28 Haziran 2020 Pazar

İnşaat yasağı ve şantiyekent görünümlü Didim'in turizm beklentisi ..



Bundan önceki yıllarda, kimi zaman 15 Mayıs'ta, kimi zaman da 1 Haziran'dan başlayıp 15 Ekim'e kadar devam eden süreçte Didim'de turizm sezonunun başlamasıyla birlikte yoğun turist girişi yaşanacağı için "inşaat yasağı" uygulaması başlıyordu...

Ge
çen seneye kadar bu "inşaat yasağı" döneminde Didim 3 bölgeye ayrılıyordu. Birinci bölge olan Altınkum ve çevresindeki otellerin yoğun olduğu alanda inşaat çalışmaları tamamen  durduruluyor, ikinci bölge şehir merkezi oluyor ve üçüncü bölge ise şehir merkezinin üst kısımları olan Efeler ve Cumhuriyet Mahallesi kısımlarını kapsıyordu. Bu bölgelerde sadece 09.30- 17.30 saatleri arasında uygun bir şekilde insanları rahatsız etmeden inşaat içi faaliyetler yapılıyordu.

Bu sene de aynı uygulamaya benzer bir uygulama 30 Haziran 2020 tarihinden itibaren başlayacakmış... Didim Belediyesi sosyal medya hesabından, Didim Belediye Başkanı A.Deniz Atabay imzasıyla bunu duyurmuş... Duyuru; "Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından alınan ve valiliğimizce bildirilen karara göre, sadece bu yıl geçerli olmak üzere inşaat yasağı 30 Haziran tarihinde başlayacaktır..." diyor... Yasağın bitim tarihi ise belli değil...

Didim'deki inşaat sekt
örünün çoğunluğu "Korona-Morona, Covit-Movit" dinlemedi tüm kış ayı boyunca. Bilim Kurulu'nun sokağa çıkma yasakları duyuruları dışındaki günlerde müteahhitler şantiyekent görüntüsüne büründürdü Didim'in her yerini bu sene de maaşallah (!)...

Damperli kamyonlar tonlarca moloz taşıdı Didim'in i
çinden dışına, çimento kamyonları sabahtan akşama kadar hiç durmadı, inşaatlara çimento yetiştirmek için Didim caddelerinde cirit atıp durdular... Ardından inşaat malzemelerini taşıyan koskoca TIR görünümlü kamyonlar Didim içinde dolaşıp durdular, tozu dumana katarak...

30 Haziran'a az g
ünler kalan bugünlerde hâlâ çevredeki inşaatlardan sabahın en erken saatlerinden itibaren gürültü sesleriyle birlikte, rüzgarın da etkisiyle moloz tozları evlerimizin içine kadar geliyor... Yoğun trafiğin sesi de inşaat sesleriyle karışıp gidiyor... Şu anda Didim'de bu şantiye gürültüsünün şiddeti ve trafiğin sesi ölçülse kaç desibel şiddet çıkacak bilemiyorum. Yüksel çıkacağı kesin ve bu gürültü kirliliği insanı deli edecek seviyelere ulaşıyor çoğu zaman... Toz, toprak da cabası... Bu sıcak havalarda cam-çerçeve bile açılamıyor şantiyekent görünümlü Didim'de.

Hatta ve hatta, r
üzgar esintisi olmayan günlerde Akbük'ten Didim'e doğru aracınızla yaklaşırken Didim'in üzerini kaplayan gri renkli havakirliliğini görebilmeniz artık mümkün...

Didim'in hava sirk
ülasyonu, yoğun ve çarpık yerleşim yüzünden gittikçe azalıyor... Her yer asfalt, her yer bordür taş...

Park ve bah
çelerin yetersizliği, yeşilliğe ve ağaçlandırmaya az önem verilmesi yüzünden temiz ve sağlıklı havasıyla övündüğümüz Didim'in, büyük kentlerdeki gibi, kirli havaya sahip olmasına az kaldı... Bu şekilde Didim betonlaşmaya devam ederse, yakın gelecekte Didim'de yaz-kış yaşamak zor hale gelebilir havakirliliği yüzünden...

