12 Mayıs 2010 Çarşamba

Bilim ve Din Karşı Karşıya ...




Bilim ve Din Arasındaki Kavganın Temelleri
Bilim ve din toplum yaşamının iki önemli olgusudur. Din, insanlığın düşünce tarihinin bilinen geçmişi boyunca insan yaşamını önemli şekilde etkilemiş ve şekillendirmiştir. Bilim ise Antik Yunan’da başlamıştır. Bilim tarihçilerince ilk bilim adamı olarak Archiemedes (M.Ö. 287-212) kabul edilir.
Din üç büyük eski uygarlık dilinden Yunancadaki anlamı korku ile karışık saygıdır. Latince “religio” kelimesi, Tanrı’ya karşı saygıyla karışık bir bağlılık duygusu ifade eder. Arapçada din kelimesinin üç anlamı vardır. Arabi ve İbrani dillerinden alınanı “hüküm” demektir. Arapçada din kelimesi “gelenek ve âdet” anlamında kullanılırdı. (Adıvar, s. 30).
Fransız düşünürü Ferdinand Buisson’a göre (1841-1932), “dinin bir cismi bir de manevi yanı vardır”. Dinin cismiyle manevi yönü arasındaki farkın daima gözetilmesini önerir. Dinin cismi; kurumları, aşamaları, dogmaları (boş inanç) ve din binasının toplumsal yapısı vardır. Devleti dinle yönetme yandaşları, dinin cismine ait kurumları daima dünya işlerini düzenleme ve halkı boyun eğmeye sevk için kullandıklarından, en büyük önemi bu kısma vermişlerdir. Buisson, dinin en çok bu kısmından korkar. Dinin manevi yönü ise doğaüstü şeylerin, en yüksek değerlerin sezgi ile bilinmesinden ibarettir. Buisson dini üç öğeye ayırarak tanımlıyor: (Adıvar, s. 33).
1. Düşünsel bakımdan gerek tarihi ve gerek kuramsal bir takım iman ve akidelerden (inanç),
2. Duygusal bakımdan ibadet, esrime, delilsiz ve ispatsız inanma ve dua gibi heyecandan,
3. İşlevsel bakımdan da kişinin, ailenin, toplumun, maddi ve manevi yönetimine uygulanabilen birtakım kurallardan oluşmaktadır.
Bilim, gözlem yoluyla ve bu gözlem üzerine kurulmuş akıl yürütme ile önce dünya ile ilgili belirli olguları, sonra da bu olguları birbirine bağlayan yasaları bulgulama ve geleceğin önceden kestirilmesini olanaklı kılma girişimidir (tümevarım). Bilimin bu kuramsal görünümünün yanı sıra, rahatlık ve lüksü sağlayan bilimsel teknik de vardır. Bilimi toplum için önemli kılan bu bilimsel teknik yanıdır. (Russel, 1972, s.6).
Bilim-Din Çatışmaları
Bilimle din arasında çatışmalar her zaman olmuştur. Bunlardan en sık yaşanmış olanı, kutsal kitaplardaki metinlerdeki doğa olgularına ait bulunan yargılara karşıdır. Bu gibi yargıların bilimsel gözlem sonucunda yanlışlıkları ortaya çıkınca, kutsal kitapların her sözcüğünün Tanrısal doğruluğuna inanan din adamları için büyük sorunlar ortaya çıkarmıştır. Bunun en bilinen örneği, Güneş’in değil de Dünya’nın döndüğünü kanıtlayan Galileo’nun başına gelendir.
Wilhelm Ostwald (1853-1932), “Bilimler Felsefesi Üzerine Bir Çalışma” adlı eserinde, bilimi şu şekilde tanımlamaktadır. “Tekrarlanmaya uygun olan gerçekliklerin bazı ayrıntıları bilinmekte olduğu için, gelecekteki gerçeklikleri de önceden bilmek ve görmek olanaklıdır. İşte bu önceden görüş ve bilişe, en genel anlamıyla bilim derler”.
Rene Descartes (1596-1650), “Felsefenin İlkeleri” adlı eserinin önsözünde, bilimi ulu bir ağaca benzeterek, kökünün metafiziği, gövdesinin fiziği ve dallarının da öteki bilimleri temsil ettiğini yazmıştır. Bilimde her buluş yeni bir halka olup, doğayı tanımadaki zincirin bir boşluğunu doldurmaktadır.
