15 Mayıs 2010 Cumartesi

Efsaneler Şehri: Manisa


Tantalos’un, Pelops’un, Niobe’nin mitolojik Magnesia’sından,  efsanevi Lidya Kralı Karun’un (Krezus) memleketi Sardes’ten,  hatta yok olmuş efsanevi ülke Atlantis’ten, Saruhanoğulları’nın otağı, Şehzadeler diyarından, lalesi, Mesir Macunu ve Tarzan’ı ile ünlü Manisa’dan selam bu satırlarımı okuyanlara…

Bu yazımla, Gediz ve Bakırçay vadilerinde yaşanan tam on bir bin yıllık serüveni paylaşmak istiyorum sizlerle…

Geçenlerde tam da 465. Geleneksel Manisa Mesir Şenlikleri sırasında gittim bu ulu şehre… Bu şehir ki; Fatih’lerin, Kanuni’lerin soluklandığı 200 yıllık Saruhan tahtı aynı zamanda. Uzun tarih yolculuğunda nice deprem acıları, celalli kıyımları, işgal ve yangın, nice acılar çekmiş her defasında küllerinden yeniden doğmuş, güzel üzüm bağlarıyla, zeytinlikleriyle, geniş ovasıyla yemyeşil bir vilayetimiz burası.

Şenlikler sebebiyle kent daha çok bir mesir yerini andırıyordu gerçekten… Sultan Meydanı’ndaki Sultan Camii’nin kubbe ve minarelerine çıkan temsili Merkez Muslihiddin Efendi ve müritleri ve yaklaşık 20 ton Mesir Macunu’nu halka saçtı. Bu sene Merkez Muslihiddin Efendi’yi temsilen İlhan Şeşen, Hafsa Sultan’ı temsilen de Selda Alkor’u gördük şenliklerde… Bu saçım sırasında on binlerce insanın ellerini havaya açması ilginç bir görüntü oluşturdu gerçekten… TBMM Başkanı Bülent Arınç da protokol gereği oradaydı ve saçılan Mesir macunlarından da epey bir kaptığı söylendi akşamki TV haberlerinde… O kalabalığın içine pek giremedim, daha sonra her dükkanda satılan Mesir macunlarından satın aldım… Bin bir çeşitli anıyla geriye, İstanbul’a döndüm…

MANİSA ADI NERDEN GELİYOR?

Manisa,  milyonlarca yıldan beri sırtını Spil Dağı’na dayamış bir kent. Yüzyıllardan beri gören gözler, boş boş ovaya ve içinde hayati belirtilerin bulunduğu Spilos’a bakmış durmuşlar… Düşlerimizi on binlerce yıl geriye taşıyalım. Bu yerler nasıldı? Buradan kimler geldi? Kimler geçti? Konuşulan diller, yaşanan bu yerlere konulan isimlerin kökeni neydi? Manisa’da yaşayan insanların genetik kartlarının yapısı ve oluşumu nasıl olmuştu? Tarihi kayıtlar binlerce yıllık süreç içinde, çok az bir kısmını aktarmıştır bizlere.

Bugüne kadar Manisa adının kaynağı hakkında değişik görüşler ileri sürülmüş. Magnetler Teselya’da ki Magnesia’dan gelerek bu şehri kurmuşlar. Yeni yurtlarına da geldikleri yerin adını verip “Magnesia” demişler. Eski kaynaklarda Menderes nehri civarında ki “Maiandros Magnesia”sından ayırmak için de “Magnesia ad Sipylum” veya “Spiylos Magnesia”sı adı vermişler. Bu bölgede bulunan mıknatıslı demire nispet edilerek bu ad verilmiş sanırım.

Manisa, Lidya veya başka bir Ön Asya dilinde, anlamını bugün bilemediğimiz bir kelimeden türemiştir. Evliya Çelebi’ye göre ise Latinler buraya büyük anlamında “NİSA” derlermiş. Manisa’nın Bizanslılardan alınmasından, sonra “Magnesia” denilmiş ki, bunun manası da “KAFİR KARISI ŞEHRİ” demekmiş.

