Bilim ve Din Arasındaki Kavganın Temelleri
Bilim ve din toplum yaşamının iki önemli olgusudur. Din, insanlığın
düşünce tarihinin bilinen geçmişi boyunca insan yaşamını önemli şekilde
etkilemiş ve şekillendirmiştir. Bilim ise Antik Yunan’da başlamıştır. Bilim
tarihçilerince ilk bilim adamı olarak Archiemedes (M.Ö.
287-212) kabul edilir.
Din üç büyük eski uygarlık dilinden Yunancadaki anlamı korku ile karışık
saygıdır. Latince “religio” kelimesi,
Tanrı’ya karşı saygıyla karışık bir bağlılık duygusu ifade eder. Arapçada din
kelimesinin üç anlamı vardır. Arabi ve İbrani dillerinden alınanı “hüküm” demektir.
Arapçada din kelimesi “gelenek ve âdet” anlamında
kullanılırdı. (Adıvar, s. 30).
Fransız düşünürü Ferdinand Buisson’a göre
(1841-1932), “dinin bir cismi bir de manevi yanı
vardır”. Dinin cismiyle manevi yönü arasındaki farkın
daima gözetilmesini önerir. Dinin cismi; kurumları, aşamaları, dogmaları (boş
inanç) ve din binasının toplumsal yapısı vardır. Devleti dinle yönetme yandaşları,
dinin cismine ait kurumları daima dünya işlerini düzenleme ve halkı boyun
eğmeye sevk için kullandıklarından, en büyük önemi bu kısma vermişlerdir. Buisson, dinin
en çok bu kısmından korkar. Dinin manevi yönü ise doğaüstü şeylerin, en yüksek
değerlerin sezgi ile bilinmesinden ibarettir. Buisson dini üç öğeye ayırarak
tanımlıyor: (Adıvar, s. 33).
1. Düşünsel bakımdan gerek tarihi ve gerek kuramsal bir takım iman ve
akidelerden (inanç),
2. Duygusal bakımdan ibadet, esrime, delilsiz ve ispatsız inanma ve dua
gibi heyecandan,
3. İşlevsel bakımdan da kişinin, ailenin, toplumun, maddi ve manevi
yönetimine uygulanabilen birtakım kurallardan oluşmaktadır.
Bilim, gözlem yoluyla ve bu gözlem üzerine kurulmuş akıl yürütme ile
önce dünya ile ilgili belirli olguları, sonra da bu olguları birbirine bağlayan
yasaları bulgulama ve geleceğin önceden kestirilmesini olanaklı kılma
girişimidir (tümevarım). Bilimin bu kuramsal görünümünün yanı sıra, rahatlık ve
lüksü sağlayan bilimsel teknik de vardır. Bilimi toplum için önemli kılan bu
bilimsel teknik yanıdır. (Russel, 1972, s.6).
Bilim-Din Çatışmaları
Bilimle din arasında çatışmalar her zaman olmuştur. Bunlardan en sık
yaşanmış olanı, kutsal kitaplardaki metinlerdeki doğa olgularına ait bulunan
yargılara karşıdır. Bu gibi yargıların bilimsel gözlem sonucunda yanlışlıkları
ortaya çıkınca, kutsal kitapların her sözcüğünün Tanrısal doğruluğuna inanan
din adamları için büyük sorunlar ortaya çıkarmıştır. Bunun en bilinen örneği,
Güneş’in değil de Dünya’nın döndüğünü kanıtlayan Galileo’nun başına
gelendir.
Wilhelm Ostwald (1853-1932), “Bilimler
Felsefesi Üzerine Bir Çalışma” adlı eserinde, bilimi şu
şekilde tanımlamaktadır. “Tekrarlanmaya uygun olan
gerçekliklerin bazı ayrıntıları bilinmekte olduğu için, gelecekteki gerçeklikleri
de önceden bilmek ve görmek olanaklıdır. İşte bu önceden görüş ve bilişe, en
genel anlamıyla bilim derler”.
Rene Descartes (1596-1650), “Felsefenin
İlkeleri” adlı eserinin önsözünde, bilimi ulu bir ağaca
benzeterek, kökünün metafiziği, gövdesinin fiziği ve dallarının da öteki
bilimleri temsil ettiğini yazmıştır. Bilimde her buluş yeni bir halka olup,
doğayı tanımadaki zincirin bir boşluğunu doldurmaktadır.
