Sevgili Genel Yayın
Yönetmenim Hasan (Sonsuz) Çeliktaş’ın bir akşam, gecenin en
ilerlemiş saatinde beni cep telefonumdan arayıp; “Ağabey, Çağan
Irmak’tan senin için randevu aldım, yarın Çağan Irmak’la öğleden sonra
röportajın var” haberini alır almaz, hem çok sevindim, hem
heyecanlandım, hem de telaşlandım birden… Severek izlediğim “Çemberimde
Gül Oya” dizisinin yönetmeniyle görüşecektim sonunda… Sabaha kadar
kafamda sorabileceğim soruları düşündüm durdum, heyecanım buluşma saatine kadar
devam etti durdu… Gerekli teknik hazırlıklarımı yaparak buluşma saatinde Taksim
Gümüşsuyu’ndaki Avşar Film’e inen merdivenlerden inmeye
başladım… 90. Basamağın sonu beni Avşar Film’e çıkardı. Kendisiyle
ilgili işittiğim setteki gibi otoriter ve sert birisiyle karşılaşacağımı
düşünürken karşıma sakin, güler yüzlü ve tüm sempatikliğiyle bir Çağan
Irmak çıkıverdi… Yeni bir film çalışmasına başladığından dolayı çok
yoğundu, ancak bu yoğunluk arasında bize de zaman ayırdı… Kendisine teşekkür
ederek, şirketin üçüncü katında deniz manzaralı bir odada sohbetimize başlayıverdik…
Çağan Irmak 1970
yılında İzmir, Seferihisar’da doğmuş. Anne tarafından Giritli bir
aileden geliyor… Kendisiyle konuştukça onun insan ve insana dair düşüncelerini,
sinemacı olarak etkilendiği yönetmenleri ve akımları, sevdiği müzik türünü, yeni
projelerini, genç Türk Sinemacılara mesajlarını, sporcu yönünü öğreniyoruz..
Irmak, 1992
yılında Ege Üniversitesi Radyo Televizyon Bölümü’nü bitirdikten
sonra, sinema ve televizyon sektöründe yönetmen asistanlığına başlamış. Ancak
öğrenim gördüğü yıllarda çektiği “Masal” ve “Kurban” isimli
kısa metrajlı filmleriyle Sedat Simavi Ödülü’nü almış. O
senelerde Yusuf Kurçenli, Orhan Oğuz, Filiz Kaynak ve Mahinur
Ergun’un asistanlığını yaparak, 1998’de senaryosunu
yazdığı “Bana Old and Wise’ı Çal” adlı ilk kısa filmimi
gerçekleştirmiş ve İFSAK Kısa Film Yarışması’nda Birincilik
Ödülü’nü elde etmiş.Yine aynı yıl “Günaydın İstanbul Kardeş” ve “Çilekli
Pasta” adlı televizyon filmlerinin hem senaryolarını yazmış hem de
yönetmenliğini yapmış. Aynı dönemlerde Mahinur Ergun’un
yazdığı “Şaşıfelek Çıkmazı”nın yönetmenliğini yaptığı
dönemlerde TV için “Bir Aşk Hikayesi” adlı TV filminin
senaryosunu da yazmış. Ayrıca, “Karanlıkta Biri Var” ve “Pencereden
Kar Geliyor” isimli filme çekilen iki senaryosu da olan Irmak’ın,
2000 yılında çekilen “Beni Unutma” isimli bir filmde de
oyunculuk yaptığını öğreniyoruz. “İkinci Bahar” ve “Asmalı
Konak” dizi filmlerinin yönetmenliğini de yapan Irmak, 2001
yılında, ilk uzun metraj sinema filmi olan “Bana Şans Dile”yi
çekmiş.
– Sayın Irmak, “Bana
Şans Dile” (2001) sizin Aksiyon/Gerilim dalında “aile içi
şiddet, sevgisizlik ve iletişimsizliği” anlattığınız ilk sinema
filminiz olmuş ve 14. Ankara Film Festivali’ne de bu filminizle iştirak
etmişsiniz. Ancak bu filmden umduğunuzu bulamamışsınız. Bize bu konuda ne
anlatmak istersiniz?