“Mader” kelimesinin kısaltılması “Ma”dır ve “anne” anlamına gelmektedir. Fars kültürü bu bölgeye kadar çok etkili olmuştur, “NİSA” Arapça, İbranice, Fenikece, Aramice dilinde aynı anlamı içeren kelimedir…

MA-N-İSA İsa’nın annesi şehri manasına da gelmektedir. Spil dağında bulunan ve haritalarda gösterilen nirengiye MERYEM taşı ismi verilmiştir. Meryem ana Efes’e gitmeden önce Manisa’da “Roman Shire” ismindeki tapınakta kaldığı ve o yüzden bu bölgeyi şereflendirdiği için İsa’nın annesi anlamına gelen Manisa ismi verildiği söylenmektedir….

Sonuç olarak; Hitit, Aka, Frigya, Lidya, Hellen, Roma ve Bizans egemenliklerini yaşayan Manisa’nın, Antik Çağ’daki adı Magnesia’dır. 1313 yılında Saruhanoğulları tarafından Bizanslılardan alınan şehrin adı MANİSA olarak değiştirilmiş ve Beylik merkezi haline getirilmiştir.

M.S. 395’de Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılması ile Bizanslılarda kalan Manisa,  1313 yılında Saruhan Bey tarafından zaptedilerek Türklere geçmiş. Halk arasında yaşayan bir rivayete göre, Saruhan Bey Recep ayının 4’ünü 5’ine bağlayan gece şehrin doğusundan taarruza geçmiş, askerlerini fazla göstermek için beraberinde getirdiği keçilerin boynuzlarına yaktırttığı mumları yapıştırarak biraz arkalarındaki ovaya salıvermiş. Şehrin muazzam bir kuvvetle çevrildiğini zanneden Bizanslılar bozulan maneviyatları ile hücumların şiddetine mukavemet edemeyerek geri çekilmeye başlamışlar.  Saruhan Bey kuvvetleri düşmanı Manisa’nın batısında bugün Horozköy ismiyle anılan mevkiye sürdükleri vakit tan yeri ağarmak üzere imiş. Bir horoz, sabahı ve zaferi müjdeleyerek uzun uzun ötmüş. Sonradan orada kurulan köye “Horozköy” denmesinin sebebi de bu imiş. Bütün gün düşmanı kovalayıp uzaklara atan Türkler, o akşam “ilk namaz”ı kılmışlar Manisa da. Bu gece aynı zamanda Regaib Kandili olduğu için zafer ve kandil birleşmiş, büyük bir bayram yapılmış, işte 1313’den beri Arabi ve Rumi aylar arasındaki farka rağmen Regaib Kandili gecesi aynı zamanda Manisa’nın alınışı olarak her yıl kutlanmakta ve halk tam bir şenlik gecesi yaşamaktadır.

MANİSA NEDEN ŞEHZADELER ŞEHRİ OLARAK ANILIYOR?

Manisa 1313 yılının 25-26 Ekim’ine tekabül eden Regaip Kandili gecesi Alpagu oğlu Saruhan Bey komutasındaki askerler tarafından fethedilmiş ve Saruhanoğulları Beyliği’nin merkezi haline getirilmiş. 1346 yılında ölen Saruhan Bey’in türbesi şehrin tam merkezindedir bugün… Yerine önce oğlu İlyas “Bey”, onun ölümüyle de İshak Çelebi “Bey” olmuş ve beyliğin en ihtişamlı dönemlerini yaşatmıştır. Ulu Camii ve Medresesi, Mevlevihane ve Çukur Hamam gibi birçok eseri İshak Çelebi şehre kazandırmıştır. Tahminen 1390 yılına doğru vefat etmiş ve kendi yaptırdığı türbesine gömülmüş.

