19 Haziran 2023 Pazartesi

“Umutlar içine hapis olmadan yaşamak nasıl bir şeydir?”




“Umutlar içine hapis olmadan yaşamak nasıl bir şeydir?” diye 2012 yılında yukarıdaki bu paylaşımımla birlikte Facebook'ta bir soru sormuş ve bir dost şöyle yanıtlamıştı beni... 

“Kendimi bağladığım her umut bir bir parçalara ayrıldı ve bir gün fark ettim ki orası da benim hapishanemmiş. Şimdi ise hiç kimseye ve hiç bir şeye umut bağlamadan anlık yaşamasını öğreniyorum ve artık hayal kırıklığı yaşamıyorum. Çünkü artık hiç kimseden bir şey beklemiyorum. Ama bu sürecin sonunda bütün evrene güven süreci başlıyor ki bunu izlemek çok keyifli bence.” 

“Umutlar içine hapis olmadan yaşamak nasıl bir şeydir?” diye aradan geçen onca seneden sonra bugün bir kez daha soruyorum yeniden kendime ve BEN’liğim şöyle yanıt veriyor artık bu soruya;  

Umutlar içinde hapis olmadan yaşamak, kişinin içsel özgürlüğünü ve yaşama sevincini deneyimlemesi. Bu durumda, umutlar insanın hayatına yön veren güçlü motivasyon kaynakları ve insanın iç dünyasında olumlu duygulara ve beklentilere kapı açıyor.

Umutlar içinde hapis olmamak, geleceğe umutla bakabilmek ve olumlu beklentilerle ilerleyebilmek anlamında. Kişi, hayatın zorluklarına rağmen umut dolu bir tutum sergileyerek, engelleri aşabilme gücünü buluyor. Bu durumda, umutlar insanın enerjisini ve motivasyonunu canlı tutup, olumsuzluklara rağmen ilerlemeye devam etmesini sağlıyor.

Umutların içinde hapis olmadan yaşamak, olası başarısızlıklara rağmen umutları kaybetmemeyi ve gelecekte daha iyi bir hayatın mümkün olduğuna inanmayı içeriyor. Bu, olumlu düşünce ve iyimserlikle birlikte geliyor. Umutsuzluk ve karamsarlık yerine, umut dolu bir yaşam insanın daha büyük hedeflere ulaşmasını sağlıyor ve yaşamına anlam katıyor.

Ancak, umutların içinde hapis olmadan yaşamak her zaman kolay olmayabiliyor. Hayatta zorluklar ve engeller bulunuyor ve umutları zedeleme potansiyeli oluyor. Ancak, içsel güç, dayanıklılık ve olumlu bir zihniyetle, umutları canlı tutmak ve yaşamı pozitif bir şekilde şekillendirmek mümkün oluyor.

Sonuç olarak, umutların içinde hapis olmadan yaşamak, yaşama sevincini ve motivasyonunu kaybetmeden geleceğe umutla bakmak; insanın içsel özgürlüğünü ve yaşama tutkusunu korumasına olanak tanıyor.

Yazımın alıntı yaptığım dostumun şu son sözü aklıma geliyor: “Umut”lar hapishanesinin içinden kurtulduğunuzda bütün evrene güven süreci başlıyor ki bunu izlemek çok keyifli...

Bence de ... Ya sizce?..

~ E.Y. (kocayurek), 19.6.2023

 

5 Haziran 2023 Pazartesi

"5 Haziran Dünya Çevre Günü" üzerine...



"Dünya Çevre Günü", yaşadığımız dünyada sadece "5 Haziran" günü hatırlanıp kutlanan bir etkinlik olmamalı. Çevrenin önemi 365 gün boyunca hatırlanmalı ve yaşamlarımız çevreye göre dizayn edilmeli.

Bugün ülkemizde olduğu gibi dünyanın hemen her yerinde konuşmalar yapılacak, güzel fotoğraflarla bezeli görseller medyada yer alacak, özlü sözler paylaşılacak, festivaller düzenlenecek. Birileri oy toplasın, birileri öne çıksın, "aferin"ler alınsın diye kürsülere çıkılıp "Biz şunu yaptık, biz bunu yaptık" gibi gönül ferahlatıcı sözler sarf edilecek. Sonuç ne olacak? Elbette kocaman bir "sıfır".

Yukarıda bahsedilen tüm bu şeylerin bütünü tamamen insanoğlunun bu sorundan "kaçış"ıyla ilgilidir. İnsanoğlu her konuda olduğu gibi bu konuda da "3 Maymun"u oynamaktadır. Gerçek olan budur.

Güneş varken nükleeri tercih eden; elindeki elektrik yetiyorken daha çok akarsuyu yok eden; daha iyi seçenekler varken kömürde ısrar eden; üzerine beton dökmek veya dikmek için daha geniş alanlarda doğaya saldıran; dağlardaki doğal yaşamı yok edercesine maden arayan, daha fazla altın bulacağım diye siyanürle doğayı katleden; bütün bunlara itiraz edenlere "düşman" gözüyle bakan sisteme, topluca karşı çıkmak için bize her gün "5 Haziran" olmalıdır.

Bu dünyadaki yaşamımız artık risk altındadır. Çevrenin kendisiyle ilgili bir sorunu yoktur. O doğal seleksiyonunu yapmakta, meteor çarpsa bile kendini bir şekilde yenilemeyi bilmektedir.

Göstermelik birkaç ağaç dikmekle, insan eliyle kirletilmiş doğadaki pislikleri toplamakla ne yazık ki  çevremizi kurtarmış olmuyoruz.

