“Muhafazakâr bir insanı ilerici olması için zorlamak, bu insanı mavi gözlü olması için ikna etmeye benzer. Siyasi görüşleri ikna yoluyla değiştirme konusunda biraz daha düşünmemiz gerekiyor.”
Bu görüşü destekleyen kanıtlar giderek güçleniyor. Örneğin ikizler üzerinde yapılan deneylerde, okullardaki din derslerinden nükleer enerjiye ve eşcinsel haklarına dek pek çok konudaki görüşlerin güçlü bir genetik yanı olduğu görülüyor. Hatta seçim günü oy verme ve vermeme kararının bile genlerle ilişkisi olduğu söyleniyor. Konuyu inceleyen sinir bilimciler, işi bir adım daha ileri götürerek, liberal ve muhafazakârların beyinlerinin farklı çalıştığını ileri sürüyor.
Yeni bir görüş değil…
Siyasi görüşlerimizin genlerimiz tarafından şekillendirildiği fikri aslında yeni değil. Fakat son yıllarda siyaset bilimcilerinin ilgisini çekme şansını yakalamış. Alfrod, 2005 yılında davranış genetiği konusunda yirmi yıl boyunca sürdürülen çalışmaları inceleyerek, elde ettiği sonuçları bir bilim dergisinde yayımladı. Bu çalışmalar 30.000 ikizin siyasi görüşlerini içeren veri tabanına dayanıyor (American Political Science Review, vol. 99, p. 153). Alford, tek yumurta ikizlerinin siyasi sorulara verdiği benzer yanıtların, çift yumurta ikizlerine oranla, daha fazla olduğunu keşfetti. Bütün bu sonuçlar Alford’a göre siyasi görüşlerin genlerden etkilendiğini gösteren somut birer kanıttır.
Bu sonuçlar pek çok bilim insanı için şaşırtıcıydı. Çünkü evrimsel değişim, yüzyılları kapsayan çok yavaş bir süreçtir. Oysa siyasi görüşler evrime oranla çok hızlı değişim geçirir. Bu durumda insanların, siyasi görüşleriyle ilgili genlerle donanmış olmasının evrim açısından ne gibi bir avantajı olabilir? Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nden psikolog Frank Sulloway, kalıtsallığın siyasi görüşleri etkilediğini kabul etmekle birlikte, ortaya atılan iddiaların “tuhaf” ve “zor kabullenir” olduğunu itiraf ediyor: “Komünistlerden hoşlanmama geni gibi bir gene sahip olduğumuzu sanmıyorum. Burada önemli olan bazı genlerin kişiliğimizi şekillendirmesi ve bu kişilik özelliklerinin de siyasi görüşlerle bağlantılı olması.”
2003 yılında New York Üniversitesi’nden psikolog John Jost ve ekibi, 12 ülkeden 20.000 kişiyi kapsayan 88 araştırmayı kişilik özellikleri ve siyasi eğilimler arasıda bir korelasyon olup olmaması açısından inceledi (American Pschologist, vol 61, p 651). Aşırı sağ ile ilişkilendirilen yabancı düşmanlığı gibi bazı özelliklerin açıkça siyasetle bağlantısı olduğu düşünülüyor. Ancak Jost, akla gelmeyen başka bağlantıları ortaya çıkartıyor. Örneğin ölüm korkusunu şiddetle yaşayan insanların tutucu görüşlere sahip olma olasılığının dört misli daha fazla olduğunu ortaya çıkardı. Dogmatik tipler ayrıca daha tutucuyken, yeni deneyimlerden çekinmeyenlerin ise daha ilerici olduğu bulunuyor. Jost’un raporunda bunların yanı sıra muhafazakârların basit ve karmaşık olmayan resimleri, şiirleri ve şarkıları sevdiği belirtiliyor.
