Günlük yaşamda kullandığımız deyimler, en az iki kelimenin kalıplaşarak yeni bir anlam kazanmasıyla oluşmuş mecazlı sözlerimizdir.
Neyse bu deyim konusunu fazla uzatmadan ve yazımı Türkçe Dil Bilgisi dersine dönüştürmeden burada keseyim...
Bu yazımın bir pazar yazısı olmasını istediğim için öyle sizi yoracak konulardan da bahsetmeyeceğim...
Bu paragrafa kadar amma kıvırttım değil mi? Bir türlü sadede gelemedim.
Şimdi biliyorum bu satıra kadar okuyan sizler, "Hadi ama. Çıkar artık şu dilinin altındaki baklayı da, ne yazacaksan yaz. Biz de yazacağını okuyalım" diye içinizden de geçirdiniz...
Neyse siz içinizden böyle geçiredurun, bu arada ben de size şu "Çıkar dilinin altındaki baklayı" sözünün nereden geldiğini bana gelen bir mailden size aktarayım...
Ben okurken çok güldüm, sizin de beğeneceğinizi umuyorum...
Efendim, vaktiyle çok küfürbaz bir adam yaşarmış.
Zamanla kendine yakıştırılan küfürbazlık şöhretine tahammül edemez olmuş. Soluğu bir tekkede almış ve durumu tekkenin şeyhine anlatıp sırf bu huyundan vazgeçmek için dervişliğe soyunmaya geldiğini söylemiş.
Şeyh efendi bakmış, adamın niyeti iyi, böyle istekli birini geri çevirmek de olmaz, mutfaktan bir avuç bakla tanesi getirtmiş. Bunları okuyup üfledikten sonra yeni küfürbaz adama dönüp tembih etmiş:
"- Şimdi bu bakla tanelerini al. Birini dilinin altına, diğerlerini cebine koy. Kötü konuşmak istediğin vakit bakla diline takılacak, sen de küfür etmeme isteğini hatırlayıp o an da söyleyeceğin küfürden vazgeçeceksin. Bakla ağzında ıslanıp da erimeye başlayacak olursa cebinden yeni bir baklayı çıkarır, dilinin altına yerleştirirsin."
Adamın eli mahkûm. Ne yapsın... Şeyhinin dediği gibi tekkede kalıp kendini kontrol etmeye başlamış. Bu arada Şeyh Efendi de bir yere gidince onu da yanından ayırmazmış...
penceresi hızla açılmış ve gençten bir kız çocuğu başını camdan uzatarak:
"- Şeyh efendi, şeyh efendi... Birazcık durur musunuz?" deyip pencereyi kapatmış.
Şeyh efendi söyleneni yapmış yapmasına da, o sırada da yağmur sicim gibi yağıyormuş...
Sığınacak bir saçak altı da yokmuş etrafta... Üstelik niçin durdurulduğunu da henüz bilmiyorlarmış... Zaten kız da pencereden kaybolmuş.
Bir ara evin kapısına varıp kızın ne istediğini sormak geçmiş Şeyh efendinin içinden ve tam kapıya yöneleceği sırada kız tekrar pencerede görünmüş ve..
"- Şeyh efendi, şeyh efendi" demiş... "Birkaç dakika daha bekleseniz..."
Şeyh içinden "Lahavle" çekmiş çekmesine de denileni yapmamak da tarikat adabına aykırı olduğundan biraz daha beklemeyi göze almış...
O sıra da da küfürbaz derviş başlamış kendi kendine söylenip gönlünü bozmaya...
Yağmur da şiddetini gittikçe artırıyormuş...
Bizimkiler de iliklerine kadar ıslanıyorlarmış...
Nihayet pencere üçüncü kez açılmış ve genç kız yeniden seslenmiş...
"- Tamam, gidebilirsiniz artık!.."
O kadar süre sabırla bekleyen Şeyh Efendi merak etmiş ve sormuş:
"- İyi de evladım bir şey yok ise bizi niçin bu kadar beklettin?"
"- Efendim, şey.." demiş kız...
"- Elbette bir şey var, sizi sebepsiz bekletmiş değiliz. Tavuklarımızı kuluçkaya yatırıyorduk. Yumurtaları tavuğun altına koyarken bir kavuklunun tepesine bakılırsa piliçler de tepeli olur, horoz çıkarmış diye duymuştuk... Bu yüzden annem sizi geçerken gördü de yumurtaları kuluçkaya koydu."
Münasebetsizliğin bu derecesine tahammül edemeyip kızan Şeyh Efendi, dönmüş küfürbaz dervişe..
"- Ulan derviş" demiş...
"- Çıkar ağzından baklayı!.."
Aslında benim bu deyim ile bildiğim: "Bir konuyu bin dereden su getirerek anlatmaya çalışmak... İçinden o an geçeni açıklayamamak. Veya sır saklamak, sakladığı sırla ilgili ipucu verip sonra bu sırrı açıklamamakta direnmek.."ti...
Ancak ağzında bakla ıslanmayanlara ne demeli? Böyle kişiler sır saklayamazlar, kendilerine söyleneni hemen gidip bir başkasına, herhangi bir sebep ile söylerler, yetiştirirler kısacası...
Neyse siz siz olun, önce sinirlerinize sonra da ağzınızdaki baklaya hakim olun... Ne ağzınızdaki baklayı çıkartın, ne de ağzınızdaki baklayı ıslatın...
"Ağzı var dili yok" olun.. Herkesin ağzına bir parmak bal çalın. Sizin de ağzınızdan bal aksın, bal damlasın. Ağzınızdan çıkanı kulağınız işitsin. Ağzınızdan söz dirhemle çıksın. Ağzınızı bıçak açmasın. Ağzınızı kiraya vermeyin...
Neyse "ağzınız ağzınız" dedim... Aklıma gecenin şu ilerleyen saatinde gündüz vaktinden kedim Şanslı'dan sakladığım "baklava" geldi (Kedi baklava yer mi demeyin, bizimkisi bayılıyor). Ağzımın suyu aktı. Gidip onu deve yapayım da geleyim...
Bu arada siz de aşağıdaki yorum bölümüne bir şeyler yazarsınız artık...
Ertan Yurderi
Gece vakti güldürdün :) Baklava yiyen kedi ha :)))
YanıtlaSilSevgili KOCAYÜREK,
YanıtlaSil"Çıkar ağzındaki baklayı" özdeyişinin öyküsünü paylaştığınız için teşekkürler. Güzel Türkçemize yerleşmiş nice özdeyişlerin öyküsünü bilmeden, uyduğu olaylarda kullanıyoruz. Keşke biri çıksada sizin bu özdeyi için yaptığınız açıklama gibi bir kitap yazabilse. Sevgiler.
Gündüz AKGÜL