30 Haziran'dan sonra neler olacak Didim'de merak konusu... Turizm canlanacak mı, canlanabilecek mi? Canlanan turizm, turizmcilerin y
üzünü güldürebilecek mi? Tüm kış boyunca yaptıkları girişimlerin sonuçlarını alabilecekler mi? Korona'ya karşı önlemlerini almış otellerin bir çoğu büyük beklentiler içinde... Toplantılar yapıyorlar, beyanatlar veriyorlar turizm yetkilileri ve dernekleri... Gözler; Almanya, İngiltere'ye ve Avrupa'nın diğer ülkelerine çevrilmiş durumda... Umarım oralardan da olumlu sonuçlar gelir ve Didim geçtiğimiz senelerdeki gibi turist bolluğuna ulaşır... Yoksa iş yerli turiste kalırsa, bu sene turizm sezonu çok zayıf geçer... Çoğu işyeri de zarar eder...

Bu arada beton yığını haline gelen Didim'deki emlak piyasası, d
üşük faizli krediler yüzünden  biraz  hareketlenmiş durumda... Yeni emlak sahibi olanlar da, mobilya, beyaz eşya ve vs. türünden satış yapan esnafın yüzünü güldürüyor...

Umarım Didim'e turist ve yazlık
çı olarak gelenler ilçedeki yaşam şekline ve konulmuş kurallara saygılı olurlar... Hasta olanlar hastalıklarını ve bilhassa günübirlik gelip gidenler de çöplerini Didim'e bırakıp gitmezler... Sosyal mesafelere dikkat ederler... Maskelerini takarlar... Kendi sağlıklarını düşündükleri gibi, burada yaz-kış yaşayanların da sağlıklarını düşünürler... Bunun böyle olmasını umuyorum, umarım, umacağım...

26 Haziran 2020 Cuma

" Bas gaza yavrum, bas gaza..."



Geçen gecelerin birinde sosyal medyada videolar arasında dolaşırken tesadüfen ikisi de 2010 model olan iki arabanın birbirleriyle yarış videosuna denk geldim...

Biri siyah BMW M5 (E60) 5.0 i V10 serisi... Diğeri de sarı bir Ferrari California 4.3 Spider V8 serisi...

Adamlar Almanya'da bir otobanda, tam gaz bastık
ça basıyorlardı, birbirleriyle yarışıyorlardı...

BMW ilk
önceleri kendi kendine motorunu yakar gibi bas bas bağırtarak aracını kullanıyordu... Önündeki Ferrari, BMW'yi fark ettikten sonra bir depar atmaya başladı, ardından kapıştığını anlayan BMW ona yetişip fark atmak için bastırmaya başladı...

Ortalık motor sesinden yıkıldık
ça yıkılıyordu...

BMW motor g
ücüyle 507 hpw (250 km/s), Ferrari 454 hpw (310 km/s) arasındaki bu yarışın galibini çok merak ettim tüm video boyunca...

Nefesimi tuttum... Sanki o iki arabanın da pilotu ben gibiydim... Benim bile adrenal katsayım
öyle bir arttı ki tüm video boyunca...

Öyle makas atıyorlardı ki otobanda diğer arabalara, içim çıktı resmen...

Kimi zaman BMW
öne geçiyordu, kimi zaman da Ferrari...

Nedense i
çimden BMW'nin kazanmasını geçiriyordum. "Bas gaza yavrum bas gaza" deyişimi mutfaktaki eşim duymuş, bizim adam neden böyle bağırıyor diye koşa koşa geldi salona...

"Merak etme tatlım, önemli bir şey yok” dedim, “birbirleriyle kapışan iki arabanın yarışını seyrediyorum, heyecanlandım" deyiverdim...

Otobandaki diğer arabalar bu yarışın farkına varınca kimbilir ne kadar endişelenmişlerdir... Bildiğim kadarıyla Almanya'daki otobanlarda hız sınırı limitsizmiş, ancak tüm araçların 130 km/s gitmeleri tavsiye edilirmiş...