Kişilik özellikleri ile siyasi görüşler arasındaki ilişki…
Jost, bu sonuçlardan yola çıkarak varolan kişilik modellerine uygun bir yapıyı ortaya çıkartıyor. Pek çok psikologa göre kişilik başlıca beş kategori altında incelenebilir. Bunlar:
. Vicdanlı olma
. Açıklık
. Dışa dönüklük
. Geçimli olma
. Nevrotiklik
Sonuncu özelliğin siyasi eğilimle bir bağlantısının olma olasılığı çok düşük. Oysa vicdanlı olma ölçeği üzerindeki puanlama ile siyasi spektrumun neresinde durduğunuz arasında yakın bir ilişki olduğu görülüyor.
Daha güçlü bir korelasyon, açıklık ve siyasi eğilimler arasında göze çarpıyor. Psikologlar açıklığı yeni düşünceleri kabullenme, belirsizliğe karşı tolerans ve farklı kültürlere ilgi duyma olarak tanımlıyor. Bütün bu özellikler bir araya getirildiğinde, açıklık ölçeğinde yüksek puan alanların ilerici olma olasılığının iki misline yükseldiği görülüyor.
Kişilik üzerindeki genetik etkiler ile farklı kişilik tiplerinin siyasi eğilimlerini birleştirdiğiniz zaman, genetiğin siyasi eğilimleri şekillendirmesi iddiasının pek de yabana atılmaması gerekliliği ortaya çıkıyor. Bu beş kişilik tipi büyük ölçüde kalıtsaldır (Journal of Research in Personality, vol 32, p 431). Çok sayıda araştırma, açıklık puanlarının yarısının genetik farklılıklarının bir sonucu olduğunu gösteriyor. Sosyallik gibi açıklık ile bağlantısı olan bazı özelliklerin beyindeki nörotransmitter düzeyinden etkilendiği biliniyor. Bu kimyasalların düzeyi de kısmen genler tarafından kontrol ediliyor. Dolayısıyla komünistlerden hoşlanmama gibi bir gen bulunmasa bile, açıklığı etkileyen bir dizi gen siyasi eğilimleri de etkiliyor olabilir.
Oy verme kararı genetik
Araştırmacılar, bu tartışmadaki boşlukları doldurmak için bir sonraki aşamada siyasi görüşleri şekillendiren genleri ve beyin bölgelerini tespit etmek zorunda. Örneğin bugüne kadar kimse tutuculuk veya ilericilik ile ilgili bir gen bulmuş değil. Ancak San Diego’daki Kaliforniya Üniversitesi’nden siyaset bilimcisi James Fowler, seçim günü evde oturup oy vermeme veya oy verme kararının tek genden kaynaklandığını ileri sürüyor.
Oy verme eylemi kaçınılmaz olarak duygusal bir boyut içerir. Seçmenler genel olarak seçtikleri adaya karşı belirli bir ölçüde güven beslerler. Bu da ayrıntılarıyla bilinen 5HTT ve MAOA genlerinin bu eylemde etkin olduğu anlamına geliyor. Bu iki gen serotonin düzeyini kontrol eder. Serotonin güven ve sosyal ilişkilerle ilgili beyin bölgelerini etkiler. Bu gen versiyonlarına sahip olan bireylerin daha sosyal oldukları gözleniyor. Fowler’in varsayımına göre bu kişilerin oy verme olasılığının daha yüksek olması bekleniyor.
Fowler, sonuçları The Journal of Politics isimli dergide yayımlanan araştırmasında bu varsayımının doğruluğunu kanıtlamaya çalışıyor. 2.500 yetişkin ile ilgili verilerden yararlanan Fowler, serotonin düzeyini düzenleme konusunda etkin bir gen olan MAOA genine sahip insanların, etkin olmayan MAOA genine sahip insanlara oranla oy verme olasılığının 1.3 kez daha yüksek olduğunu gösteriyor. 5HTT tek başına böyle bir etki yaratmıyor. Fakat Fowler, bu genin çevreyle çok karmaşık bir ilişki içinde bulunduğunu keşfetmiş. Spesifik bir dini gruba bağlı insanların oy verme sıklığının daha yüksek olduğu biliniyor.
