce canım insanımız var memleketimde...

Bu da yetmezmiş gibi başta ABD olmak
üzere 55 ülkeye, içinde maske de olan tıbbi yardımlar yapıyormuşuz... Sayıya bakın... Koskoca 55 ülke... En başta da ABD...

Artık BİZ'e verilemeyen MASKE'lerin nereye gittiği herkes
çe malum oldu... Ivırdılar, kıvırdılar, halkın belli bir kısmının yüzüne göstermelik MASKE verip, tüm maskeleri 55 farklı ülkeye "salgınla mücadele amaçlı" gönderdiler... Gönderebilirler, bir şey demiyorum da... Ya BİZ'ler ne olacağız?

Tabii ki bu 55
ülke olayını ben bir yerimden uydurmuyorum... Bunu Cumhur'un başkanı açıkladı geçen gün:

" .. Bug
üne kadar 55 farklı ülkeye salgınla mücadele amaçlı malzeme desteği verdik..." dedi...

".. D
ünyanın dört bir yanındaki dost ve kardeş toplumlara umut olduk, mücadele azimlerini kamçıladık. Gelişmiş ülkelerin dahi Türkiye'den destek istedikleri bir dönemde elimizdeki imkanları Balkanlar'dan Afrika'ya kadar geniş bir coğrafyadaki dostlarımıza açmakta tereddüt etmedik. Son olarak ABD'ye maske, yüz koruyucu, siperlik, göz koruyucu, N95 maske, tulum ve dezenfektandan oluşan tıbbi yardım malzemelerini de yarın gönderiyoruz. Bu malzemeleri taşıyan Türk Silahlı Kuvvetlerimize ait askeri nakliye uçakları yarın Amerika'ya hareket ediyor"  da dedi...

Biz daha ne diyelim? Cumhur'un başı, cumhur'una bu beyanatları TV karşısından verirken, değil 5 tane, bir tane bile maske verememişti kendi halkına... Reva mı g
örmedi ne?

Sinop'lu Diogenes (Diyojen) olsaydım eğer, sokaklarda elimde fener ile dolaşır durur; niye b
öyle yaptığımı soranlara da:

"- Maske arıyorum, maske!.. Hayatta kalabilmek için maske arıyorum" diye yanıt verirdim kuşkusuz... Ancak ben Diogenes değilim ki...
Onun yaşadığı çağda da değilim... Peki bu çağda "maske" bulabilmek mümkün müdür?..
Bu zor sorunun yanıtını bir türlü bulamıyorum, siz biliyorsanız söyleyin!.. Bilmiyorsanız sonsuza kadar susun!..

Ne var, ne yok?
Yok olan var mıdır?
Var olan yok mudur?


28 Nisan 2020 Salı

“Gevşeme dedim, gevşeme Didim!..”


23-26 Nisan zorunlu  [ve biraz da sorunlu (!..)] sokağa çıkma yasağı döneminde "evinde otur, sağlıklı kal"ı bambaşka bir algıyla algılayan birçok vatandaşımız, 26 Nisan'ı 27 Nisan'a bağlayan geceyarısı saatler 00.00'ı göstermeden kendilerini büyük bir rehavetle "hurrraaaa" diye sokağa atıverdiler...

Zaten bu 4 g
ünlük sokağa çıkmama olayını bir türlü anlayabilmiş değilim... Didim'in en işlek caddesinde oturmam sebebiyle, günlük normal trafikten biraz daha az trafikle tüm gün "sokağa çıkma yasağı”nın nasıl delindiğine bizzat şahit oldum balkonumda kahvemi yudumlarken...

Sokağa
çıkması gerekli (!!) araçların yanında, hiç çıkmaması gereken araçların (!!!) da ara sokak ve caddelerde gezindiğine şahit oldum... Plakasız motorsikletlerin üzerinde maskesiz, kasksız gençlerin motorlarının egsozlarını bağırta bağırta son sürat hava attıklarını gördüm... Sokak aralarında top oynayan yaşları 10'u geçmeyen çocuklar gördüm... 65 yaşından büyük insanların elleri arkalarına kavuşturmuş vaziyette salına salına ilk iki gün marketlere, son iki gün de fırınlara giderek yasakları deldiklerini gördüm...

Kısaca; "Oturdum, izledim, sinirlendim...", "Amici, diem perdidi" (G
ünümü böyle harcadım dostlar. Bu da Latincesi!.. Bu tür insanlar dil öğretiyor insana, Latince hem de...)

D
ün (27 Nisan) bir Bilim Kurulu üyesi olan Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, 26 Nisan'da açıklanan Koronavirüs verilerinin ardından dedi ki; " .. Mor salkımlar açtı. Yaza Kovid-19'suz girme umudumuz artıyor. Günlük vaka sayılarımız, test pozitiflik oranlarımız azalıyor. İyileşen hasta sayılarımız artıyor. Havuz boşalıyor. Sakın gevşemeyelim. Ne yaparak başarılı olduysak, aynen devam."