Manisa 1391 yılında Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı topraklarına katılmış, ancak Ankara Savaşı sonrası Timur bölgeyi yeniden eski sahiplerine iade etmiştir. 1412 yılında ise Çelebi Mehmed kesin olarak Manisa’yı Osmanlı egemenliği altına sokmuş ve Saruhan Sancağı adıyla idari bir birim haline getirmiştir. Manisa 1437-1595 yılları arasında Osmanlı şehzadelerinin saltanat tecrübesi kazandıkları önemli siyasi merkezlerinden biri haline gelmiştir.

Bu dönemde II. Murad, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murad, III. Mehmet ve I. Mustafa gibi daha sonra Osmanlı tahtına da oturmuş padişahların da içerisinde olduğu 16 şehzade Manisa’da sancakbeyliği yapmışlar.

EFSANE ÜLKE “ATLANTİS”,  MANİSA’DA MI?

M.Ö 360 yıllarında, Platon “Kritias ve Atlantis” kitabında günümüzden 11.000 yıl önce var olduğu kabul edilen efsanevi bir ülkeyi ve bu ülkenin başkenti Atlantis sitesini anlatır, iç içe halka surlarla çevrelenen ve üç limanı olan bu büyük kent parlak bir uygarlık merkeziydi ve sanat eserleri göz kamaştırıcıydı. Akropolün ortasındaki Kleio ve Poseidon’a adanmış tapınağın dışı tamamen gümüş kaplıydı ve anahtarları altından yapılıp içi ve dış çevresi altın heykelleri süslenmişti.

Büyük bir depremle yok olan Atlantis’le ilgili efsaneler eski Mısır’dan Yunanistan’a geçmiş ve yankılarını günümüze kadar korumuş. Ülkelerinin turizm potansiyelini arttırmak isteyen devletler ve kuruluşlar Atlantis’in toprakları üzerinde bulunduğunu kanıtlamak için arkeolojik izleri araştırmışlar yada araştırmalara destek sağlamışlardır. Böylece Akdeniz’de, Tera ve Girit adasından; Pasifik Okyanusunda Bahama Adalarına kadar uzanan farklı coğrafyalarda Atlantis’in yer aldığını ispatlamaya çalışan görüşler doğmuştur.

İngiliz arkeolog Peter James “The Sunken Kingdom” adlı kitabında, Atlantis’in kurulucu olan Atlas’tan itibaren Atlantis krallarının soyağacını Atlas, Tantalos, Niobe, Genç Tantlaslar ve Pelops olarak belirlemiştir. Kral Tantolos’un Manisa Dağı (Spil) üzerinde, Yarık Kaya mevkiinde kurduğu ve adını verdiği Tantalis kentine de dayanarak Atlantis’in Manisa’da Spil Dağında bulunduğu tezini savunmuştur. Bazı buluntuları günümüze kadar korunabilen Tantalis kentinin büyük bir fay yangı (Yarık Kaya) yakınında kurulmuş olması Atlantis efsanesi ile uyum sağlamaktadır, ilk çağın önemli yazarlarından Pausanios’in “Tantalos’un mezarının Spil Dağı’nda bulunduğunu ve kendisinin bir mezar gördüğünü” belirtmesi de bu tezi doğrulayabilecek diğer bir kanıttır.

Peter James’in Atlantis’in Manisa’da bulunduğunu savunması Avrupa’da ve dünyada arkeoloji çevrelerinde büyük ilgi uyandırması üzerine İngiliz BBC Televizyon ekibi Manisa’ya gelmiş ve hazırladığı belgeseli tüm dünyaya yayınlamıştır.