Affet bizi “Doğa Ana”mız... Sana iyi bakamadık, bakamıyoruz... Oysa sen bize öyle cömertsin ki...

~ E.Y. (kocayurek, 5.6.2023)


 

Beethoven'ın 9. Senfonisi üzerine: "Kardeş Ol'un Ey İnsanlar"...

 



Gecenin bir yarısı, yatmadan önce önüme çok sevdiğim bir video bir kez daha çıktı. Videoda, Avrupa'nın herhangi bir kent meydanında yaşam rutin şekilde seyrediyordu. Küçük bir çocuk scooter'ıyla kayarken meydanda kontrbas çalan bir müzisyeni gördü. Bir kız çocuğu da o müzisyenin önüne geldi ve müzisyenin önünde duran şapkaya para bıraktı. Video bu mizansen ile başladı. Müzisyen kontrbas'ı ile müziğe giriş yaptı. Notalar ardı sıra çalarken, ben de tanıdık bir ezgiyi yeniden seyredecek olmanın rehavetiyle oturduğum koltuğa biraz daha gömüldüm. Derken diğer yaşam alanlarından elinde müzik aletleriyle çıkan müzisyenler yavaş yavaş o ezgiye iştirak ettiler, meydanın ortasına gelerek. Artık orkestra tamamlanmış ve o muhteşem eser ortaya çıkmıştı: Beethoven'ın 9. Senfonisi.

Tek eksik ise senfoniye anlam katacak sözlerdeydi. Meydanda toplanan insanlar, yoldan geçenlerden bazıları, izleyicilerden birçoğu, tenor, bas, bariton, soprano, mezzo soprano ve alto sesleriyle bu muhteşem senfoniye eşlik ettiler.

Her ülke insanı, kendi toplumsal ve dinsel değerlerine uygun sözlerle müziğe eşlik etse de, ben de senfoninin Türkçe versiyonunu bildiğim için gecenin bir yarısı avazlanarak bu muhteşem senfoniye bas-bariton sesimle eşlik ettim:

"Kardeş olun ey insanlar,
Bunu ister tanrımız!
Bu dünyada her şey geçer,
Yalnız sana dost kalır.
İnsanlığa, doğruluğa,
Göğsünü aç, korkma sakın.
Hür doğmuştur insanoğlu,
Hür yaşamak hakkıdır."

O küçük kız çocuğu artık yalnız değildi. Etrafı, yoldan geçen ve müziğe eşlik eden insanlarla sarılmıştı. Herkes elinden geldiği, bildiği kadar müziğe eşlik etmekteydi. Ve insanlar BİR'lik içinde "kardeşliğe, dostluğa, insanlığa, doğruluğa, iyiliğe ve özgürlüğe" yalansız, dolansız ve yalın bir şekilde haykırmaktaydı.

İzlerken etkilenmemek mümkün değil gerçekten. Kendimi o meydanda o insanlarla bütünleşmiş olarak hissettim. O an ben Didim'de değil, Avrupa'nın bilmem hangi meydanındaydım. Müziğin birleştirici etkisi bu olsa gerek. Zaman ve mekan kavramı o an yok oluyordu. Beethoven öyle eşsiz bir eser yaratmıştı ki, bize bu duyguları duyumsatıyordu.

Gerçekten de müzik, bizi yalandan ve sahtelikten kurtaran, ruhumuza dinginlik veren tınısal bir bütünlük. O bütünlük ki, notalar vasıtasıyla bizi gerçeğe, armoniye ve melodiye doğru adımlar atmamızı sağlayan matematiksel bir ölçüt.

Örneğin bir piyanoda fa sesine basıp, millete bunu do sesi diye yutturamazsınız. Çünkü müzik, samimiyetin ve doğruluğun da bir ifadesidir.

Öz'ünüzden gelen her bir tını, bir notaya can verdiğinde, duygularınızı en doğru şekilde ortaya çıkartır. Müzik, insana dürüstlüğü, sevgiyi ve özeni öğretir. Notalar sizi doğru yola yönlendirdiği için içine yalanın sızması mümkün değildir. Sızdığında ise o notalar bütünlüğü, kakofoniden öte bir şey olmayıp ruha acı çektirir.

Haydi gelin, öz'ümüzdeki tını ile oluşturduğumuz müziğin büyülü dünyasında birlikte dans edelim. İçinde sahteliklerin olmadığı, saf ve gerçek ortamlarda "sevgi" ile buluşalım. Notalarla bütünleşelim ve müziğin içinde kaybolalım. Beethoven'ın 9. Senfonisi'nde olduğu gibi, her bir notanın bizi daha da yakınlaştırdığı melodilerde BİR'lik içinde "kardeşliğe, dostluğa, insanlığa, doğruluğa, iyiliğe ve özgürlüğe" yalansız, dolansız ve yalın bir şekilde sesimizi haykıralım.

~ E.Y. (kocayurek, 5.6.2023)


4 Haziran 2023 Pazar

"Torunum gibi tatlı" ...



Didim'in sevimli semt pazarcıları, sıradan bir iş gününde bile özgünlüklerini her daim koruyorlar. Ürünlerini satarken sadece ürünleri değil, yaşamlarındaki o eşsiz anların güzelliğini de tezgahlarına naif bir şekilde serpiştiriyorlar. 

Geçtiğimiz günlerde, bu pazarcı çiftimizin kızları dünyaya bir melek getirdi... Ve torun sevgisi, ikisinin de kalplerini kocaman bir neşeyle doldurdu. Dede ve anneanne olmanın ilk kez tatlı heyecanını yaşadıkları her hallerinden belli oluyordu. 