Hah!.. Şu satırları MAJİSKÜL olarak yazıyorum ki iyi bilinsin; İNSANLARIMIZIN BU REHAVETİ VE GEVŞEMESİ SEBEBİYLE  "YAZ" AYINA BİRAZ ZOR GİRERİZ inanın...

Bu nasıl bir rehavettir, bu nasıl bir GEVŞEME'dir, akıl alır gibi değil... D
ün, Didim'deki bankaların ve Didim'in PTT'sinin önünü bir görseydiniz şaşardınız... 4 günlük sokağa çıkma yasağı yüzünden maaşlarını bankalarından almayan / alamayanlarla ayrıca devletin 1000 TL'lik yardımı için PTT önünde bekleşenlerin hali gerçekten yürek acısıydı... Çoğunun yüzünde maskesi yoktu, çoğunda ise sosyal mesafe kavramı yoktu... Bu YOK'ları sıraladıkça insanın sıralayası geliyor peşisıra…

Bir de o uyduruk maske takanlara “tirt” oluyor insan... Zaten vatandaşa bedava verilen maske uyduruk ya da onların  bir şekilde edindiği maske uyduruk, bir de ağzını kapatıp, burunlarını havu
ç gibi dışarıda bırakmıyorlar mı? İnsanın çıldırası geliyor; bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu diyerek...

İtalya’nın önde gelen sağlık yetkili
leri, maske takmanın corona virüsüne karşı insanları gereksiz bir cesarete yönlendirmemesi gerektiği uyarısında bulunuyorlar sürekli... "Maskeler insanlara yanlış bir güven hissi veriyor" diyorlar... "Esas önemli olan kişisel hijyen ve sosyal mesafe" diyorlar... Ama bu öğütleri anlayıp da uygulayan kim? Hem İtalya’da, hem dünyada hem de Türkiye’de?

Bankadan parasını alıp
çıkan yaşı epey geçkin bir amcamız dün parasını sayarken, elini ağzına götürdü, parmağını yaladı, parasını öyle saydı yahu!.. Sen bu adama nasıl öğreteceksin HİJYENİ, nasıl öğreteceksin CORONA'yı, COVİD-19'u... Adamın umrunda mı dünya, umrunda mı hastalık? Onun tüm derdi, eline maaşı tam mı verilmiş, eksik mi verilmiş... Onun sağlamasını yapıyor kendince... Sanki efsunlu mübarek!..

D
ün (27 Nisan) akşam saatlerine doğru Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus bir açıklama yaparak "Salgın bitme noktasından çok uzak" diyerek "Uyarılarımızı dinleyen ülkeler şu anda daha iyi durumda" dedi... DSÖ; "Latin Amerika, Doğu Avrupa, Afrika ve bazı Asya ülkelerinde" artan corona virüsü vaka sayıları nedeni ile endişe duyuyorlarmış...

DS
Ö'nün endişe duyması çok normal. Çünki bu ülkelerdeki corona virüsü vaka ve ölüm sayılarının düşük olmasının tek sebebi, o  ülkelerdeki test kapasitelerinin düşük olması, vaka ve ölüm sayılarının açıklananın çok üzerinde olması... Sputnik News'te hastalık sebebiyle ölmüş, sokaklara terk edilmiş görüntüler izleyince bugüne kadar seyrettiğim dizi ve filmler gözümün önüne geldi... Tıpkı o dizilerdeki olaylar birebir yaşanıyor sanki...

D
ün akşam, 27 Nisan verilerini açıklayan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da; "Bir gün içinde iyileşen en yüksek hasta sayısına ulaştık. Temaslı sayısı ve temas ortamı azaldığı için, ihtiyaç duyulan test sayısında azalma bugün de devam etti. Yoğun bakım ve entübe hasta sayısında düşüş sürüyor. Bu başarıyı riske atmayalım" dedi...

İyi de siz ne s
öylerseniz söyleyin... Bu millet günler ilerleyip, mevsim ilkbaharı yaza doğru kovalarken GEVŞİYOR, GEVŞİYOR... Yukarıda örneklerini verdiğimiz insanlara bu virüs mürüs vız gelip, tırıs gidiyor... Sizlerin sözünü canla başla dinleyip uygulayan bir güruhun yanında, vurdumduymaz, laf dinlemez, başkalarını önemsemez insanlar yüzünden bu hastalık her zaman RİSK'e de girer, başka şeye de...
Neyse yazımı sona bağlayalım isterseniz... Yazımın başlığında da dediğim gibi dün sürekli zorunlu alışveriş için gezindiğim yerlerde söylenip durdum kendi kendime:  "Gevşeme dedim, gevşeme Didim!.." diyerek... 

"Ben gevşersem, sen gevşersen, o gevşerse, nasıl normale d
önecek ki bu yaşam yarınlara?"