Çeşitli düşünürler tarafından şu şekilde verilmiştir. Francis
Bacon, “Bilimin asıl amacı insan yaşamına yeni türetmeler ve zenginlikler
vermekten ibarettir.” İngiliz filozofu Hobbes,
“Bilginin amacı güçtür”. Auguste Comte, “Bilimin bütün amacı önceden görmektir;
bilimden, önceden görmek gücü çıkar, bu güçten çalışma doğar”. (Adıvar,
1969).
Ortaçağ düşüncesi ile çağdaş bilim düşüncesi arasındaki önemli fark
otorite (yetke) sorunudur. Skolâstik düşüncenin savunucularına göre İncil,
Katolik inancının dogmaları ve Aristoteles’in
öğretileri her türlü kuşkunun üstündeydi. Özgün düşünce, olguların düşüncesi
bile kurgusal düşüncenin değişmez sınırlarını aşmamalıydı. Her türlü doğa ile
ilgili sorular, gözlemle değil, ama Aristoteles’in ya da
Kutsal Kitabın söylediklerinden tümdengelim yoluyla çıkarılmalıydılar. (Russel,
1972).
İslâm’da bilim ve felsefe, antik Yunan eserlerinin Arapçaya çevrilmesi
ve eleştirilmesiyle başlamış ve hiçbir zaman kendisine özgü bir kişiliğe
ulaşamadan uzlaştırıcılık ve eklemecilikle yetinmiştir. Tıp ve simyacılıkta
bireysel çalışmalar olmuşsa da bir genellemeye ve yasalara (tümevarım)
gidememiştir.
Özetle, din ile bilim arasındaki çatışma, tümdengelimle tümevarım
arasındaki çatışmadır. Bu çatışmadan Russel’ın yazdığı gibi “bilim her zaman
yengiyle çıkmıştır.”
Göklerdeki Egemenlik Savaşı
Din ile bilim arasındaki ilk meydan savaşı, Güneş sisteminde Güneş’in mi
yoksa Dünya’nın mı merkez olduğu konusundaki uzlaşmazlıktan çıkmıştır.
Dünya’nın döndüğünü savunan ilk astronomi bilgini M.Ö. III. Yüzyılda yaşayan
Samos’lu Aristharkos’tur. Galileo gibi
o da dine karşı saygısızlıkla suçlanmıştır.
Copernicus(1473-1543), “Göksel
Cisimlerin Dönüşleri Üstüne” adlı eserinde, Güneş merkezli
sistemi kanıtlamadan ileri sürmüştür. Astronomi biliminde ikinci büyük adımı
atan Kepler (1571-1630) oldu. Kepler, hiçbir zaman kiliseyle çatışmaya
girmemiştir. Danimarkalı Tycho Brahe’in
yıllar süren gözlem ve belgelerinden yararlanma olanağını bulmuştur.
Gezegenlerin Güneş çevresinde bir elips çizerek döndüklerini ve Güneş’in
odaklardan birinde bulunduğunu öne süren birinci yasası ile bir gezegeni
Güneş’e birleştiren doğru parçası eşit zaman aralıklarında eşit alanlar tarar
diyen ikinci yasasını Kepler 1609 yılında yayınlamıştır.
Keplerüçüncü yasasını 1618’de
yayınlar. Kepler’in üç yasasının bilim tarihinde başka ve daha büyük bir yeri
vardır. Kepler’in yasaları Newton’un yerçekimi yasasının kanıtlanmasına olanak
hazırlamışlardır.
Galileo Galilei(1564-1642),
gerek bulguları ile gerekse Engizisyonla çatışmayı göze almasıyla çağının en
dikkate değer bilim adamıdır. Cisimlerin hareketlerini yöneten yasaların
(dinamiğin) incelenmesi onunla başlamıştır. Pisa’daki eğri kulede yaptığı
deneyle cisimlerin serbest düşme yasasını bulmuştur.
Galileo, Copernicus’un
Güneş merkezli teorisini benimser ve teoriyi kanıtlamak için ilk kez teleskopu
yapar. Ay’ın yüzeyinin kusursuz ve pürüzsüz değil, kayalıklı dağ ve vadilerle
kaplı olduğu görülür. Geleneksel öğretinin gök cisimlerinin yediden fazla
(Güneş, Ay ve beş gezegen) olamayacağı savı, Jüpiter gezegeninin çevresinde
Kepler yasalarına göre dönen dört uydusunun saptanması ile bir anda
geçerliliğini yitirir.
Kilise adamları Galileo’nun Dünya’nın
güneş çevresinde döndüğü iddiasının, kutsal kitapta yer alan Yeşu’nun
Güneş’e hareketsiz durma emri yolundaki beyanlara ters düştüğüne dikkat
çektiler. Engizisyon toplandı ve aldığı karar bilim tarihinde çok önemli bir
belgedir.