– Bu filmim geçmem
gereken bir kapıydı benim için. Tabii ki ben de çok şey umarak başlamıştım bu
filmime. Ancak “hayatta insanlar plan yaparken Tanrı yukarıdan
gülümsermiş” diye bir laf vardır ya, bu film düpedüz kötü filmdir
ve benim için sakat doğan bir bebek gibidir. İlk acemiliğimde “çok
şey söylemeye çalıştığım için maalesef çok az şeyi söyleyebildiğim” bir
film olmuştur. Senaryosuna çok inandığım bir filmim olmasına rağmen birçok
imkansızlıklarım yüzünden de kötü bir film olmuştur. Maalesef yazdığım gibi
çekemedim filmimi.
– Sayın Irmak daha
sonra sizi yönetmen ve senarist olarak 2004 yılında yine bir
Aksiyon/Gerilim filmi olan “Mustafa Hakkında Herşey”le izledik.
Bu filminizle de “normal gibi görünen insanların gerçekte hangi
koşullarda ve nereye kadar normal olduklarını” sorgulamıştınız. Bu
filminizle ilgili olarak bizlere başka söylemek istedikleriniz var mı?
– “Mustafa
Hakkında Herşey” benim çok sevdiğim, tamamen arkasında olduğum
bir filmdir. Ancak, Türkiye için hala erken bir film olduğunu
düşünüyorum. Çünkü filmim ilk çıktığı günden itibaren (internetteki
yorumlara dikkatlice baktığınızda) filmin seyircisi gittikçe arttı ve
yine çok enteresandır ki bir yıl sonra seyirciler insanlar bu filmi ancak
anlayabildiler. Belki de şöyle bir şey vardı. Asmalı Konak dizisinden
sonra benim popüler bir film çekeceğimi zannettiler insanlar ve “Mustafa
Hakkında Herşey”le karşılaşınca şaşırdılar. Ve o şaşkınlık beni kafalarında
bir yere oturtmamalarına neden oldu. Oturtamadılar çünkü, “Çağan Irmak kimdi?
Nasıl bir şey yapmak istiyordu? Popüler sinema mı, dizi film mi? Dizi filmlerdeki
bu başarısını sinemada niye sürdüremiyor?..” Ancak, çok enteresandır
ki, onların dizi filmlerindeki başarı diye addettikleri şey, sinemadaki
başarısızlık değildi. Bu yüzden kafalar karıştı bir süre. Aslında
ben, “Asmalı Konak”ı ya da bundan önceki çektiklerimi
çekmeseydim “Mustafa Hakkında Herşey”i ilk filmini çeken bir
yönetmen olarak çekseydim herkesin görüşü çok daha farklı olacaktı. Bir filme
tamamen ön yargılarımızı bir kenara koyup da izlemek için gitmeyi henüz tam
beceremiyoruz bence. Nasıl ki, “Bana Şans Dile” düpedüz
kötü bir filmim oldu diyorsam, inanın ki “Mustafa Hakkında
Herşey” de çok iyi bir filmimdir.
– “Mustafa
Hakkında Herşey”le Altın Portakal’da “Behlül Dal Jüri Özel
Ödülü” almışsınız, ayrıca İstanbul Üniversitesi “Yılın En İyi
İletişimcileri Ödülleri”nde bu filmle “En İyi Yönetmen” ve “En
İyi Senaryo Ödülü”nün de sahibi olmuşsunuz…
– Ayrıca bu
filmim birçok yurtdışı film festivallerine de gösterim amaçlı katıldı. Bu da
benim açımdan çok güzeldi.
– Peki bunların
arkasından size şöyle bir soru sorabilirim. Çağan Irmak yazıp
çektiği filmleriyle bize ne anlatmak istiyor? Veya insan’a
ve insan yaşamı’na dair neler anlatıyor?
– Genellikle ben de
dönüp yaptığım filmlere baktığımda, “metropol insanı” ve “metropol
insanının giderek kaybettiği değerleri” anlattığımı fark ettim.