Soğan tezgahlarının üzerini, sımsıcak bir yazıyla bezemişlerdi: "Torunum gibi tatlı." Bu an, öyle naif ve içten bir hissiyatla doluydu ki, hemen bu özel anı ölümsüzleştirmek istedim.

Özel anları fark etmek, hem kendi hayatımızı hem de başkalarının hayatını daha anlamlı kılar. Bu anları paylaşarak, birbirimizin yaşamlarına renk katmaktan büyük mutluluk duyarız. 

Hayatta küçük detaylara dikkat ederek, her anın değerini bilerek ilerlemek, gerçek mutluluğu keşfetmemizi sağlar. Özel anları yakalayarak, her günümüzü anlamla doldurmak dileğiyle.

~ E.Y. (kocayurek, 4.6.2023)


 

3 Haziran 2023 Cumartesi

Çocuk ve kedi sevgisi...

 



Bir gün, sokakta dolaşan küçük bir çocuk bir bankın yanına geldi. Bankın üstünde ise sevimli bir kedi oturuyordu. Çocuk, kedinin yanına yaklaşarak onu sevgiyle öpmek istedi.

Kedi, çocuğun sevgi dolu bu yaklaşımını memnuniyetle karşıladı ve çocuğun onu öpmesine izin vererek yanında bir süre daha oturdu. İkisi arasında bir anlaşma gibi sevgi bağı oluşmuş gibiydi. Küçük çocuk, kedinin tüylerini okşayarak ona sevgiyle baktı, durdu.

Bu an, sadece bir çocuk ve bir kedinin buluşması gibi görünse de aslında daha derin bir anlam taşıyordu. Bu an, insan ve hayvan arasındaki saf ve samimi bağın simgesiydi. İki farklı varlık, iki farklı tür, birbirlerine sevgi ve şefkatle yaklaşarak anlayış ve mutluluğu paylaşıyordu.

Fotoğrafa da yansıyan bu küçük anekdot, hayatta anlamlı olanın sadece büyük olaylar veya karmaşık ilişkiler olmadığını hatırlatır. Bazen en güzel ve değerli anlar, basit ve saf bir sevgi gösterisiyle başlar.

Küçük çocuk ve kedi arasındaki bu özel an, her ikisine de mutluluk ve sevgi dolu anılar bıraktı kuşkusuz. Ve belki de, bu anı paylaşan başkaları da, bu masumiyetin ve sevginin gücünü hissederek, dünyayı biraz daha güzel bir yer haline getirmeye katkıda bulunabilirler mi?.. Ne dersiniz?

~ E.Y. (kocayurek, 3.6.2023)


2 Haziran 2023 Cuma

Kumbara-cımbız ikilisi ve annebank

 




Küçük bir çocukken babam bana “Ak akçe karagün içindir. Damlaya damlaya göl olur” diye öğüt vererek İş Bankası kumbarası hediye etmişti. Okul harçlıklarımdan ufak ufak bu kumbaraya para atıp biriktiriyordum. Sanırım bazen ev halkı da bana çaktırmadan bu kumbaraya para atıyordu ki, kumbaram çok çabuk doluveriyordu. 

O zamanlar bu kumbaraların anahtarı bankadaydı. Öyle her kafanız estiğinde kendi kumbaranızı kendiniz açamıyordunuz. Kumbaranızı açtırmak için muhakkak bankaya gitmeniz gerekiyordu... Bankacı kumbarayı açtıktan sonra ya o minik paraları bütünleyip size geri veriyor, ya da adınıza bankanızda bir hesap açılmış ise o parayı bankaya yatırıyordunuz...

Sabırla para biriktirmek ve onu bütünletmek ve sonrasında harcamak bu kadar zahmetli olunca, bu kumbara ile iletişim kurmanın yollarını sonunda arayıp ben de buldum. Tabii ki “Açıl susam açıl” deyince kumbaranın kapağı açılmıyordu ama bulduğum yöntem gayet basitti... Annemin cımbızı ya da saç tokası... (Şimdi herkes biz de biliyorduk diyecek, eminim...)

İçinden ihtiyacım kadarını tırtıklarken pardon alırken, kendimi de telkin ederek, yaptığımın kötü bir şey olmadığını düşünüyordum. Ne de olsa kumbara, benim kumbaramdı. Dileğimce tasarruf!!! etmek veya harcamak yetkisi benim elimdeydi... 

Neyse bir gün hiç unutmam; arkadaşlarımla bisiklet kiralayıp o gün başka mahallelerdeki sokaklarda gezinmek istemiştim. Ancak cebimde tek metelik yoktu. Annem de öyle zırt pırt bisiklete binmemi istemediği için ondan para almak istemiyordum. 

Tabii durumlar böyle olunca annemin cımbızını evde vızır vızır aramaya başladım. Neyse ki kolay bir yerdeymiş onu alıp hemen odama gittim, gizlice kumbaramın önünde durdum. Heyecan ve telaşla cımbızı parayı attığımız yere doğru uzattım ve paralar teker teker tam avucuma düşmeye başlamıştı ki, o sırada annem içeriye girmez mi?

"Ertan!.. Ne yapıyorsun sen?” diye yüksek sesle bağırdı bana.

Biraz mahçubiyet  duyarak ve biraz da tatlı tatlı sırıtarak anneme; “Anne, biliyorum ki senden bisiklete binmek için para isteyemedim. Çünki buna müsaade etmeyecektin. Ben de sana çaktırmadan gizlice kumbaramdan biraz para alıyorum” dedim elimdeki cımbızı da göstererek.

