"Kara kara kayacık,
İçi dolu mayacık.Pazardan getirdim,
Kor ateşte pişirdim.
Kebap oldu kestane,
At ağzına bir tane."
Kestane kebap deyince herkesin aklına bir çok tekerlemeler gelir...
Benim aklıma da ilk gelen buydu...
Eskilerin dediği gibi, "kestane çıktıysa, kış ayı da gelmiştir"...
Kış ayında olduğumuza göre de kestane piyasaya çıkmıştır...
Gerçi artık ilkbahar geliyor ama kestane hâlâ pazarlarda ve sokaklarda satılıyor...
Çocukluğumuzda şöyle çıtır çıtır yanan odun sobası üzerine konan kestaneler kızarmaya başlayıp kokusu odaya yayılmaya başlayınca, az sonra yenecek olan kestane kebabın o enfes tadı yüzünden ağzımız sulanırdı...
Soba üzerinden maşa ile alınıp bir tabağa konulan kestaneler aile fertleri arasında üleştirilir, sonra da afiyetle yenirdi...
Eskiden uzun kış geceleri şimdiki gibi çabuk geçmek bilmezdi... Ne TV vardı, ne de doğru dürüst radyo... Soba başında oturulur, sohbetler yapılır, sohbet yaparken de zaman, ya boza muhabbetiyle geçerdi ya da kestane kebap muhabbetiyle...
Sokak kestanecilerini ise bilmeyeniniz yoktur sanırım... Çünki onlar hâlâ varlar... Kış ayları gelince mutlaka bir köşebaşında onları görürsünüz...
Ya sinema ve tiyatro önlerini, ya otobüs duraklarının yanlarını ya da büyük meydanların en güzel ve sota yerlerini mekan olarak belirlemişlerdir...
Orada arabalarının üzerinde pişirdikleri kestane kebabın kokusu burnunuzun direğini sızlatır, dayanamazsınız, gider nefsinizi köreltmek için en az 50 gr - 100 gr. kestane alırsınız...
Verdiğiniz paraya değer mi? O an için değer elbet...
Ancak verdiğiniz parayı kiloya vurduğunuzda ise zararlı çıktığınızı yedikten sonra anlarsınız...
Örneğin şu an pazarlarda kilosu 6 TL'ye satılan kestanenin fiyatı tezgaha gelince birden bire 30 TL'ye çıkar... Yani tam 5 kat fazla paraya ...
İnanmayacaksınız ama, bugünlerde ise sokaklarda satılan kestanenin 100 gramı 3 TL'ye... Kilosunun ederi ise 30 TL... Fena para değil, iyi para yani...
Geçenlerde Eminönü taraflarında hanımla gezerken, bir kestaneciye rastladık...
Hanıma mızmızlandım. "Hanım, alalım şurdan 100 gram kestane, bak mis gibi kokuyor!.."
Hanım ise bana cazladı...
"Tut şu pis boğazını... Ne gereği var, ben pazardan aldım. Hem baksana 100 gramı 3 TL'miş... Şunun şurasında eve gitmeye az kaldı... Ben sana evde pişiririm... Doya doya yersin..."
Neyse hem emir büyük yerden geldi, hem de kadın haklı mı haklı... O kadar paraya yarım kilo alırsın, evinde pişirir, doya doya yersin değil mi ama? Durum böyle olunca bu sefer hanımı dinledik...
Eve gelince de kalorifer üzerinde pişirecek halimiz yok ya, teflon tavaya attık kestanelerimizi ve bir güzelce afiyetle doya doya yedik...
Bu arada kestane konusunda araştırma da koyalım yazımızın içine iyi gider mideye indirirken değil mi?...
Efendim kestanenin en lezzetli türü ülkemizde yetişirmiş... Kestanenin içinde potasyum, fosfor, magnezyum, kalsiyum, demir ve sodyum mineralleri ile C, B1 ve B2 vitaminleri varmış...
Kestane kış aylarının kötü şartlarına, fiziksel ve zihinsel yorgunluklara oldukça iyi geliyormuş..
Ayrıca kestanenin; Kandaki yüksek kolesterolü düşürdüğünü, kan şekeri düzeyini kontrol altında tuttuğunu, kansere karşı koruyucu olduğunu da araştırmamızda öğrenmiş olduk...
Durun daha bitmedi; Kalp ve kas sistemini uyarıp organizmanın su dengesini düzenleyip, kan dolaşımını hızlandırdığı için varis ve basurların gelişimini de önlermiş.
Ama benim aklım ise, o kestanecinin sattığı kocaman kocaman kestanelerde kalmadı değil hani...
Ama haksız mıyım yani? Baksanıza şu derya kuzularına ya... Yenmez mi bunlar ağabeycim... Alınıp, yenmez mi?..
Ertan Yurderi
Soba üstünde ki tadı alamayınca bıraktık kestane yemeyi:((dışarıda rastlarsak parasına bakmıyoruz alıyoruz.yoksa çocuklar bu lezzetten mahrum büyüyorlar..
YanıtlaSilGerçekten de öyle... Kömür sobalarımız evlerimizden gitti, çok eski alışkanlıklarımız da bitti, yitti... Şimdiki çocuklar ise anca eski Türk filmlerinde eskiden yaşadıklarımızı görüyorlar... Bize o zamanlar doğal gelen, onlara komik geliyor...
YanıtlaSilYorum için teşekkürler, sevgiler ve selamlar...
kocayurek...