Bu konuda ayrıca; Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü öğretim üyelerinden İlhan Kayan da; Atlantis’in Manisa’da olup olmadığını ortaya koyabilmek için bilimsel kanıtların yeterli olmadığını belirterek, konuyla ilgili şu bilgileri veriyor bir inceleme yazısında: “Kişisel görüşüm olarak Atlantis efsanesinin, efsanede anlatılan şekliyle gerçek olduğuna, bunun Manisa ovasında bulunduğuna inanmıyorum. Ancak bilimsel kanıtlara dayanmadan ‘vardır’ demek ne kadar yanlış ise ‘yoktur’ demek de o kadar yanlış olur. Birileri çıkıp ellerindeki yazılı kaynaklara (Platon’un anlattıklarına) dayanarak bir hipotez ortaya atıyor. Bunun araştırılmasını öneriyor ve bu büyük ilgi görüyor. Hayallere kapılmadan, önyargılı olmadan bunun araştırılması, sonucu ne olursa olsun insanların doğruyu öğrenip meraklarını gidermesi kuşkusuz yararlıdır ve gereklidir. Bunu sağlamak da bilim adamlarının görevidir. Bilgi ve bilimin merakla geliştiği ve gelişeceği unutulmamalıdır.”

Evet, bilim adamları bu konuda temkinli. Gelişmeleri herkes gibi onlar da büyük bir merakla bekliyor. Bu tezin benimsenmesi ve araştırmaların desteklenmesi sağlandığı taktirde Manisa’nın bilinen tarihinde yeni ve parlak bir sayfa açılacak, “Arkeoloji” literatüründe Manisa “Atlantis” olarak benimsenip turizm açısından da büyük bir canlanma sağlanabilecektir belki de…

AĞLAYAN KAYA NİOBE

Spil Dağı’nın kuzeybatı eteklerinde, Çaybaşı deresinin doğu kenarında, Niobe diye anılan, kadın başı şeklinde, kurşuni bir kaya var. Şehir içinde turlarken, buraya da gidip bu kayayı görmek kısmet oldu bana…

Bu ağlayan kaya için çok değişik efsaneler anlatıyorlar Manisa’da… Tabii ki çoğu öykü tarzı ancak, o kayanın altındaki tanıtım yazısında şunlar yazıyor: “Tantalos’un kızı olan ve Thebai kralı Amphion ile evlenen Niobe’nin yedi kız, yedi erkek 14 çocuğu olur. Tanrıça Leto’nun ise Apollon ve Artemis olmak üzere sadece iki çocuğu vardır. Niobe’nin her fırsatta çocuklarının çokluğu ile övünerek kendisini küçümsemesi Leto’yu kızdırır. Bunun üzerine Apollon Niobe’nin oğullarını, Artemis ise kızlarını oklarıyla öldürürler. Niobe çocuklarının cesetleri başında günlerce ağlar Sonunda Zeus Niobe’nin acısına son vermek için onu Spil Dağı eteklerinde bir kaya haline getirir.”

Antik çağdan bu yana öyküsü dilden dile aktarılarak günümüze kadar gelen bu kaya, yakından bakıldığında doğal bir taş, biraz ilerideki dere kenarından bakıldığında ise kadın başı şeklinde görünmekte. Ben de bir ileri bir geri yapıp tam olarak Niobe’yi görebildim… Ağlamasına da şahit oldum…


MANİSA’NIN “TARZAN”I

Hani eskiden sinema filmi olarak sinemalarda Tarzan’ı izlerdik ya… Bir de onun sevimli maymunu “Çita”yı… Sevgilisi  Ceyn’i de bilirdik… O bir hayal kahramanıydı bana göre… Ancak bu hikayesini anlatacağım Tarzan, gerçek bir Tarzan… Manisa’nın bugünkü yemyeşil görünümünde emeği olan gerçek bir doğa ve çevre tutkunu bir insan…

Asıl adı Ahmeddin Carlak olan “Manisa Tarzan”ı 1899 yılında Bağdat’ta doğmuş ve 31 Mayıs 1963’de Manisa’da yaşamını yitirmiş bir kişi.

İlginç yaşamıyla bir dönem Manisa kentinin simgesi haline gelen bu bedevi kişi, asker olarak katıldığı Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği yararlılıklardan ötürü kırmızı şeritli İstiklal Madalyası ile onurlandırılmış. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Manisa’ya gitmiş ve Topkale adıyla anılan dağda bir kulübede yaşamaya başlamış. Saçını ve sakalını hiç kesmeden üstünde yalnızca bir şortla dolaşan Ahmeddin,  bu görünümü ve doğal koşullara uyumlu biçimde yaşaması nedeniyle Tarzan yada Manisa Tarzan’ı olarak anılmaya başlamış kentte.