Ancak ne BMW 130 km/s ile gidiyordu ne de Ferrari... 250 km/s kadranı olan BMW'de kadran sonda gibiydi... Ferrari'dekini g
örme imkanımız yoktu. Çünki aralarındaki bu kapışmayı çeken kamera BMW'nin içindeydi...

O hızla bir
ülkeden diğer ülkeye öyle hızlı bir geçiş yaptılar ki, diğer Avrupa Birliği ülkesinin hız limitine uymadıkları için birkaç dakika sonra devriye gezen trafik polislerince bir noktada zorla durduruldular...

Galip kim mi geldi, onu pek bilemedim ama, durdurulan ilk ara
ç BMW'ydi... Müthiş bir kapışma seyrettim... Her iki pilotun mu diyeyim şoförün mü diyeyim, cesaretine hayran kaldım...

Ben
öyle araba kullanabilir miydim bilemiyorum da, bizim buralardaki otoyollarda hız sınırını aşmak tehlikeli... İzmir-Aydın veya Aydın-İzmir arası otobanda hız sınırı belli olduğu için bir girişten çıkışa kadar geçen süre hesaplanıyor, şayet geçiş süresinden az bir sürede geçmişsen, cezayı “tak diye” yiyiveriyorsun... Eve ceza makbuzu gelince, hız sınırını aştığını anlıyorsun…

Eh bizim altımızda da kimseyle kapışacak b
üyüklükte araç da olmadığına göre, elalemin videolarına bakıp bakıp bas bas bağıracağız bundan böyle de... "Bas gaza yavrum bas gaza... Kim tutar seni, bas gaza..."

25 Haziran 2020 Perşembe

Didim'de adımı bir sokağa vermişler iyi mi!.. (*)


Son günlerde bedenimde yeni bir teknoloji ürünü taşıyorum... Her yaptığımı, yapacağımı biliyor ve beni sürekli takip ediyor... Kısaca benim sağlık profesörüm gibi bir şey haline geldi...

Gece olup yattığımda benim ka
ç saat uyku uyuduğuma, kaç saatimi derin uykuyla, kaç saatimi hafif uykuyla, kaç saatimi REM uykusuyla geçirdiğime, kaç kere uykumdan uyandığıma ve bu uykuda geçen süremde benim nefes alma kalitemi ölçüyor...

Beni istediğim saatte uyandırmak i
çin kendisine talimat verdiğimde tatlı tatlı belli bir süre önceden başlıyor beni kibarca dürtmeye... "Hadi kalk, hadi kalk, hadi kalk"...

Birlikte uyanıyoruz yeni bir g
üne... Hemen gecemi onunla birlikte nasıl geçirdiğimi  bana bir bir anlatmaya başlıyor... Günlük, haftalık, aylık, yıllık bana bunları tek tek raporluyor...

Neyse g
üne başladıktan sonra GPS başlıyor beni takip etmeye... “Hadi antrenmana çıkalım, antrenman yapalım. Sana biraz kalori harcatalım, kilo verdirelim” diye sabırsızlanıyor... Hiç kırar mıyım onu, kırmıyorum tabii ki... Sabahın en kör saatinde Didim sokaklarını arşınlamaya başlıyoruz birlikte...

Onunla ilk tanıştığımız g
ünlerde öyle fazla yormadı beni... Alıştırdı yürüme sporuna...

Fakat daha sonra o da ne: "Hadi şurdan da git, hadi burdan da git, hadi biraz daha y
ürü, yürüsene canım, yürüsene yavrum, yürüsene lan dedim sana" gibi laflar da etmeye başladı... La havle çeke çeke yolları onun istediği gibi yürüdüm... Eve geldiğimde tabii ki ben haşat vaziyette... Bir de yürümeyle ilgili rapor veriyor bana... “Ahanda bugün 5 km. yol yürüdün, ahanda bugün 8 kilometre yürüdün, ahanda bak bugün de 10 km. yol yürüdün, madalyayı hak ettin... Al sana madalya, tak bir yerine..” hesabı...