1. Güneş’in evrenin merkezi olduğu ve yerinden hareket edemeyeceği
düşüncesi saçmadır, felsefe bakımından asılsız, dine açıkça aykırı, Kutsal
Kitaba da açıkça aykırıdır.
2. Dünya’nın evrenin merkezi olmadığı, günlük hareketle döndüğü
saçmadır, felsefe bakımından asılsızdır, teoloji bakımından da imanda yanlış ve
temelsizdir.
Galileo,26
Şubat 1616 günü yargıçların buyruğunu yerine getirdi. Copernicus’un
görüşlerini benimsemeyeceği, sözle ya da yazıyla öğretmeye kalkışmayacağı
konusunda ant içerek söz verdi. Giardino Bruno’nun
diri diri yakılmasının üzerinden 16 yıl geçmişti. 1632 yılında yayınladığı “İki
Büyük Yer Sistemi, Ptelomais ve Copernicus Sistemleri Üzerine Konuşmalar” adlı
eseri, bütünüyle Copernicus’a hak veren
düşüncelerle kaplıydı. Bu sefer Engizisyon tarafından cezalandırıldı. 1637
yılında kör oldu. 1642’de (Newton’un doğduğu yıl) öldü.
Galileohem Aristoteles’i
hem de kutsal kitabı şüphe ile karşılamış, bu yolla ortaçağ bilgi kalesini
yıkmıştır. (Russel, 1962, 1972).
Evrim Kuramı
Evrim öğretisi, jeoloji ve biyoloji alanlarında Copernicus yengisinden
sonra astronominin karşılaştığı dinsel bağnazlıktan çok daha ağır ve inatçı bir
bağnazlıkla savaşmak zorunda kalmıştır.
Kutsal Kitaplara göre Dünya altı günde yaratılmıştı. Göksel cisimlerle,
bütün hayvanları ve bitkileri de bugün gördüğümüz şekliyle yaratmıştı. Tanrı
Âdem’le Havva’ya belirli bir ağacın meyvesini yememelerini buyurmuş, ama onlar
bu buyruğa uymamışlardı. Âdem’in işlediği günahla beraber insanlar çok
kötüleşmişti. Tanrı, Nuh ile üç oğlu ve onların eşleri dışında hepsini Tufan’da
boğmuştu. Gemisine bugün iki milyondan fazla türün var olduğunu bildiğimiz
hayvan ve bitkilerden almıştı.
Darwin,1859
yılında “Türlerin Kökeni Üzerine” adlı
eserinde bütün hayvan çeşitlerinin değişimle ortak bir atadan gelmiş oldukları
görüşünü ileri sürmüştür. Bu teoloji için büyük bir darbe oldu. Kutsal kitaplarda
yer alan türlerin değişmezliklerinin geçersizliğini ortaya koymaktaydı. Aynı
zamanda insanın hayvanlardan türediğini söylemek cesaretini göstermişti.
Tıp Biliminin Verdiği Savaş
Eski zamanlarda hastalıklar işlenen bir günahın Tanrı tarafından cezalandırılması
veya cinlerin işi sayılıyordu. Hasta ancak din adamlarının aracılığı, dualar,
kutsal yerleri ziyaret veya cinleri kovmakla iyileşebilirdi. Kutsal emanetlerin
hastalığın iyileştirilmesinde oldukça etkiliydi. Örneğin, Azize Rosalio’nun
Palermo’da yüzyıllardır iyileştirmede etkili olan kemiklerinin keçi kemikleri
oldukları anlaşılmıştı. İngiltere’de “the King’s evil” adı
verilen bir hastalığın kralın dokunmasıyla iyileşebileceğine inanılmaktaydı.
Akıl hastalıklarının insanın içine şeytanın girmesi olarak kabul ediliyordu.
Anatomiyi ilk kez bilimsel temellerine oturtan Andreas Vesalius’dur.
(1514-1564) Havva’nın Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılması nedeniyle
erkeklerin bir kaburga kemiğinin eksik olduğunun doğru olmadığını gösterince
kilise ayaklandı. Engizisyon tarafından verilen ceza nedeniyle kutsal
topraklara bir hac gezisi yapmak için bindiği geminin batmasıyla ölmüştür.
Çiçek hastalığına karşı bağışıklık sağlayan aşı, kilise adamlarının
büyük direnişiyle karşılaştı. Montreal’de büyük bir çiçek salgınının baş
gösterdiği 1885 yılında kentin Katolik halkı kilisenin desteği ile aşı
olmamakta direndi. 1847 yılında Simpson, çocuk doğumunda uyuşturucunun
kullanılmasını önerince kilise adamları ona Tanrı’nın Havva’ya söylediği şu
sözü hatırlattılar: “Çocuklarını acı çekerek
doğuracaksın.”