Yaptığım filmler beni hep oraya getirmiş. Yani bu başından beri verilmiş bir
karar değilmiş. Ama benim derdim oymuş meğer. Bunu “Mustafa Hakkında
Herşey”de de anlatmaya çalıştım hatta “Günaydın İstanbul Kardeş”te
bile bunu anlatmaya çalıştığımı fark ediyorum. “Geçmiş zaman” ve “bugün
insanı”. Bu insanlar ve insanlar arasındaki ilişkiler 10 yıl önce
nasıldı, 20 yıl sonra nasıl olacağa kadar giden sorular cevaplandırılıyordu
filmleriminde onu farkettim.
– Peki bu konuda
yurtiçinde veya yurt dışında etkilendiğiniz yönetmenler var mı, sizi sinemadaki
hangi akımlar etkiliyor?
– Etkilenmek mi,
saygı duymak mı veya çok sevmek mi bilmiyorum ama, Ömer Lütfi Akad benim
idolüm diyebileceğim yönetmendir. Çocukluğumda onun filmlerini izlerken
onu Ömer Lütfi Akad olarak bilmiyordum ama, yaşım ilerleyip
daha sonra o izlediğim filmlerin yönetmeninin Ömer Lütfi Akad olduğunu
öğrenince “İşte benim idolum” dedim. Ve bir de Reha
Erdem var. Erdem, bence hala değeri anlaşılamamış bir
yönetmendir. Bu iki isim bence çok büyük isimlerdir.
– Peki etkilendiğiniz
akım?
– New York
Bağımsız Sineması’nı çok seviyorum. Kurucusu John Cataves’tir.
Maalesef yeni kuşaklar bunu bilmez, Lars von Trier’in filmlerine
dogma film derler ama eğer bir dogma sineması varsa o bence John
Cataves’le çok uzun yıllar evvel doğmuştur. Çok büyük bir adam bana göre.
Etkilendiğim akım ve yönetmen bu…
– Çağan Irmak
filmlerinde ve dizilerinde müziği ve kamerayı insanları etkilemek için nasıl
kullanıyor? Etkilendiğiniz akımın bunda etkisi var mı?
– Aslında benim ilk
temel problemim insanları kamera ile etkilemek değil. Rus sineması ortaya
çıktığında da iki kural vardı. Biri “Ben haberci bir kamerayım” der,
biri de “Ben kamera olarak bir gözüm” derdi. “Koşan
atla beraber koşarım”, “Yürüyen insanla beraber yürürüm”. Benim
yaptığım da sadece bu aslında. Yürüyen insanı takip etmek ve onun
oyununu yakalamak. Bu, seyirciye ilk başta kamera hareketi
gibi geldi. Ama şimdi yavaş yavaş onlar da benimle birlikte benim sinema dilimi
kurmaya başladılar. O hareket eden kameranın sadece ve sadece oyuncunun oyununu
yakalamak için yapıldığını görüyorlar. Benim tek derdim buydu işte. Değişen
durumlar, olup biten herşeyin karşısında insanların yüzlerini en yakın plan
ifade ile yakalamak. Bunu yaparken de o mizansenle kamera da hareket
ediyor. Dolayısıyla bir kamera hareketiymiş gibi görünüyor ama benim derdim o
oyunu yakalamak. Başka bir şey değil kısaca.
– Peki müziği nasıl
kullanıyorsunuz?
– Müziğin de çekilen
bir sahneye tamamen hizmet etmesini istiyorum. Zaman zaman klasik müzikler
kullanıyorum çünkü o sahneyi bana o klasik müzikler hissettiriyor. Bence doğal
olan bu.
– Klasik müzikle
çekilen sahneleri “Çemberimde Gül Oya” dizi filminde de
gördük. Beni en çok etkileyen müzik, Zarife’nin annesi Sultan’ın
eşini vurduğu sahnede kullandığınızdı örneğin. O sahneden ben de çok etkilendim
açıkçası. Sultan’ın duygularını çok iyi geçiriyordu bizlere.
– Evet o sahnede
kullandığım müzikteki aryanın bir anlamı vardı. Aryanın sözlerine
baktığınızda “Beni cennette koruyan ve bağışlayan biri var
mı?” diyordu. O sahneye bu arya her şeyiyle tam anlamıyla
uyuyordu.