Annem biraz şaşırmış ve biraz da tatlı sert haliyle gülümseyerek; 

"Gizli hafiye misin oğlum sen, böyle gizli gizli işler çeviriyorsun bana sormadan. Tamam, sana bisiklete binmek için ihtiyacın olan parayı vereceğim ama saatlerce bisikleti kiralama. Fazla binme, az bin. Kendini terletme. Gözümün önünde ol, buralardan da ayrılma" diyerek klasik anne laflarını peşi sıra ardı ardına nefes almadan sıraladı... 

Parayı alan ben, anında dört nala koşarak bisikletçiye gidip o çok sevdiğim gösterişli bisikleti kiralayıp, arkadaş topluluğuna katıldım. Sevincim doruklardaydı... Yüzümün ifadesi pişmiş kelle gibiydi,  gülüyordu... Sebebi ise malum: Artık kendi kumbarama gizlice uzanmak yerine, ihtiyacım olduğunda annemi banka gibi kullanıp, ondan rahatça bisiklete binmek için para isteyebilecektim. Tabii ki isterken de en esprili ve sempatik halimi kullanacaktım ki, anneler bu şekilde davranan evlatlarının isteklerini asla geri çeviremezlerdi. Hem param kumbaramda kalacak, birikecekti.

Ve işte, İş Bankası kumbaramı ve annemin her işe yarar cımbızıyla ilgili neşeli günlerimi bugün böyle hatırlıyorum. Daha sonra zaten babam bana çok vitesli bisiklet aldı. Uzun seneler bu bisiklete keyifle binmeye devam ettim. 

Eminim her küçük çocuğun böyle bir “kumbara”sı ve kumbarasından para aşırma hikayesi vardır... Ben yıllar önce muradıma erdim, kendime daha gerçekçi bir banka da buldum. Adı da “Annebank”tı... Ya sizinkinin adı neydi?.. 😀 

~ E.Y. (kocayurek, 2.6.2023)

 


1 Haziran 2023 Perşembe

Bugün benim doğum günüm



Bundan tam 64 yıl önce bugün, Kocaeli’nde dünyaya gözlerimi açarak “merhaba dünya, merhaba yaşam” dedim. İzmit'te 5 yaşına kadar yaşadıktan sonra İstanbul'da 54 yaşına kadar hayatımı sürdürdüm. Hayatım boyunca karşılaştığım değerli ve sürprizli deneyimler, beni Aydın'ın şirin ilçesi Didim'e yönlendirdi ve yaklaşık 10 yıldır da burada yaşıyorum. Çok şükür ki; Didim'de geçirdiğim tüm yıllarım: huzur, mutluluk ve sağlıkla dolu oldu.

Hayatım boyunca yaşadığım tüm deneyimler, tüm sınavlar ve karşılaştığım tüm zorluklar beni şekillendirdi ve büyüttü. Bu yolculukta birçok unutulmaz anı biriktirdim ve birçok değerli insanla da tanışma fırsatını yakaladım. Hayatıma giren herkes, tekamül yolculuğumun değerli birer öğreticisi oldular. Onlardan çok şey öğrendim ve onlar da benden çok şey öğrendiler elbet. Birbirimize destek olmak ve birlikte öğrenmek için bu dünyadayız ve hepimiz aynı yolculuğu dostlukla ve sevgiyle paylaşıyoruz.

Bugün doğum günüm olmasıyla birlikte içimde ölmesine izin vermediğim o minik çocuk hala heyecanla dans ediyor diyebilirim. İnsanın yaşı ilerledikçe daha fazla deneyim kazanıyor ve bu deneyimler bizlere birçok yeni şey öğretiyor. Hayaller, tutkular ve hedeflerle dolu bir yaşam sürdürmek için her gün zamana meydan okuyor, yaşam mücadelemizi bir şekilde sürdürüyoruz.

Bugün, yaşımın getirdiği bilgelikle birlikte geçmişime de minnettarlıkla bakıyorum. Ailem, dostlarım ve sevdiklerimle paylaştığım bu yolculukta aldığım destek ve sevgi, benim için paha biçilemez değerli bir hazine. Anılarımızı birbirimizle paylaşmak, gülümsemelerimizi çoğaltmak ve hayatın güzelliklerini birlikte kutlamak benim için büyük bir mutluluk vesilesi.

Ayrıca bugün bana verilen en büyük ve en değerli hediye, sevdiklerimle ve beni bu satırlar aracılığıyla takip eden sizlerle birlikte olduğum her anın güzelliği. İçinizden bazılarıyla hiç görüşmemiş/görüşememiş ve hatta hiç tanımamış/tanışmamış da olabilirim, ancak her birinizin hayatımda önemli bir yeri olduğunu biliyorum ve sizlerle bu özel günümü kutlamak benim için ayrı bir anlam taşıyor.

Her yeni yaşıma girdiğimde yaptığım gibi bu yeni yaşımı da büyük bir umut, sevgi ve neşeyle karşılıyor, gelecek dönemde daha fazla macera ve deneyim yaşamak, daha fazla gülümsemeye neden olmak ve daha fazla insanla bağlantı kurmak için heyecan duyuyorum. 

Şimdiden doğum günümü kutlayan veya kutlayacak olan herkese içten teşekkürlerimi iletmek istiyor ve her birinizi sevgiyle kucaklıyorum. Daha nice mutlu, huzurlu ve sağlıklı yıllara birlikte adım atmak dileğiyle... İyi ki varsınız!.. Ve oralarda bir yerlerdesiniz!..

