Alışveriş merkezinin üst katlarında bir kafede oturup hem dinleneyim hem de bir çay içeyim de kendime geleyim dedim...
Çayımı söyledim...
Beklerken sağa sola bakınıyor, yorgunluk çıkartıyordum...
Neyse sonunda garson ufuktan göründü.... Çayda çay hani... Uzaktan tavşan kanı gibi görünüyor... Garson yanıma kadar geldi, masama çayı bıraktı...
Çaydan bir fırt çektim o da ne?
Çay, tıpkı imamın abdest suyu ...
Birden sinir katsayım arttı. Şunun şurasında bir bardak çayla yorgunluk atayım, keyif yapayım dedim, keyfimin de içine ettiler...
Tam kalkıp garsonun yanına gidecekken duraksadım...
İçimden o yüce ses: "Otur zıkkımlan" dedi...
Evet talimat yüce yerden gelince, el mahkum, oturdum paşa paşa içmeye başladım paşa çayımı...
Bir yandan içiyor, bir yandan da garsonu kolluyorum... O yüce ses'ten fırça yedim ya "zıkkımlan" diye... Acısını garsondan çıkartacağım... Ama garson bir türlü bizim taraflara doğru gelmiyor...
Gözlerim garsonu ararken, daldım, geçmişe doğru yollandım...
Yer: Bir ev...
Mekan: Annemle birlikte ev gezmesindeyiz. Gittiğimiz evin hanımının kabul günü... İçerde bir sürü teyzeler, ablalar var...
Biz tabii yer cücesi gibi minik minicik bir çocuğuz... Gözlerim eve geldiğinden beri köşede duran masanın üzerindeki kek, çörek, böreklerde...
Karnım ise guruldamakta...
Eeee hadi artık çay faslına geçin karnımızı doyuralım diye kendi kendime hayıflanmaktayım...
Bir ara mızmızlık yapıp annemin yanına gidip kulağına fısıldayıp yüzüne bakıyorum:
"- Anne karnım acıktı ne zaman yiyeceğiz o keklerden, kurabiyelerden?" diyecek oluyorum...
Annem hiç ses çıkarmadan iri maviş gözlerini gözlerimin içine dikerek, bir eliyle de popomun en etli yerine okkalı bir çimdiği konduruyor...
"Hımmm anladım, daha zaman varmış" diyorum içimden...
Heh işte, evin sahibesi elinde çay tepsisiyle içeriye giriyor...
Ben, ne güzel servis başlıyor diye sevinirken... O da ne? Bana gelene kadar çay bitti...
Neyse canım çay bittiyse kek, çörek, börek tabağım var ya... O garanti...
Hemen tabağa yumulmaya başlayacakken, etrafın sessizliğinden istifade ederek ince tiz bir kedi miyavlaması gibi sesimle:
- Teyzecim ben de bir çay alabilir miyim? diyorum...
Eee eskiden terbiye vardı. Çimdikli terbiye... Şimdiki azgın çocuklar gibi, "Teyze be, bana da çay koysana" diyemezdik öyle annemizin arkadaşlarının yanında...
- Aaa evladım, sana çay koymamışmıyım. Özür dilerim. Hemen getiriyorum diyen naif sesli teyzem az sonra elinde bir bardak çayı getirip önüme koyuyor...
Çaydan bir fırt alacağım. O da ne? Çay, tavşanın suyunun suyu... İmamın abdest suyu gibi...
Anneme dönüp "Anne bu çay çok soğuk" diyeceğim ama diyemiyorum çimdik korkusundan...
Tüm cesaretimi toplayıp, "Teyzecim bu çay soğumuş, sıcak bir çay alabilir miyim" diyorum...
- A evladım, çaya su ilave ettim. Sana da Paşa çayı yaptım. Çocuklar Paşa çayı içerler bilmiyor musun?
Paşa çocuk kocayürek ama paşa çayı içmek istemiyor
(İzmit, 1964)
- Ama ben paşa değilim ki...
- Olsun sen yine de paşa çayı iç bak o zaman büyür, paşalar gibi olursun...
- İyi de ben paşa olmak istemiyorum ki...
Oradan annem lafa giriyor...
- Oğlum sussana sen...
- Anne ben paşa olmak istemiyorum. Ben sıcak çay istiyorum. Ben büyüdüm, kocamanım bak.
Elimle bileğimi kavrayıp:
- Bak artık kocaman adam oldum, seneye de sünnet olacağım...
- Oğlum sussana, sus diyorum sana...
- Susmayacağım... Susmayacağım işte... Ben paşa çayı içmemmmm!... diye avazlanıyorum...
Ardından önce koca bir şaplak yüzümde patlıyor ve popomda da irice bir çimdik...
Tam ben böyle hayal denizinde yüzerken, biri beni dürtüyor...
- Heyyy Ertan Karadeniz'de gemilerin mi battı arkadaş, nererelere dalmışın gitmişsin böyle? diyor...
Ben hayal alemindeyken mahalleden arkadaşım yanıma kadar gelmiş benim haberim yok... Ben o an nerede miyim? Bir bilse, bilebilse nerdeyim?..
Neyse hem biraz dinlendim, hem de arkadaşımla biraz sohbet ettim... Sonra garsonu yanıma çağırdım içtiğimiz çayların parasını verdim.
Dilimin ucuna kadar geldi, "Bana bir daha doğru dürüst çay getir. Paşa çayı getirme" diyecektim ki; Vazgeçiverdim...
Neyse işte onun sayesinde çok eskilere gittim, çocukluğuma... Acısıyla, tatlısıyla güzel bir nostalji yaptım kendi kendime...
Eh işte, çektiğim bir bardak çay fotoğrafından da ancak bu kadar yazı çıkabilirdi... Çıktı işte... Sizinle de paylaştım...
Okuduğunuz için teşekkürler...
Siz siz olun, gün olur da bir gün bir araya gelip görüştüğümüzde sakın bana "Paşa Çayı" ısmarlamayın ya da demlemeye kalkmayın olur mu?
Çünki içmem, kendimden de böyle geçmem...
Ertan Yurderi
nerede o günler
YanıtlaSilEfendim yazılarınız çok samimi. Anılarınızı, gerçeklerinizi bu kadar açık paylaştığınız için çok teşekkür ederim. Uzun zamandır bu kadar eğlenceli blog gezim olmamıştı.
YanıtlaSilHızlıca konuya geçersek; çay konusunda benim de gerçekten avmlerdeki çay servisi yapan aburcu cuburcu mekanlardan şikayetim var. Bardaklar genelde standarda uygun olsa da plastik karıştırıcıları ve tadsız çayları beni alışamadığım avm yaşantısından uzaklaştırıyor. Aslında düzgün çay yapan çok az mekan var. Bakır semaverinizde elenmiş çayınızı çenesuyu ile mangal kömüründe demlerseniz çay konusunda referans bir tad elde edebiliyorsunuz.
Yorumunuz için teşekkürler ...
YanıtlaSilYorumunuzun son satırları ise ziyadesiyle beni özendirdi... Çenesuyu ile mangal kömüründe demlenmiş çay konusu ise müthiş ... Yeniden çocukluğumu geçirdiğim Kocaeli'ye kadar uzandı düşüncelerim...