Kentin ağaçlandırılmasında büyük emeği geçmiş. Daha sonra Manisa Belediyesi’nin kadrosuna alınan Ahmeddin, kentteki doğal yaşamın korunup canlandırılmasında önemli katkıda bulunmuş. Kendisi ayrıca bugün Türkiye’nin ilk “çevre korumacısı” olarak anılıyor Manisa’da. Yaşamının sonuna kadar da kentteki ağaçların ve çiçeklerin bakımını sürdürmüş. Aynı zamanda dağcılık da yapmış Ahmeddin… Üyesi olduğu Manisa Dağcılık Kulübü ekipleri ile birlikte Ağrı ve Cilo dağlarına,  Aladağlar’ın Demirkazık doruğuna da tırmanmış.

Manisa Tarzan’ının yaşadığı yıllara şahit olmuş yaşlı bir amcanın yanına yaklaşıp, ona soruyorum… “Amca biraz daha anlatsana şu Manisa Tarzan’ını…” Amcamız gözlerinden yaşlar süzülerek anlatıyordu kendi şehirlisini…

“Nereden, ne zaman niçin geldiğini tam olarak bilmiyorduk ve bu onun çekiciliğini arttırmaya yarıyordu. Onun gerçek hikayesini öğrenmek için fazla çaba harcadığımız söylenemez. Dedim ya, masalları efsaneleri seviyoruz biz ve Tarzan’ın şimdiki kişiliği zaten yeterince ilginç ve heyecan verici… Kışın bile yarı çıplak dolaşan, orta boylu, ince kaslı, düzgün yapılı, çevik bir erkekti. Yaşlı olmadığı kesindi ama onu genç olarak da düşünmemiştik hiçbir zaman. Bu gibi kavramların ötesindeydi o. Canlı bir heykel falanmış gibi, o yıllarda aramızda hala görülen çöl insanlarına özgü esmer teni, tutuşmuş kara gözleri, kartal burnu, yontma yüz çizgileri vardı… Tarzan’ın gerçek kimliği ile ilgili söylentiler çeşitliydi ve isteyen bunlardan istediğine inanıyordu.

Güleryüzlüydü. Tatlı dilli, coşkulu, dost ve çalışkan kişiydi.  Manisa’nın bölünmez bir parçası olmakla birlikte toplumsal yaşantısının her zaman biraz dışındaydı. Kimi onun acıklı bir aşk serüveni yüzünden kendini dine adamış bir Hint mistiği, kimi Iraklı bir savaş sığınmacısı olduğunu ileri sürerdi. Vefasız bir yar yüzünden elini kana bulayıp kaçmış bir Yemenli çöl insanı olduğu da söylentiler arasındaydı. Savaş sırasında Gazi’nin onu himayesine alıp Manisa’ya gönderdiği de söyleniyordu…

Nitekim 1938’de Atatürk’ün ölümü üzerine sakal bıraktı… Bu uzun ama düzenli ve temiz, dalga dalga simsiyah sakaldı.  Onun, atlet fanilasını attıktan sonra görünümünde yaptığı tek değişiklik bu oldu. Kendi geleneklerimizde rastlayamadığımız bu yas simgesi ne anlama geliyordu hiç bilmiyorduk.  Ölüm karşısında bir isyan mı, yoksa boyun eğiş mi? Bir Uzakdoğu inancının dışavurumu muydu yoksa. Yoksa Tarzan’ın bireysel bir tepkisi miydi? Bunu ona kimse soramadı sanırım. Çünkü o, bu Tarzan gizemiyle yalnız kalmayı seçmiş bir kişiydi.