Tıp bilimi de bu savaştan yengiyle çıkmıştır. Birçok hastalıkların
tedavisi ve insan ömrünün uzaması bunun en önemli kanıtıdır.
Sonuç
Bu yazıda son 450 yılda bilim adamlarıyla din adamları arasındaki
çatışma kısaca anlatılmaya çalışılmıştır.
1. Copernicus’un Güneş merkezli sisteminin
açıklanması ile bilim adamları ile otoritelerinin kaybolacağı telaşına kapılan
din adamları çatışmaya başlamıştır. Ellerindeki gücü Engizisyon eliyle
kullanarak 1616 yılında Bruno’yu diri diri
yakmışlar, Galileo’yu zindana ve ev hapsine mahkûm
etmişlerdir. Jean Jacques Rousseau yazdığı “Emile” adlı
pedagoji kitabında çocuklara din eğitiminin 18 yaşından sonra verilmesi
gerektiğini söyleyince Fransa’dan kaçarak İsviçre’de yaşamak zorunda kalmıştır. Hallac-ı Mansur’un
da din bağnazlarınca öldürüldüğünü unutmayalım.
2. Bilim, gözlem yoluyla ve bu gözlemler üzerine kurulmuş akıl
yürütmeyle önce Dünya ile ilgili belirli olguları, sonra da bu olguları
birbirine bağlayan yasaları bulgulama ve geleceğin önceden kestirilmesini
olanaklı kılma girişimidir. Mantıkta buna tümevarım denilir. Bilim durağan
değildir, her öğretinin yeni bilimsel çalışmalarla değişikliğe uğrayacağını
bilir ve bekler. Her buluş doğayı anlamada zincirin bir halkasını oluşturur.
Saltık gerçekler bilimde yoktur.
3. Din ise kutsal kitapların yazdıklarını saltık gerçek kabul eden
dogmatik yapıdadır. Buna mantıkta tümdengelim denilir.
4. Din ile bilimin kavgası tümdengelimle tümevarımın kavgasıdır. Bunun
en sabit örneği; bütün canlıların ve evrenin bugün olduğu şekliyle 6 günde
yaratıldığı dogmasıyla, uzun bir evrim sonucunda bugün yaşadığımız ve
gördüğümüz şekillere ulaştığı kavgasıdır.
5. Russel’ın yazdığı gibi; “Bilim
adamlarının ve bilimsel bilgiye değer veren herkesin açıkça üstüne düşen görev,
eski biçim zorbalıkların yok olup gittiğine bakarak, birbirlerini kutlamak
değil, ama zorbalığın yeni biçimlerine yiğitçe başkaldırmaktır. Dogmalarının
eleştirilmesine katlanamayan bir rejimin yeni bilgilerin bulgulanmasına engel
olacağı gözden uzak tutulmamalıdır. Aydınca düşünme özgürlüğüne kişisel açıdan
önem verenler, bir toplulukta azınlıkta olabilirler. Ama geleceğin en önemli
kişilerinin bu azınlığın içinde olduklarını unutmamak gerekir.” (Russel,
1972, s.231).
6. Bugünlerde yaşadıklarımızı çok önceden görenBüyük Atatürk, Tevfik Fikret’ten
aldığı şu sözlerle “Aklı hür, vicdanı hür” bir
gençlik yetiştirilmesini eğitimcilere bir görev olarak vermiştir. Bu görevde ne
kadar başarısız olduğumuzu görmek çok üzüntü verici!..
Kaynak:
Prof. Dr. Atıl Bulu, İstanbul Teknik
Üniversitesi; http://www2.itu.edu.tr/~bulu
CBT – 1094/21 – 07.03.2008
Kaynakça:
Adıvar, A.A..; Tarih
Boyunca İlim ve Din, Remzi Kitabevi, 1969.
Hançerlioğlu, O.;Düşünce
Tarihi, Remzi Kitabevi.
Bixby, W.;Galileo
ve Newton’un Evreni, TÜBİTAK, 1997.
Russel, B.;Bilimden
Beklediğimiz, Varlık Yayınları, 1962.
Russel, B.;Bilim
ve Din, Yüzyıllardır Süren Savaş, Varlık Yayınevi, 1972.
Yıldırım, C.;100
Soruda Bilim Tarihi, Gerçek Yayınevi, 1974.
http://www2.itu.edu.tr/~bulu/favorite_books.htm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)