Kendisi Ortadoğu Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyelerindendir…
Mantık, bilim felsefesi, bilgi teorisi başta olmak üzere, felsefe tarihi, kültür felsefesi ve ahlak felsefesi alanlarında çalışmalarını sürdürmektedir… İnam Hoca’nın amacı, çağımızdaki insanı, bilim, sanat, din ve kültür etkinlikleri içinde kavramaya çalışmaktır.
Bu konuda çok eserleri vardır… Ben en çok onun CBT'deki “Gönülden Bilime” adlı yazılarını severim… Ve büyük beğeniyle de okur, feyz kapmaya çalışırım…
Geçenlerde bir gazetede okuduğum yazıda “Laik eğitim özgürleştirir” diye yazıyordu... Afyon Kocatepe Üniversitesi öğretim görevlisi Mehmet Yapıcı imzalı “İnsanları özgürleştiren ve değerli kılan laik eğitimdir” başlıklı yazının felsefeye gönderme yapan spotunu buraya da taşıyayım müsaadenizle...
“Felsefe, doğmalara karşı, tarihsel bir varlık alanı olarak, insanın gerçeklerle donatılmasını sağlayarak, laik eğitimi yücelten, onu anlamlı ve değerli kılan vazgeçilmez ortak “insanlık değeri”dir. Felsefe’den korkan, laik eğitimden de korkar.”
Ahmet İnam hocamız da CBT’nin “Gönülden Bilime” adlı köşesinde “Felsefeyle uğraşmak ‘öğrenci’ olmayı bilmek demektir” demiş… Ve devam etmiş: “Öğrenci olamazsak, felsefeye olan ilgi dışardan bir ilgi olarak kalacaktır” ...
Hocanın yazısını gelin hep birlikte bir gözden geçirelim… Hocanın güzel saptamalarını bir kez de biz irdeleyip, bir de ondan öğrenelim “Felsefe Öğrenciliği”nin zorluğunu…
“İçten bir şekilde felsefeyle ilişkiye girmek ise öğrenci olmayı bilmekle olanaklı; çünkü, sonsuz bir öğrenme çabası var öğrencilikte, bu çaba da biter gibi de görünmüyor. Daha önce yaşamış olanlardan, düşünülmüş olanlardan bir şeyler öğreniriz. Aynı zamanda kendimizin onlarla olan ilişkisinden de bir şeyler öğreniriz. Bir üçüncü öğrenme daha var ki, bu kendi yaşamımızdan, başımızdan geçmiş olanlardan öğrendiklerimizdir. Çünkü felsefe kendi kişiliğimizi katmadan ilişkiye geçebileceğimiz, tarafsız bir tutumla veya soğukkanlı, yansız bir bakışla ilişkiye girebileceğimiz bir alan değildir.
Görüşlerine kişilik katmak, bizde genellikle öznellik olarak görülür; öznellik de olumsuz bir kavram olarak yorumlanır. Öznelliği bir tür laubalilik, karşındaki nesneyle ilgilenmek yerine kendi özel çağrışım dünyana girip bir sürü laf söylemek olarak anlıyorlar. Benim burada sözünü ettiğim sorun, kendini düşüncene katma sorunudur. Dışımızdaki problemlere, herkes için ortak olan problemlere, herkesin, görebileceği, ele alabileceği problemlere, kendi bakış açımızdan, kendi duruşumuzdan, kendi deneyimlerimizden yola çıkarak, öznelliğimizden ziyade kendi özgüllüğümüzden, bize özgü olandan yola çıkarak bakabilme işidir ki, bu, sanıyorum, zaten bütün bilimcilerin, bütün düşünen insanların da yapageldiği bir şeydir… Dolayısıyla, kendi özgüllüğünü yakalayabilmiş bir öğrenciliğin felsefe için çok gerekli olduğunu, ama bunun aynı zamanda çok zor başarılacağını düşünüyorum.
Bunun çok büyük tehlikeleri de var. Bunun patolojik hali, kötü bir megalomani ve gaflettir; kendini bir matah sanmaktır ve her söylediğinin de özgün bir şeyler olduğunu düşünmektir. Bu, akademik hayatta gençken çok izin verilmeyen bir şeydir; çünkü gençken kendinize özgü lâflar zaten ettirmiyorlar. Ama bir biçimde denetim mekanizmalarından kurtulup, deyim yerindeyse palazlandığınızda ve bir takım rütbeler alıp ağzınıza gelen her şeyi söylediğinizde, sizi denetleyecek bir güç olmadığı için kendinizi çok büyük bir insan sanmaya başlıyorsunuz. Şakşakçılar da olduğu sürece “Bastır hoca”, “Helal olsun hoca”, “Ne güzel söyledin hoca” dedikçe, üfürüğün bir fırtınaya düşündüğünü görebilirsiniz.