– “Çemberimde
Gül Oya” dizisi bitti ancak yeni yayın dönemi için diziye devam edecek
misiniz? Yoksa yeni bir dizi projeniz var mı?
– Yeni yayın
döneminde dizinin devamı asla olmayacak ve yeni yayın döneminde bir dizim de
olmayacak…
– Peki yeni bir film
projeniz mi var yoksa?
– Evet var. Şu
an Komedi/Dram türünde “Babam ve Oğlum” adlı
sinema filminin çalışmalarını yapıyoruz. Bu filmin ana temasında Egeli
bir aile var. Biraz tatlı kaçık bir Egeli
aile bu. Kelimenin manasıyla hani üç şekerli denir ya, işte öyle. Bu
ailenin büyük bir çiftlikte başından geçen üç kuşak jenerasyonunun hikayesi
olacak bu film. Çok eğlenceli bir senaryo. Çok severek yazdım. Çünkü o
insanları da çok iyi tanıyorum çünkü benim çocukluğumun insanları onlar. Doğup
büyüdüğüm kasabanın insanları onlar. O yüzden yine benden bir malzemeyle yola
çıkıyorum. O filmde o Ege yöresine ait birçok kültürü de
bulacaksınız.
– Sayın Meltem
Savcı’nın 2002’de sizinle yaptığı bir röportajda okumuştum. Siz yazar
olarak Tarık Dursun K’dan da etkilendiğinizi söylüyordunuz o
röportajınızda. Hatta Sayın K’nın “Hoşçakal Küçük” kitabını
da bir gün film yapmayı da düşünüyormuşsunuz. Böyle bir düşünce gündemde
var mı?
– O sıralar o kitabı
aradığımı da söylemiştim. İnanır mısınız, o kitap defalarca bana geldi. Beni
çocukken bu kitap çok etkilemişti. İleride bu kitabı da bir film olarak yapmayı
çok istiyorum. 70’li yıllardaki bir memur ailesinin hayat mücadelesi
anlatılıyordu o kitapta. O yıllardaki idealist bir öğretmen baba ve çocuğunun
hikayesiydi. Bu idealist öğretmen sonradan senaryo yazarı olmayı düşünüyor.
Bütün bunlar ve o dönem, küçük bir çocuğun gözünden anlatıldığı için beni
çok etkilemişti.
– Umarım bir gün
çekmek kısmet olur.
– Umarım, kısmetse…
– Yeniden “Çemberimde
Gül Oya” dizisine dönelim isterseniz. 12 Eylül 1980
ihtilali döneminde 10 yaşındaymışsınız. Dizinin senaryosunu, o çocukluk
günlerinizde yaşadıklarınızla ve gözlemlediklerinizle de bağdaştırarak
yazdığınız söyleniyor. O günlere dair neler hatırlıyorsunuz? Dizinin
senaryosunda atladığınız veya anlatmadığınız bölümler oldu mu?
– Aslında ben o
yılları 20’li veya 30’lu yaşlarımda yaşasaydım eğer, şimdi bu hikayeyi
çekemezdim zaten. Çünkü insanlar büyüdükçe kafaları bir sürü şeyle doluyor ve
belli bir süre sonra da düşünsel bir kirliliğe geliyorlar. Çocukluktaki gibi
kirlenmemişlikle olaylara o kadar saf gözlerle bakamıyorlar. Dizim, o günlere
ait çocuk gözlerin hikayesi’ydi benim için. O yüzden şimdi onu
anlatıyorum. Televizyon eleştirmeni Yüksel Aytuğ “Çemberimde
Gül Oya” ile ilgili çok güzel bir şey söylemiş. “Çağan
Irmak, çocuk kalbinin vasiyet mektubunu açtı” diye.
Bence “Çemberimde Gül Oya” için söylenebilecek en iyi
sözlerden birisi bu. Hakikaten bu bir vasiyetti benim için “Onu
yapma, bu günlere anlat”. O günleri yaşayan bir insan belki bir
daha onunla birebir yaşayan bir insan artık onunla yüzleşmekten irite olabilir.