Çeşitli düşünürler tarafından şu şekilde verilmiştir. Francis Bacon, “Bilimin asıl amacı insan yaşamına yeni türetmeler ve zenginlikler vermekten ibarettir.” İngiliz filozofu Hobbes, “Bilginin amacı güçtür”. Auguste Comte, “Bilimin bütün amacı önceden görmektir; bilimden, önceden görmek gücü çıkar, bu güçten çalışma doğar”. (Adıvar, 1969).
Ortaçağ düşüncesi ile çağdaş bilim düşüncesi arasındaki önemli fark otorite (yetke) sorunudur. Skolâstik düşüncenin savunucularına göre İncil, Katolik inancının dogmaları ve Aristoteles’in öğretileri her türlü kuşkunun üstündeydi. Özgün düşünce, olguların düşüncesi bile kurgusal düşüncenin değişmez sınırlarını aşmamalıydı. Her türlü doğa ile ilgili sorular, gözlemle değil, ama Aristoteles’in ya da Kutsal Kitabın söylediklerinden tümdengelim yoluyla çıkarılmalıydılar. (Russel, 1972).
İslâm’da bilim ve felsefe, antik Yunan eserlerinin Arapçaya çevrilmesi ve eleştirilmesiyle başlamış ve hiçbir zaman kendisine özgü bir kişiliğe ulaşamadan uzlaştırıcılık ve eklemecilikle yetinmiştir. Tıp ve simyacılıkta bireysel çalışmalar olmuşsa da bir genellemeye ve yasalara (tümevarım) gidememiştir.
Özetle, din ile bilim arasındaki çatışma, tümdengelimle tümevarım arasındaki çatışmadır. Bu çatışmadan Russel’ın yazdığı gibi “bilim her zaman yengiyle çıkmıştır.”
Göklerdeki Egemenlik Savaşı
Din ile bilim arasındaki ilk meydan savaşı, Güneş sisteminde Güneş’in mi yoksa Dünya’nın mı merkez olduğu konusundaki uzlaşmazlıktan çıkmıştır. Dünya’nın döndüğünü savunan ilk astronomi bilgini M.Ö. III. Yüzyılda yaşayan Samos’lu Aristharkos’tur. Galileo gibi o da dine karşı saygısızlıkla suçlanmıştır.
Copernicus(1473-1543), “Göksel Cisimlerin Dönüşleri Üstüne” adlı eserinde, Güneş merkezli sistemi kanıtlamadan ileri sürmüştür. Astronomi biliminde ikinci büyük adımı atan Kepler (1571-1630) oldu. Kepler, hiçbir zaman kiliseyle çatışmaya girmemiştir. Danimarkalı Tycho Brahe’in yıllar süren gözlem ve belgelerinden yararlanma olanağını bulmuştur. Gezegenlerin Güneş çevresinde bir elips çizerek döndüklerini ve Güneş’in odaklardan birinde bulunduğunu öne süren birinci yasası ile bir gezegeni Güneş’e birleştiren doğru parçası eşit zaman aralıklarında eşit alanlar tarar diyen ikinci yasasını Kepler 1609 yılında yayınlamıştır.
Keplerüçüncü yasasını 1618’de yayınlar. Kepler’in üç yasasının bilim tarihinde başka ve daha büyük bir yeri vardır. Kepler’in yasaları Newton’un yerçekimi yasasının kanıtlanmasına olanak hazırlamışlardır.
Galileo Galilei(1564-1642), gerek bulguları ile gerekse Engizisyonla çatışmayı göze almasıyla çağının en dikkate değer bilim adamıdır. Cisimlerin hareketlerini yöneten yasaların (dinamiğin) incelenmesi onunla başlamıştır. Pisa’daki eğri kulede yaptığı deneyle cisimlerin serbest düşme yasasını bulmuştur.
Galileo, Copernicus’un Güneş merkezli teorisini benimser ve teoriyi kanıtlamak için ilk kez teleskopu yapar. Ay’ın yüzeyinin kusursuz ve pürüzsüz değil, kayalıklı dağ ve vadilerle kaplı olduğu görülür. Geleneksel öğretinin gök cisimlerinin yediden fazla (Güneş, Ay ve beş gezegen) olamayacağı savı, Jüpiter gezegeninin çevresinde Kepler yasalarına göre dönen dört uydusunun saptanması ile bir anda geçerliliğini yitirir.
Kilise adamları Galileo’nun Dünya’nın güneş çevresinde döndüğü iddiasının, kutsal kitapta yer alan Yeşu’nun Güneş’e hareketsiz durma emri yolundaki beyanlara ters düştüğüne dikkat çektiler. Engizisyon toplandı ve aldığı karar bilim tarihinde çok önemli bir belgedir.