Urbana-Champaign’deki Illinois Üniversitesi’nden Ira Carmen başka bir gene dikkat çekiyor. Bu, dopamin düzeyini düzenleyen D4DR geni. Yüksek düzeyde dopaminin obsesif-kompulsif adı verilen rahatsızlığı doğurduğu biliniyor. Carmen, bu nedenle dopaminin dünyaya düzen getirme ihtiyacı ile bağlantılı olduğunu düşünüyor. Eğer bu doğru ise, yüksek dopamin düzeyi ile ilişkilendirilen D4DR geninin tutucularda daha fazla bulunma olasılığı yüksek.
Gen üzerinde sürdürülen bu araştırmalar, politik görüşlerin kalıtsallığını kanıtlamak için başvurulan tek yöntem değil. Eğer Jost’un kişilik çalışması doğru ise, tutucular ve ilericiler arasındaki farklılık beyin faaliyetlerinin ölçümlerinde de kendini gösterebilir. Örneğin birbiriyle çelişkili bilgileri işleme görevi beyindeki “Anterior Cingulate Cortex (ACC)” denilen bölgede gerçekleşir. İlericiler çelişkili fikirlere daha açık oldukları için bu bölgedeki faaliyetlerin ilerici ve tutucularda farklı olması da kaçınılmaz.
Geçen Eylül ayında New York Üniversitesi’nden sinir bilimci David Amodio bu varsayımını 40 denek üzerinde yürüttüğü araştırmasıyla doğruladı. (Nature Neuroscience, vol 10. p 1246). Sonuçta Amodio, alışkanlık oluşumu kontrolü gibi temel beyin mekanizmalarının tutucu beyin ile muhafazakâr beyin arasında fark yarattığını söylüyor.
İddiaya yöneltilen eleştiriler
Bu arada siyaset bilimini biyoloji ile ilişkilendirme girişimleri sert eleştirilere de hedef oluyor. Bir kere kişilik çalışmalarının “şişirme” olduğu öne sürülüyor. Bunun nedeni açıklık gibi nitelikle ilgili özelliklerin göz rengi veya boy gibi kesin olan rakamlarla ölçülememesi. Kişiliği ölçmek için psikologlar, söz konusu özellikle ilgili bir dizi soru hazırlarlar. Örneğin açıklık özelliğini ölçmek için “düşünmeden bazı konuların üzerine balıklama atlar mısınız?” gibi bir soru yöneltilebilir. Ancak testlerdeki bazı sorular, aslında siyasi olan konulara da değinebilir. Yabancılara karşı bir tavır ile ilgili bir soru, doğası gereği siyasi içeriklidir.
North Carolina’daki Duke Üniversitesi’nden siyaset bilimci Evan Charney, kişilik çalışmalarına daha genel bir eleştiri yöneltiyor. Diğerlerinin belirttiği gibi, tutucular ile ilgili ortaya çok da sevimli olmayan bir tablo çıkıyor. Tutucular dogmatik, değişiklikten hoşlanmayan kişiler olarak sergilenirken, ilericiler, açık fikirli ve özgür ruhlu kişiler olarak tanıtılıyor. Charney bu konuda şu espriyi yapıyor: “Jost’un tutuculukla penis boyutu arasında negatif bir korelasyon bulunmasını beklerdim. İlericilerin çoğunlukta olduğu akademisyenlerin tutuculuğu bir hastalık olarak gösterme eğiliminde olmaları son derece anlaşılabilir.”
Sulloway bu son eleştirinin göz ardı edilmesinin zor olduğunu ileri sürüyor. “Tümüyle tarafsız bir tutumla bu konuyu incelemek neredeyse olanaksız. Özellikle kullanılan dilin tüm önyargılardan arınmış olması gerekir. Tutucu akademisyenlerin yürüttüğü çalışmalar da liberallere ilişkin olumsuz öngörüler yer alıyor.”
Derleyen: Reyhan Oksay.
Kaynak: New Scientist, 2 Şubat 2008,
Alıntı: CBT, 1091-15 Şubat 2008, syf. 8-9
Bu makaleye ulaşmak için: http://media.newscientist.com/data/pdf/press/2641/264128.pdf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)