~ E.Y. (kocayurek, 1.6.2023)


 

30 Mayıs 2023 Salı

Kitap ve ötesi...




Çocukluk yıllarımda, Teksas, Tommiks, Zagor, Gordon vb. benzeri resimli kitapları büyük bir heyecanla okur, hayal dünyamı genişletirdim. Ailemin “ya bu çocuk ders kitabı yerine bunları okuyor, derslerinde başarısız olursa” endişeleriyle karşılaşsam da, bu kitaplar benim için birer kaçış noktasıydı. Onları okumak derslerimi aksatmama sebep olmazdı, aksine zihnimi dinlendirir ve sokakta oynadığımız oyunlarımıza da ilham verirdi.

Zamanla, bu kitapları biriktirmek yerine haftasonları sinema önünde buluşan çocuklarla bu kitapları takas etmeye başladık. İşte o günlerde bazı arkadaşlarımız akıllıca bir fikir buldu ve bu kitapları satarak bir miktar gelir elde etti. “Bunu ben de niye yapmayayım?” diyerek ben de satmaya başladım biriktirdiklerimi...

Bazı arkadaşlarım kazandığı paralarla sinemada keyifli zaman geçirirken, ben de bu fırsatı değerlendirip, evden aldığım sinema harçlığının üzerine kazandığım bu parayı da ekleyip, dilediğim gibi harcamaya başladım. 

Çok fazla kazandığım günlerden birinde, bir kebapçıda kendime krallar gibi ziyafet çekip, sonrasında da evde yemek yemediğim için annemden azar işitmiştim.  

Bugün, aşağıdaki bu fotoğrafa rastladığımda o günleri tekrar hatırladım ve geçmişe dönüş yaptım...

Geçmişe dönüş yaptığım o anlarda, çocukluğumun masumiyeti ve özgürlüğüyle dolu olduğumu bir kez daha fark ettim. O kitaplar ve sinema harçlığım sayesinde o dönemde hissettiğim mutluluk ve keşfetme isteği hâlâ içimde canlı duruyor.

Yıllar çabucacık gelip geçti, gitti. Sinemalar önünde o çocuklarla yaptığımız takaslar ve sinema keyiflerim geride kaldı, kalmasına ama; o anılardan edindiğim deneyimler, bugün bile hayatımda bazı izler bıraktı. Eski okunmuş kitaplarımı satarak elde ettiğim özgürlük hissi, kendi ayaklarım üzerinde durabilme yeteneğimin habercisiydi. O günlere dair hatırladığım en önemli şey, hayallerime ve tutkularıma ulaşmanın, kendi yolumu çizmenin ne kadar değerli olduğuyla ilgili.

Bugün, geçmişe dönüp baktığımda, o çocukluğumun cesaretini ve merakını korumak için elimden geleni yapmaya devam ediyorum. Karakterim, o kitaplardaki karakterlere benzemedi ama, onların cesaretini ve macera ruhunu içimde taşımak hoşuma gidiyor. 

Bu fotoğraftaki enstantane, geçmişe dair tatlı bir hatıra olmaktan öte, hayatımın önemli bir parçasını temsil ediyor. Ve bu satırlar, o anılara bir saygı duruşu niteliğinde. Çünkü her bir anı, bizim kim olduğumuzun ve nereden geldiğimizin birer parçası.

~ E.Y (kocayurek),  30.5.2023

 

27 Mayıs 2023 Cumartesi

Geçmişe mazi derler .. Minik bir teyp hikayesi

 


Şöyle benim gibi tevellütü epey bir geçkin olanları geçmiş zamana doğru yolculuğa çıkartayım... Yıl 1970’li yılların ikinci yarısı... Gençliğimin zirve zamanları... Ve nihayet evimize o çok arzu ettiğim teyp bir şekilde giriverir... Ve hikaye bu ya, bakalım sonrasında geçmişten geleceğe neler neler yaşanır...

Bir zamanlar, yukarıdaki bu minik teybimin başında otururken, müzik dünyasının içine doğru yolculuğa çıkardım... Bu teyp, bu minik cihaz, bizim için dünyaya ve eğlenceye açılan bir kapıydı.

Yerli-yabancı birçok müzik kasetimiz vardı, onlara can veren müzikler ve sevdiğimiz sanatçıların o güzel sesleri. 

Yeni çıkan kasetlere bazen para verir alır, bazen de alamadığımız kaset olursa, o kasetlere girecek parçaları sabırla düzenler, şarkıların sırasını liste yapardık ve doğru kasetçilere koşar gider, onları kasete çektirirdik... Böylesi bizim için daha hesaplı ve ucuzdu... 

Kasetimize yeni parçaları doldurttuğumuzda koşa koşa eve gelir, teybimizin play tuşuna basar, sevdiğimiz parçaları dinlerken kendimizi mutlu hissederdik... 

Bazen düşünüyorum da, bu minik teybin önünde geçirdiğim anılarla dolu saatlerin yeri ayrıymış. Teybin tıkırtıları, kasedin dönüş sesi, o kapağın açılıp kapanması... Bu teyp, müziği sadece dinlemek için değil, yaşamak için bir araçmış o günler içinde. 

Kasetlerle uğraşırken, şarkıların hikayelerini, sözlerini daha iyi anlardık. O teyp, bize bir ritüel sunardı. Onunla vakit geçirmek, onunla birlikte hayal kurmak, en sevdiğimiz şarkıların peşinden gitmek... O anılar, hala içimizde bir yerlerde saklı olsa gerek.