1. Güneş’in evrenin merkezi olduğu ve yerinden hareket edemeyeceği düşüncesi saçmadır, felsefe bakımından asılsız, dine açıkça aykırı, Kutsal Kitaba da açıkça aykırıdır.
2. Dünya’nın evrenin merkezi olmadığı, günlük hareketle döndüğü saçmadır, felsefe bakımından asılsızdır, teoloji bakımından da imanda yanlış ve temelsizdir.
Galileo,26 Şubat 1616 günü yargıçların buyruğunu yerine getirdi. Copernicus’un görüşlerini benimsemeyeceği, sözle ya da yazıyla öğretmeye kalkışmayacağı konusunda ant içerek söz verdi. Giardino Bruno’nun diri diri yakılmasının üzerinden 16 yıl geçmişti. 1632 yılında yayınladığı “İki Büyük Yer Sistemi, Ptelomais ve Copernicus Sistemleri Üzerine Konuşmalar” adlı eseri, bütünüyle Copernicus’a hak veren düşüncelerle kaplıydı. Bu sefer Engizisyon tarafından cezalandırıldı. 1637 yılında kör oldu. 1642’de (Newton’un doğduğu yıl) öldü.
Galileohem Aristoteles’i hem de kutsal kitabı şüphe ile karşılamış, bu yolla ortaçağ bilgi kalesini yıkmıştır. (Russel, 1962, 1972).
Evrim Kuramı
Evrim öğretisi, jeoloji ve biyoloji alanlarında Copernicus yengisinden sonra astronominin karşılaştığı dinsel bağnazlıktan çok daha ağır ve inatçı bir bağnazlıkla savaşmak zorunda kalmıştır.
Kutsal Kitaplara göre Dünya altı günde yaratılmıştı. Göksel cisimlerle, bütün hayvanları ve bitkileri de bugün gördüğümüz şekliyle yaratmıştı. Tanrı Âdem’le Havva’ya belirli bir ağacın meyvesini yememelerini buyurmuş, ama onlar bu buyruğa uymamışlardı. Âdem’in işlediği günahla beraber insanlar çok kötüleşmişti. Tanrı, Nuh ile üç oğlu ve onların eşleri dışında hepsini Tufan’da boğmuştu. Gemisine bugün iki milyondan fazla türün var olduğunu bildiğimiz hayvan ve bitkilerden almıştı.
Darwin,1859 yılında “Türlerin Kökeni Üzerine” adlı eserinde bütün hayvan çeşitlerinin değişimle ortak bir atadan gelmiş oldukları görüşünü ileri sürmüştür. Bu teoloji için büyük bir darbe oldu. Kutsal kitaplarda yer alan türlerin değişmezliklerinin geçersizliğini ortaya koymaktaydı. Aynı zamanda insanın hayvanlardan türediğini söylemek cesaretini göstermişti.
Tıp Biliminin Verdiği Savaş
Eski zamanlarda hastalıklar işlenen bir günahın Tanrı tarafından cezalandırılması veya cinlerin işi sayılıyordu. Hasta ancak din adamlarının aracılığı, dualar, kutsal yerleri ziyaret veya cinleri kovmakla iyileşebilirdi. Kutsal emanetlerin hastalığın iyileştirilmesinde oldukça etkiliydi. Örneğin, Azize Rosalio’nun Palermo’da yüzyıllardır iyileştirmede etkili olan kemiklerinin keçi kemikleri oldukları anlaşılmıştı. İngiltere’de “the King’s evil” adı verilen bir hastalığın kralın dokunmasıyla iyileşebileceğine inanılmaktaydı. Akıl hastalıklarının insanın içine şeytanın girmesi olarak kabul ediliyordu.
Anatomiyi ilk kez bilimsel temellerine oturtan Andreas Vesalius’dur. (1514-1564) Havva’nın Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılması nedeniyle erkeklerin bir kaburga kemiğinin eksik olduğunun doğru olmadığını gösterince kilise ayaklandı. Engizisyon tarafından verilen ceza nedeniyle kutsal topraklara bir hac gezisi yapmak için bindiği geminin batmasıyla ölmüştür.
Çiçek hastalığına karşı bağışıklık sağlayan aşı, kilise adamlarının büyük direnişiyle karşılaştı. Montreal’de büyük bir çiçek salgınının baş gösterdiği 1885 yılında kentin Katolik halkı kilisenin desteği ile aşı olmamakta direndi. 1847 yılında Simpson, çocuk doğumunda uyuşturucunun kullanılmasını önerince kilise adamları ona Tanrı’nın Havva’ya söylediği şu sözü hatırlattılar: “Çocuklarını acı çekerek doğuracaksın.”