Onu anlatmak istemeyebilir. Mesela ben biliyorum ki “Çemberimde Gül
Oya”yı sırf bu nedenle seyredemeyen bir çok insan var. Mesela benim
için çok büyük bir oyuncu olan Tomris İncer, bu hikayeyi
izleyemiyor. Çünkü perişan oluyormuş izlerken. Benden çok özür diledi, “Kaç
kere izlemek için TV’nin başına oturdum, hep kapattım” dedi. Hani o
yüzleşmek denen şey bu işte… Yüzleşmek, bir yerden sonra o yaranın kabuğunu
kaldırıp tekrar kanatmaya neden oluyor. Ama “Çemberimde Gül Oya” dizisini
yapmamın en önemli nedeni, sadece bugünkü jenerasyonla tanıştırmaktı o
günleri. Ve bu konuda başarıya ulaştığımızı düşünüyorum. Çok enteresandır
ki, bu dizinin seyircisini 30 yaş üzeri beklerken tamamıyla 15 ve 25 yaş arası
olduğunu gördük. Bu arada dizinin senaryosunda “özgürlük” anlamında
atladığımız ve anlatamadığımız yerler birkaç yerde ve birkaç kez oldu. Bizim
kendimize uyguladığımız otosansür’den dolayı anlatamadığımız birkaç
yer oldu. Örneğin biz darbede bir kişinin idama gidilişini gösterdik. Ama
toplam rakam 516’ymış sanıyorum. Çok daha acı şeylerin yaşandığını ben de
biliyorum.
– Senaryoyu yazarken
daha önce uzun metrajlı bir film olarak düşünüyordunuz da sonradan diziye
çevirdiğiniz için mi bazı sahneler atlandı diye ben de düşünmüştüm.
– Kesinlikle hayır.
Aslında biz o dönemlerde işkencenin var olduğunu gösterdik bu dizide, ama
sadece Mehmet’e yapılırken gösterdik. Dünyanın bütün politik
filmlerine baktığınızda (Missing’e, Costa Gavras’ın yaptığı bütün
filmlere), aslında ilk başta bir adamın, iki adamın ya da üç
insanın hikayesidir ve bunun sonunda ülkenin politik kaderi sorgulanır. İlk
önce o insandan yola çıkarlar. “Çemberimde Gül Oya” da
10 kişinin hikayesiydi. O yüzden Mehmet’e işkence yapıldı. Ama
işkence yapılan milyonlarca insan vardı. Şimdi onları gösterirsem bu “slogan
atmak” olur. Ben Türkiye’nin o döneme ait bütün durumunu
birer kişinin özetine indirmeye çalıştım bu dizide. Çünkü benim yaptığım şey
bir hikaye anlatmak. Bunu mutlaka böyle yapmalıyım. Şayet yapmazsan o zaman sinemacı
kimliğimden uzaklaşıp bir “slogan atan insana” dönüşürüm. Bu
beni yanlışa sürükler. Zaten seyirci de aptal değil, anlıyor. Mehmet’e
işkence yapılırken, “demek ki bu ülkede işkence varmış, demek ki
binlerce kişiye yapılmış” diyor. Artık seyirci bunu anlayabilecek
kapasiteye geldi diye düşünüyorum. “Çemberimde Gül Oya”nın
ratingleri de bunu kanıtlıyor. Bu dizi ilk başta hiç kimse tarafından
tutulacağına inanılmayan bir dizi filmdi. Çok yapımcıdan da geriye döndü.
– Ben de tam, dizinin
istediğiniz gibi olup olmadığını ve bugünkü genç kesimden ve o dönem
gençliğinden nasıl eleştiriler aldınız diye soracaktım..
– 78’liler
Vakfı’nın bu diziyi çok sevdiğini ve seyrettiğini iyi biliyorum. Tepkileri
çok olumluydu. İlk birkaç bölümde birkaç çatlak ses duyuldu, onlar da çok
aceleci davrandılar. Aceleci davrandılar fakat ilerleyen bölümlerde biraz erken
konuşmuş olduklarını onlar da fark ettiler. Çünkü “bir hikaye önce
serimdir, sonra düğümdür, sonra çözümdür.” Çözümü pek beklemeden
yapılan konuşmalardı bunlar. Ama sonra da böyle olmadığını gördüler.