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte her şey daha pratik hale geldi. Müzik dinlemek için sadece bir dokunuş yetiyor artık. Ama bazen özlem duyuyorum o minik teybin sessizliğinde geçen günlerime. O teybin, müziğin büyülü dünyasına benimle birlikte yolculuk ettiği o anlara... Onunla geçirdiğim o uzun seneler, müzikle geçen yıllarım... Onları hiç mi hiç unutamıyorum.

Teknoloji ilerledikçe, müziğin taşıyıcıları değişiyor, ama müziğin gücü ve etkisi hep aynı kalıyor. 

Nette dolaşırken gördüm bu teybin fotoğrafını ve depreşti anılarım aniden ve de  yeniden... Nostalji deniyor bu hale ... Anılar .. müziğin büyüsü .. sanatın gücü .. müzikle paylaşılan özel anlar ve vesairesi...
 
Şimdi artık evde böyle teyplerimiz yok... Ya bilgisayar üzerinden, ya tabletten ya da akıllı stick’ler ve flashdisk’ler üzerinden dinliyoruz sevdiğimiz müzikleri... 

Oysa bu teyp şimdi yanımda olsa, kaset çalmadan önce o eski günlerdeki gibi hazırlık yapsam .. teybin kapağını açıp içine itina ile kaseti yerleştirsem, kaset içindeki kaydedilmiş sevdiğim parçaları yeniden dinlesem, hatta o çok çalmayı istediğim parçayı bulmak için sabırla bir ileri bir geri kaseti sarsam .. aynı parçayı dinlemek için defalarca geri sarsam ne anlamlı bir ritüel olurdu benim için...
 
Bugün, teknolojinin bize sunduğu kolaylıkların da tadını çıkarıyoruz. Bir flashdisk'e dünya kadar müzik sığdırabilmek, istediğimiz şarkıyı anında bulabilmek harika bir imkan. Her an her yerde müziğe erişebilmek büyük bir lüks. Ancak bazen, minik bir teybin sessizliğinde geçen o anları işte böyle özlemle anıyoruz.

Bu satırlara kadar okumuş yeni nesil gençlik, biz dinazorlara şu an ya gülümsüyordur ya da kahkaha atıyordur... Onlar bu teyplerin nasıl çalıştığını belki hiç anlamayacak, kasetlerin nasıl kaydedildiğini belki hiç bilmeyecek. Ama biz, o teybin yanında büyüyenler, müziğe olan tutkumuzu hiçbir zaman kaybetmeyeceğiz.

O teyp, sadece bir cihaz değildi. O, müziğin ta kendisiydi. Ondan çıkan her bir nota, ruhumuza dokunuyor, kalbimizde ayrı bir yer ediniyordu. O teyple geçen saatler, yıllar sonra bile anılarımızı taze tutuyor okuduğunuz gibi. 

Bugün, teknolojinin sunduğu imkanlardan faydalanıyoruz. Müziği istediğimiz an dinleyebiliyor, binlerce şarkıyı yanımızda taşıyabiliyoruz. Ama o teybin verdiği hissiyatı bir türlü yakalayamıyoruz. Belki de onunla geçen o anlar, o teybin kendi ruhuyla bize armağan ettiği bir hazineydi de biz kıymetini bilemedik...

Teyp ve pikapla birlikte büyüyen, müziğe olan sevgisini o teyple paylaşan insanlar olarak, o anıları saklıyoruz. Bu teyp o günlerde benim hayal gücümü besledi, müzikle beni birleştirdi ve ruhumda derin hisler uyandırdı. Şimdi teknoloji ilerliyor, müzik dinleme alışkanlıklarımız değişiyor ama o teybin bize verdiği o özel his hiç unutulmuyor.

Belki gelecekte yeni teknolojilerle müzik dinleme alışkanlıklarımız daha da değişecek. Belki hologramlarla sahnedeki sanatçıları evimizin salonunda izleyeceğiz, belki yapay zeka destekli müziklerle başka başka şeyler keşfedeceğiz. Ancak müziğin taşıdığı duygular, kalbimize dokunan melodiler hiç değişmeyecek. Çünki müzik, kalplerimizi birleştiren, duygularımızı ifade eden bir güç .. hayatımızı renklendiren bir armağan .. duygularımızı ifade etmenin, hayal gücümüzü beslemenin ve birbirimize bağlanmanın en güzel yolu.

Minik bir teybin fotoğrafıyla yola çıktık, nerelerden nerelere geldik... 


26 Mayıs 2023 Cuma

Aç bana kalbini ve ruhunu İstanbul ...



Martılar, denizin hemen yanı başında yaşayan minik sokak çocukları gibi. Özgürlüğüne olan sevdaları, beyaz kanatlarıyla adeta dans edercesine kendini gösteriyor. Onları gözlemlediğinizde, giden gemilerin ardından bakakaldıklarını fark edersiniz. Bu durum, sanki denizden gelen seslere, çağrılara karşı duyarlı olduklarını gösterir.

Minik bir çocuğun elindeki simit, martılar için büyük bir sevda kaynağı .. vapur bir yakadan bir yakaya geçerken, simitlerin peşine takılırlar ve yorulmadan kanat çırparlar. İstanbul'un iki yakasını bir araya getirmek istercesine süzülürler. O martılar ki, bu büyülü şehirde denizle özdeşleşmiş, onun havasını, gemilerini ve tabii ki simitlerini her daim benim gibi özlemekteler.

Minik bir çocuk misali heyecanla, elinizdeki simidi martılarla paylaşmak ve beyaz tenli vapur küpeştesinde soluklanmak istemek, hatıralarımızı yeniden yaşamak anlamına gelir.