Tıp bilimi de bu savaştan yengiyle çıkmıştır. Birçok hastalıkların tedavisi ve insan ömrünün uzaması bunun en önemli kanıtıdır.
Sonuç
Bu yazıda son 450 yılda bilim adamlarıyla din adamları arasındaki çatışma kısaca anlatılmaya çalışılmıştır.
1. Copernicus’un Güneş merkezli sisteminin açıklanması ile bilim adamları ile otoritelerinin kaybolacağı telaşına kapılan din adamları çatışmaya başlamıştır. Ellerindeki gücü Engizisyon eliyle kullanarak 1616 yılında Bruno’yu diri diri yakmışlar, Galileo’yu zindana ve ev hapsine mahkûm etmişlerdir. Jean Jacques Rousseau yazdığı “Emile” adlı pedagoji kitabında çocuklara din eğitiminin 18 yaşından sonra verilmesi gerektiğini söyleyince Fransa’dan kaçarak İsviçre’de yaşamak zorunda kalmıştır. Hallac-ı Mansur’un da din bağnazlarınca öldürüldüğünü unutmayalım.
2. Bilim, gözlem yoluyla ve bu gözlemler üzerine kurulmuş akıl yürütmeyle önce Dünya ile ilgili belirli olguları, sonra da bu olguları birbirine bağlayan yasaları bulgulama ve geleceğin önceden kestirilmesini olanaklı kılma girişimidir. Mantıkta buna tümevarım denilir. Bilim durağan değildir, her öğretinin yeni bilimsel çalışmalarla değişikliğe uğrayacağını bilir ve bekler. Her buluş doğayı anlamada zincirin bir halkasını oluşturur. Saltık gerçekler bilimde yoktur.
3. Din ise kutsal kitapların yazdıklarını saltık gerçek kabul eden dogmatik yapıdadır. Buna mantıkta tümdengelim denilir.
4. Din ile bilimin kavgası tümdengelimle tümevarımın kavgasıdır. Bunun en sabit örneği; bütün canlıların ve evrenin bugün olduğu şekliyle 6 günde yaratıldığı dogmasıyla, uzun bir evrim sonucunda bugün yaşadığımız ve gördüğümüz şekillere ulaştığı kavgasıdır.
5. Russel’ın yazdığı gibi; “Bilim adamlarının ve bilimsel bilgiye değer veren herkesin açıkça üstüne düşen görev, eski biçim zorbalıkların yok olup gittiğine bakarak, birbirlerini kutlamak değil, ama zorbalığın yeni biçimlerine yiğitçe başkaldırmaktır. Dogmalarının eleştirilmesine katlanamayan bir rejimin yeni bilgilerin bulgulanmasına engel olacağı gözden uzak tutulmamalıdır. Aydınca düşünme özgürlüğüne kişisel açıdan önem verenler, bir toplulukta azınlıkta olabilirler. Ama geleceğin en önemli kişilerinin bu azınlığın içinde olduklarını unutmamak gerekir.” (Russel, 1972, s.231).
6. Bugünlerde yaşadıklarımızı çok önceden görenBüyük Atatürk, Tevfik Fikret’ten aldığı şu sözlerle “Aklı hür, vicdanı hür” bir gençlik yetiştirilmesini eğitimcilere bir görev olarak vermiştir. Bu görevde ne kadar başarısız olduğumuzu görmek çok üzüntü verici!..
Kaynak:
Prof. Dr. Atıl Bulu, İstanbul Teknik Üniversitesi; http://www2.itu.edu.tr/~bulu
CBT – 1094/21 – 07.03.2008
Kaynakça:
Adıvar, A.A..; Tarih Boyunca İlim ve Din, Remzi Kitabevi, 1969.
Hançerlioğlu, O.;Düşünce Tarihi, Remzi Kitabevi.
Bixby, W.;Galileo ve Newton’un Evreni, TÜBİTAK, 1997.
Russel, B.;Bilimden Beklediğimiz, Varlık Yayınları, 1962.
Russel, B.;Bilim ve Din, Yüzyıllardır Süren Savaş, Varlık Yayınevi, 1972.
Yıldırım, C.;100 Soruda Bilim Tarihi, Gerçek Yayınevi, 1974.
http://www2.itu.edu.tr/~bulu/favorite_books.htm


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)