– “Çemberimde
Gül Oya”nın yayında olduğu dönemde devletin farklı kurumlarından dizideki
bazı bölümler yüzünden baskı görüp bu yüzden sansürledikleri bölümler oldu mu?
– Böyle bir şey hiç
olmadı, ancak eminim ki getirmeyi istemişlerdir. Fakat onlar da akıllandılar.
Eğer bu diziye sansür uygulasalardı, iş daha da büyüyecekti. Büyütmemeyi öğrendiler
ve nefret ettikleri halde sustular bence. Ben böyle olduğuna inanıyorum.
– Bu dizi
sonrasında Çağan Irmak’ın hayatında değişen şeyler oldu mu?
– Açık açık
söylüyorum ki, “Hiçbir şey aynı kalmayacak.”
– Uzun süren bu dizi
sizi nasıl etkiledi?
– Beni büyüttü.
Bundan önce yaptığım işler açısından söylüyorum genç bir ergensem, şimdi o
ergenlik dönemimi atlattım. Yani artık hayatımda hiçbir şey eskisi gibi
olmayacak. Her şeyi çekemeyeceğim, her şeyi yapamayacağım. Para kazanmak için
bir şey yapamayacağım mesela. Artık “Çemberimde Gül Oya”nın
seyircisi bunu kabul etmez.
– Ilıcaklar’ın “Dünden
Bugüne Tercüman” gazetesinin düzenlediği “1. Beyaz İnci TV
Ödülleri”nde “Çemberimde Gül Oya” dizisi iki ödül aldı.
Drama Dalı’nda “En İyi Yönetmen Ödülü”nü siz aldınız, ayrıca dizide rol alan
Özge Özberk de yine Drama Dalı’nda “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü”nü aldı.
Düzenlenen bu tür ödül törenlerine nasıl bakıyorsunuz yönetmen olarak?
– Biz seyirciden
zaten ödülümüzü aldık. Ben o gün İzmir’de yeni çekeceğim film için
mekan baktığımdan, ödül törenine katılamadım. Bu tür ödüller açıkçası benim pek
ilgimi çekmiyor. Eğer ki bu tür ödüller, beraberinde belirli bir kalite ve
standart getirecekse hay hay. Ben gerçek ödülümü seyirciden aldığıma
inanıyorum. Benim sinema yaşantıma baktığınızda seyirciden ödüller alıyorum
ben. Yani bana verilen ödüller de seyirci oylarıyla veriliyor hep. İstanbul
Üniversitesi’nde aldığım ödüller, Asmalı Konak’la aldığım
ödüller, bunlar hep seyirci ödülleriydi. Ödüllerin en büyüğünü aldım ben. “Çemberimde
Gül Oya”nın 40. bölümünde bir laf vardı. Dizideki yönetmen telefonda
kadına şunu söylüyordu: “Ben bu hikayeyi anlatmak istiyorum.
Entelijensiyanın benim sırtımı okşamasına ihtiyacım yok.” Bu da benim
için geçerli.
– derKi okuyucularına
ve bilhassa derKi’nin genç okuyucu kitlesine bugüne kadar aklınıza gelip de
hiçbir yerde fırsatını bulup da bir türlü söyleyemediğimiz özel mesajınız var
mı?
– Mesaj değil de bir
önerim olabilir. “Hayatlarının her karesi çok değerli” bunu
hiç unutmasınlar. Mesela askere gitmeden önceki Çağan Irmak’la,
askere gidip geldikten sonraki Çağan Irmak çok farklı. İnsanın
bir yerde oturup bir bardak çay içmenin bile bir nimet olabildiğini
unutmasınlar. Bu çok önemli. Yanlış anlamasınlar sakın, militarizmi destekliyor
diye bir şey çıkmasın bu sözlerimden. Şunu söylemek istiyorum ben: ‘Hayatta
bize verilen her şey bir nimet aslında. Ve bunun kıymetini bilmek gerekiyor.’
‘Etrafınızda hayat akıp giderken buna asla seyirci kalamayız. İçine girmek,
gözlemlemek, her an yaşadığınızı hissetmek gerekir.’ O önemli. Onu
söyleyebilirim. Bir laf vardır, ‘Mutluluk yaşanmaz da sonradan
hatırlanan bir şeydir’ derler ya. Onlar mutluluğu
yaşasınlar.