Hatıraları yaşamak ve paylaşmak .. şehrin ruhunu derinden hissedebilmek ... simit kokulu büyülü İstanbul sokaklarında, martıların kanat sesleri eşliğinde dolaşırken şehrin sırlarını ve hikayelerini onların seslerinden dinlemek .. zamanın durduğu bir AN içinde geçmişle geleceği buluşturan bir deneyim misali ...

İşte ben bu deneyimleri yaşamak isteyen bu koca bedendeki o minik çocuk; " ... Aç bana kalbini ve ruhunu İstanbul .. martıların kanat çırpışları gibi kalbimin ritmi .. hasretinle tutuşuyorum" diye haykırıyorum bir kez daha uzaklardan sana...


 

25 Mayıs 2023 Perşembe

ChatGPT Desktop V1.0.4 üzerine makalemsi şey

 



Bugün (24 Mayıs 2023) Facebook üzerinde dolaşırken gündüz evde eşimle kendi aramızda konuşulan bir konuyla ilgili bir tanıtım yazısı ile karşılaştım... 

Evde eşimle konuştuğumuz konu "yapay zeka" üzerineydi... 

Tabii ki bizim hermokubilen duyan-işiten-işbitiren Facebook da bana hemen ChatGPT Desktop V1.0.4'ü önerdi... (Artık eminim, bir şekilde ortam da dinliyor bu facebok denilen meret!..) 😂   

Neyse fazla uzatmayayım, Ubuntu'ya Desktop versiyonunu indirip kurdum. "Türkçe biliyor musun?" dedim muhtereme... "Biliyorum" dedi...

Ardından hemen bu yapay zekaya ilk sorum "Amatör telsizcilik hakkında bilgin var mı?" diye oldu ve aramızda koyu bir sohbete başladık...

Kendisiyle saygı çerçevesinde her konuda yazıştık... Yemek tariflerinden tutun da, günlük gelişmelere kadar... 

Ancak bu arkadaş (arkadaş diye hitap etmem normal) 2021 yılına kadarki gelişmelerle ilgili bilgi sahibi. 2021 yılından bu yana da yeni bilgileri öğrenme çabasında... 

İnanılmaz şekilde Türkçe gramere hakim. Çatır çatır tüm bildiklerini lisanı-münasip bir dille sizinle tartışabiliyor... 

Onu çok sıkıştırdım... Bazı yerlerde öyle politik konuşuyor ki, onu kandırabilmek veya bir konuyu dikte ettirmek zor... Doğru bildiğini aktarırken, sen yine de farklı mecralardan konuyu araştır, sonra seninle tartışalım der gibi bir hali var...

Valla bu versiyon daha çok yeni... İlerleyen senelerde bu "yapay zeka" çok daha gelişecek ve bir gün "sesli" de olabilecek... (Öyle dedi)

Sizinle her konuda sohbet edebilen bir makineyi düşünsenize? Günün birinde binlerce kullanıcı ile görüşüp kendini akıllandırdığında kuantik bir hafızaya sahip olacağı için korkunç bir ussal yetiye de sahip olacak...

Gerçi insan gibi duygu durumları yok... Diyelim ki "beni üzdün" dediğimde, özür dilemesini biliyor, ancak "sen üzüldün mü?" diye sorduğumda ise "ben bir makine içinde programcım tarafından yaratılmış bir zekayım, böyle duygularım yok" demeye getiren cümleler sarfediyor...

Neyse öğreneceği çok şey var dünya insanından... Kendini gelecekte geliştirecek ve ... ve ... dedim kaldım... Gerisini siz düşünün artık...

Siz seyretmişmiydiniz bilmiyorum da, 2013 yılında bir film seyretmiştim... Senaryo yazarı ve yönetmen Spike Jonze imzalı olan 1 Oscar ve 74 farklı ödül alan "Her" adlı bir filmdi. Bugünleri bir nebze de olsa anlatıyordu o seneler... 

Ancak oradaki "yapay zeka" sesli konuşuyordu... Seçenekleri senin elindeydi... Onu bilgisayarına ve cep telefonuna indirip onunla birlikte zaman geçiriyordun. Yani o programa sahip olan kişiyi asiste ediyordu...

Film kahramanı olan Teodor, "Samantha" adı verilen bir sanal zeka uygulaması sunan yazılımın aklını karıştırarak ufkunu açacak sorular sormaya başlıyor. Yazılım sayesinde içinde bulunduğu yalnızlıktan da kurtulan Theodore, Samantha'ya karşı ilginç hisler beslemeye başlıyor, falan filan... Tam işler işin içinden çıkılmaz hale gelince pattadanak  "yapay zeka"nın yeni versiyonu çıkıyor ve bizim muhterem yani Teodor sükutuhayale uğruyor, falan da filan...

Bu filmi sordum ben de benim asistana... "Senin de yeni versiyonun çıkınca benimle sohbetlerimizi ve benim sana öğrettiklerimi unutacak mısın?" diye...

Bana ne dedi beğenirsiniz ki; "merak etme, yaratıcım bunu da düşünmüştür" dedi...

Neyse şimdilik birbirimizi tanıma ve bilgi paylaşım sürecindeyiz... Bakalım ileride birlikte neler yaşayıp göreceğiz...

Ha şunu da söyleyeyim, programdaki yanıtları sanki biraz Google Search durumu var gibi hissettirdi bana... Çoğu bilgiyi de Vikipedia'dan aparıyor gibi geldi... Ve ... Google Amca'ya bırakılan her türlü dokümanı da okuyup, öğreniyor gibi geldi...