Bu durum çok tehlikeli. Çünkü felsefede öğrenci olabilmek, kesinlikle bir özeleştiriyle yürüyen bir şeydir. Bu, öylesine zalimane bir özeleştiri olmalıdır ki, kendini yerin dibine sokup o soktuğun yerin üzerinde tepinmen gerekebilir. Ama bunun hastalıklı hali de “ben akılsızım”, “ben aptalım”, “dur bakalım” falan deyip hiçbir şey söylemeden, sonunda söylediklerini totolojik hale getirip sağlamlaştırmaya çalışmaktır. Felsefede çok güvenceli bir yol ararsan, söylediklerini öyle teknik ve analitik bir biçimde söyleyeceksin ki, söylediklerinde herkes bir şeyler var sanacak. Tabii, örtük totolojiler olur bunlar da. Birçok akademik makalenin de böyle olduğunu düşünüyorum. Akademik rütbelerin koşullandırmaları da eklendiğinde insanlar, o bir takım dergilerde makaleler yazmak için böylesine hiçbir anlamı olmayan bir sürü lâf söyleyebiliyorlar ve yazdıklarını galiba bir kendileri, bir de hakemler okuyor.
Onun dışında, bu yazılara, arada bir göndermeler, anlaşmalı ya da şaşkınlıkla yapılan göndermeler de olabilir. Çağımızdaki felsefe öğrenciliğinin zorluğu, felsefenin günümüzde geldiği yerle ilgili. Felsefe bir meslek haline geldiği için, akademik bir birimin içinde çalışan ve sırf maaş aldığı için onunla uğraşan insanlar var; içinden geldiği için, başka bir şey yapamayacağı için değil. Hasbelkader bir felsefe bölümüne kapağı atmış ve oradan da ekmek parası kazanabilmek için terfi etmek zorunda olan insanlar var. Bu insanların da belli bir üretimde bulunmaları gerekiyor. Bu üretimin de ortalama, sıradan ve çok saçma laflar etmeyen bir üretim olması lazım. İyi bir felsefe öğrencisi olmak demek, felsefe yolculuğunun doğuracağı sıkıntılara katlanabilmek, o cesareti bulmak, hatta dalga geçilmeye, eğlenilmeye, dışlanılmaya katlanabilmek demektir. Felsefeciler çevresinden sürülebilirsin de, alay edilebilirsin, dalga geçebilirler, insan yerine konmayabilirsin; ama benim olduğum gibi popüler de olabilirsin. Bunlar çok tehlikeli şeyler ve hakiki bir öğrenmenin ve iyi bir öğrenci olmanın göstergeleri değiller. İyi bir öğrenci olmanın göstergesi, kendi yaşamıyla felsefe problemlerinin iç içe oluşundan bir şeyler öğrenebilmektir.
Öğrenci, bu öğrenme sürecinde kendi sorunlarıyla felsefe problemlerini elbette karıştırmayacak. Ama onun yaşam sorunlarıyla felsefe problemlerinin koşut olduklarını görebilen biri olması gerekir.”
Uf ki, uf, uf!..
Ahmet Hocam yazısında “Felsefe öğrenciliğinin zorluğunu” bizlere anlatırken bu camianın içindeki olayları da hasbelkader öğrendim ve felsefeye olan merakımın sadece amatörce kalmasına üzüleyim mi, sevineyim mi bir türlü karar veremedim…
Felsefenin içinde olmakla, severek amatörce uğraşmak gerçekten çok farklı kavramlarmış… Baksanıza hocam “Öğrenci olamazsak, felsefeye olan ilgi dışardan bir ilgi olarak kalacaktır” diyor…
İnsan felsefenin içine daldıkça engin bir derya denizle karşılaşıyormuş gerçekten… Tamam insan beyni öğrendikçe farkındalığını arttırıyor artırmasına da, o engin denizin içinde boğulmak da varmış şayet iyi yüzmesini bilemezsen…
En iyisi sığ sularda yüzüp, daha fazla ileriye açılmamak… Haa, bu camia içinde bir öğrenci veyahut hocam gibi bir hoca olsaydım şayet, o zaman hocamın dediği gibi “söz sarhoşu” olur muydum işte onu bilemem… Ama “söz sarhoşları”nın arasında olmak bana büyük keyif verirdi bundan ise adım gibi eminim…
Bu satırlara kadar sıkılmadan okuyabildiyseniz şayet, sizi güzel bir karikatür ile uğurlamak isterim...
Ben bu karikatüre ne zaman baksam, hem feyz kapıyor, hem de çok gülüyorum ...
Aradaki mantığı ve bağlantıyı da artık siz çözün ...
Ertan Yurderi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)