– An’ın kıymetini
bilin ve AN’ın içinde ‘mutlu’ olun. Ne geçmişin tasası, ne de gelecek düşüncesi
sizi etkilemesin. Sadece AN’ın kıymeti bilin diyorsunuz kısaca sanırım.
– Evet kısaca öyle.
– Peki Çağan Irmak
bir sinemacı gözüyle Türk Sineması’nın geleceğine nasıl bakıyor?
– Açık konuşmak
gerekirse, yeni gelen asistan arkadaşlarımızda bir kafa karışıklığı var. Tuhaf
bir kafa karışıklığı. Şayet sinema yapacaksanız, sinema sizden hayatınızı
ister. Başka hiçbir şeyi koyamazsınız onun yerine. Hani %70 gibi bir oran
maalesef sinemayı, salt sinema yapmak için tercih etmiyor. Bu konuda biraz
karamsarım. Ama biraz. Hayatlarında çok fazla başka şey var. Çok fazla başka
şeyle dolular. Mesela boş zamanlarda senaryo yazmak yerine ya da iyi bir kitap
okumak yerine, (hayatlarında o da olacak ama) maça
gidiyorsa bir sinemacı olmak isteyen genç, ondan sinemacı olmaz. O yapmasın bu
işi. Tabii ki de bunlar da olacak hayatımızda ancak ‘ben limon da
satarım, sinema da yaparım onu da yaparım, bunu da yaparım’ diyorsa
hiç yapmasın bu işi. Hiç yapmamalı bence. Bu sinemaya da ihanet etmek demektir.
Kısaca, sette olmak, çalışmak, bunu o aşkla yapmak lazım. Başka türlüsü
de olmuyor zaten.
– Siz sanırım büyük
zamanınızı çalışarak geçiriyorsunuz.
– Ben herkesi çalıştırmıyorum
ama. Kendim çalışıyorum sadece. Setteki çalışma saatlerini çok makul tutuyorum,
bu hem teknik ekip için, hem oyuncular hem de benim için çok önemli.
– Peki yönetmen Çağan
Irmak set içinde ve set dışında nasıl biri? Yaşamını nasıl sürdürüyor?
– Normal hayatta çok
sakin, çok keyifli ve mutlu bir adamım ama, sette biraz otoriterim, bunu kabul
ediyorum. Bu sertlik anlamında değil ama biraz inatçıyımdır. İstediğim şeyler
yerine getirilmezse o sahneyi çekmekten vazgeçebiliyor ve paydos verebiliyorum.
Yani o standardı, o kaliteyi korumak adına birazcık dediği dedik olabiliyorum.
Onu herkes de biliyor zaten. Saklamama gerek yok.
– Boş zamanlarınızda
spor yaptığınızı söylemişsiniz bir röportajınızda. Sporla aranız nasıl? Hangi
tür spor yaparsınız?
– Ben genellikle
koşarım. Koşarken de yeni hikayeler düşünürüm. Böylelikle yaptığım spor da boş
geçmemiş oluyor. Ayrıca benim fazla enerji problemim olduğu için onun birazını
sette, birazını da koşarken atıyorum.
– Müzikle aranız
nasıl? Hangi tür müzikten hoşlanırsınız, sevdiğiniz grup var mı?
– Müzikle aram yok,
müzik her an dibimde… Her dakika yanımda sanki. Bach’ı ve “Mor ve Ötesi”ni çok
severim.
– Bize yeni film
çalışmanız sırasında ayırdığınız bu değerli zaman için derKi okuyucuları ve
derkidaşlarım adına çok teşekkür ediyorum. Yeni çalışmalarınızda size başarılar
diliyorum.
– Ben de teşekkür
ederim.
(Editörün Notu: Türk
TV tarihinin belki de en iyi dizisi “Çemberimde Gül Oya”nın, “Küçük Kara
Balık”ı Çağan Irmak’a ve röportajı yapan Ertan Abi’ye sonsuz teşekkürler… Çağan
Irmak’ı daha nice kereler ayakta alkışlamak dileğiyle…)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)