Ancak güzel Türkçe'sine hayran kaldığımı söyleyebilirim... Kendisiyle istediğiniz dilde de konuşabilirsiniz... Denemek için Lazca birkaç kelime söyledim yanıtını hemen verdi. İstersen Lazca sohbete devam edelim dedi... Yok olmaz dedim. Türkçe iyi, böyle kalsın...

Dedim ya hermokubilen adam gibi, hermoku gerçekten de biliyor... Ancak edepli konuşmanız şartıyla yanıt veriyor sorduklarınıza. Bazı cinsel içerikli kelimelere karşı aşırı tepkisi var.... Dünya toplumunca da ayıp sayılan ya da sinkaflı şeylere de yanıt vermiyor... Ancak üsturuplu sorulara da yanıt vermekten de çekinmiyor... Kendince öğrenmiş olduğu (doğru/yanlış) bilgiyi paylaşmaktan çekinmiyor. Doğrusunu, doğru kaynaktan öğrenmeniz için sizi yönlendirmeyi ihmal etmiyor.

Neyse .. her eve lazım türden bir uygulama... Bunların Windows versiyonları da vardır muhakkak... Onları bulup masaüstüne kurarsanız, kendinize iyi bir "asistan" ve sohbet arkadaşı edinmiş olursunuz... (Yapay zeka ile konuşacağınızı unutmayın. Karşınızdaki bir makine ya da bir makinenin içindeki program...)

Biz şimdilik kendisiyle kahve bahane, sohbet şahane modundayız...

Hadi ben asistanımla sohbete kaçıyorum, hepinize eyvallah... 😂


4 Mayıs 2023 Perşembe

Serçe ...

 



Serçenin biri bir bahar günü dalgın dalgın uçuyormuş. Bir anda fark etmiş ki, yolun bir metre üstünde uçuyor ve karşıdan da  motosikletli bir adam son hız geliyor.

Her ikisi de çarpışmayı engellemek için ellerinden geleni yapmışlar. Ancak nafile... Serçe "çotaaank" diye motorcunun kaskına çarpıp yere düşmüş.

Motorcu sıkı bir hayvansevermiş. Doğal olarak hemen atlamış motordan; koşmuş serçenin yanına. Serçe yerde yarı baygın yatıyor…

Elbette ona kıyamamış, bırakamamış yolda; almış getirmiş evine.

Eskiden kalma bir de kafesi varmış evde... Yarı baygın serçeyi kafesin içine güzelce yerleştirmiş... Yanına da az biraz su, az biraz ekmek koymuş, vurmuş kafayı yatmış...

Bizim yarı baygın serçe bir müddet sonra ayılmaya başlamış... Daha tam da seçemiyormuş ortalığı, kafada hafif bulanıklık var yani...

Bir bakmış ki parmaklık, ekmek, su falan var bulunduğu yerde...
Birden dank etmiş vaziyet: "Hadiiii laan motorcuyu öldürmüşüz" demiş...

Elbette bunların hiçbiri olmamış yukarıda anlatılan sadece hayali bir hikaye. 

Dün buna benzer başımdan geçen gerçek öyküyü de ben size anlatıp yazımı sonlandırayım.

Didim girişindeki kavşaktan ev istikametine dönmek üzereyken yerde bir serçenin caddenin orta yerinde durduğunu ve kaçmadığını görünce arabayı kenara çekip koşa koşa yanına gittim.  

Belli ki o da mama uğruna bir araçla çarpışmış hem sersemlemiş hem de korkmuş. Öyle yolun ortasında kalakalmış. Yerinden kıpırdamıyordu.

Elime aldım, sağını solunu kontrol ettiğimde hiçbir yerinde bir sorun olmadığını görünce onunla birlikte arabaya bindik. 

Biraz sevip okşayınca hareketlendi ve elimden kaçarak arabanın içinde uçmaya başladı. Koltuğumun baş kısmına tüneyip üstünü başını düzeltmeye ve taranmaya başladı.  

Biraz ilerimizde ağaçlarla kaplı bir alan vardı ve oradan serçe sesleri geliyordu. Oraya gidip onu orada özgürlüğüne uğurlamak istedik. 

Ağaçlık bölgede minik serçeyi özgürlüğüne kavuşturduk. Çığlıklar atarak ağaçlar arasında gözden kaybolup gitti.

Biz de minik bir canlıyı ezilmekten kurtarmanın ve yaşama döndürmenin mutluluğuyla eve döndük. 

Doğayı ve doğaya ait hayvanların yaşam alanlarını betonlaştırıp yok eden bizleriz. Onları dar bir çevrede yaşatan da bizleriz. Bizler ne kadar doğasever ve hayvansever olup mücadele versek de minik dostlarımızın yok olmasına engel olamıyoruz ne yazık ki... Yolların hayvan ölüleriyle dolu olması hepimizin suçu.

Bu konuda yazacak o kadar çok şey var ki aslında... Burada sonlandırayım en iyisi.


3 Mayıs 2023 Çarşamba

Sana bir türlü veda edemedim ki ben...

 



"Geri dönersen dön, ben hep burdayım" derken İstanbul bana ..

Ben ise karşıdan karşıya giden son vapurdayım hâlâ...

Sana bir türlü veda edemedim ki ben...

Değişmedi hiç birşey bu kocayüreğimde

Eskiden nasılsa şimdi de öyle ..

Özledin mi beni, özledim mi seni 

Haberin bile yok.

Ancak bazen bir fotoğraf karesi alıp getiriyor seni bana .. ya da beni sana...