Arada "Bu da
çok oluyor diyorum" kendi kendime de hoşuma da gitmiyor değil hani. Bu yürüyüşler bedenime iyi geldikçe geliyor, kilolar yavaş yavaş gidiyor böylelikle...

Neyse g
üzel tarafı her an kalp atış hızımı ve aralığını ölçüp, uyarı da yapıyor... “55-60-73-88-103, hop dedik kalp atışın 159'a yaklaştı. Yeter dur biraz dinlen” gibi bana arada bir ayar da çekiyor...

Kan oksijen sat
ürasyonumu da ölçüyor (SpO2). Bu da nedir derseniz anlatayım... Kanda oksijen içeren hemoglobin yüzdesi, yani bir başka ifadeyle kandaki oksijen oranı... Kişinin solunum sisteminin durumu hakkında kullanışlı bir doğal gösterge. SpO2 değeri %90 oranının altındaysa hipoksemi (oksijen yetmezliği) riski taşıyor olabilirsiniz. Basit bir ifadeyle SpO2 değeriniz azaldıkça solunum yetmezliği yaşıyorsunuz demektir. Bu da sigara içenlerde genellikle fazla oluyormuş. (İyi ki sigara kullanmıyorum)... Bu değeriniz %90'ın üzerinde bir değer olacak ki, rahat soluk alıp veriyorsunuz anlamına geliyor... Maskeyle yürürken aman herkes dikkat etsin. SpO2 değeri düşüyor bilesiniz!.. (Kısaca; son aldığınız 2 Oksijen değeriniz olur aman dikkat ha!..)

Velhasıl g
ünde kaç adım attığınızdan, kaç kilometre yürüdüğünüze, ne kadar yokuş tırmandığınızdan tutun ne kadar kalori harcadığınıza, ne kadar nabzınızın attığından ne kadar kilo verdiğinize, ne kadar sağlıklı uyku uyuduğunuzdan ne kadar stresli olduğunuza ve ne kadar kaliteli oksijen soluduğunuza dek her şeyi biliyor bu teknolojik ürün...

Didim sokaklarını onunla birlikte arşınlamak iyi geliyor artık bana... Yaklaşık 15 g
ündür benimle birlikte hayatını sürdürüyor... Benden 1 saniye bile ayrı kalmaya niyeti yok... Her an benimle yaşamak ve temas etmek istiyor bedenime... "Beni hiç bırakma, senin sağlık profesörünüm bak, benden ayrı kalırsan ya başına bir şey gelirse" diye de endişelenip duruyor sürekli...

Ha ayrıca t
üm bu bedensel bilgimi depolamak için de bir Apps uygulamasına ihtiyacı var bu minik dostumun... Şayet bilgileri depolayacak kaynağından uzak kalırsa, üzülüp üzülüp titreyip duruyor. "Bilgi kaynağından uzaktasın, çabuk başına dön. Beni ondan ayırma" demeye de başlıyor...

Ve son fasıl… Güzel bir sekreteriniz oluyor… Arada bir “Mesajların var tatlı çocuk, oku onları hadi…”  diye sizi yine poke’liyor, yani dürtüyor…

Ben bunca saatten beri kimden mi bahsediyorum. Yeni teknoloji dostum akıllı band saatimden tabii ki ... Marka falan filan s
öylemeyeceğim. Herkes kendi dostunu kendisi seçsin, teknolojinin nimetlerinden faydalansın, internet elinizin altında nasılsa... Apps uygulamasını cep telefonlarınıza indirip, gül gibi geçinip gidiyorsunuz yaşam içinde... Kim istemez ki böyle profesörü, böyle güzel sekreteri…

(*) Başlık ne anlama geliyor diye merak edip sonuna kadar okudunuz ya, helal olsun bana, teşekk
ür ederim okuduğunuz için size… Bu bir eski gazeteci geleneğidir, başlık her zaman okuyucu üzerinde etkilidir, sonuna kadar "Acaba bu sokak Didim'in neresinde?" diye gözattınız, ama yeni bir şey öğrendiniz benden belki de... Selam ve saygılar hepinize…