Spil’in yamacında, tek başına yaşıyordu, eski Magnesia kalıntılarının yanıbaşında, zeytin ağaçları altındaki beyaz badanalı küçük kulübesinde. Kapısının önündeki direkte her zaman ay-yıldızlı bayrak asılı dururdu… Bu bayrak direğinin dibine bir de savaştan kalma bir top yerleştirmişti… Yaşadığı sürece yaz kış demeden, her Tanrının günü, saat tam onikide bu topu patlatmayı hiç aksatmadı. Çok sonra, kendi eliyle dikip yetiştirdiği bir çamlığın ilkin bir minyatür golf alanı, daha sonraları da bir otopark yapımı için kıyıma uğramasına tanık oldu ve o zehir zemberek soğuklara o aman dinlemez sıcaklara katlanan yüreği, yeşile yapılan saldırılara dayanamayarak durdu…”

Bunları dinledikten sonra ben de, bana bunları anlatan Harun Yeşilce Amca’nın gözyaşlarına,  uzaklara, çok uzaklara o yemyeşil ovaya bakarak eşlik ettim sessizce… Bir elma çekirdeğini bile atmaya kıyamayan bir çevre ve doğa tutkununun bu acıklı hikayesi,  boğazımın düğümlenmesine yetmişti çünki…

MESİR MACUNU ŞENLİKLERİ’NDEYDİM…

Manisa’yı Manisa yapan en ünlü şeylerin başında bir de Mesir Macunu gelmekte elbette… Tabii ben de bunun tarihçesini az çok biliyorum bir İstanbullu olarak… Çünkü bunun yaratıcısı Merkez Efendi İstanbul’da ve ben de onun bir hayranıyım…

Kanuni Sultan Süleyman Han, Manisa’da hastalanan annesi Hafsa Sultan için devrin hekimlerinden Merkez Efendi’ye bir ilaç yapmasını emreder. Merkez Efendi de 41 çeşit baharattan şifalı bir macun yapar. Hafsa Sultan bu macunu kullanarak iyileşir. Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman, bu macundan herkesin istifade etmesi için, her yıl şenlik düzenlenmesini emreder… Bu tarihten itibaren her yıl mesir şenliklerinde, geleneklere bağlı kalınarak, halka mesir macunu dağıtılmaya başlandı.

Mesir macunu, 41 çeşit şifalı nebat ve baharat karışımından yapılıyor. Bunların isimleri ve özellikleri şöyle:

Anason: İştah açıcı ve karminatif olarak kullanılır.  Çivit: Halk arasında kabakulak ve pnömorinde kullanılır. Çöpçün: Hemoroit ve egzamada kullanılır. Çörekotu: Gaz söktürücü. Dar-ı fülfül: Öksürük kesici ve bedeni ısıtıcı olarak kullanılır. Hardal tohumu: İştah açıcı ve mideyi yatıştırıcı olarak kullanılır. Havlıcan: Öksürük kesici ve ağız kokusunu gidericidir.

Hıyarşenbe: Müshil olarak kullanılmaktadır. Hindistancevizi ve beşbase: Kaynatılmış suyu mide ağrılarına iyi gelir. Hindistançiçeği: Hazım kolaylaştırıcıdır. Kakule: Lezzet verici, iştah açıcı. Kalbarda: Mîde ağrılarına iyi gelir. Karabiber: Öksürük kesici, uyarıcı ve baharat olarak kullanılmaktadır. Karanfil: Ağız kokusunu giderici, diş çürüklerinde ve diş ağrılarında kullanılır. Kebabiye: İdrar ve solunum yolları antiseptiği olarak kullanılır. Kimyon: İştah açıcı, gaz söktürücü ve terletici olarak kullanılır. Kırım tartar: Kaşıntılı deri hastalıklarında kullanılır. Kişniş: Gaz söktürücü ve iştah açıcıdır. Limon tuzu: Mâcunun fazla tatlı etkisini hafifletmek için kullanılır. Ma-i leziz: Kalıcı tatlılık sağlar. Meyan balı: Öksürük kesici, idrar arttırıcı olarak kullanılır. Portakal kabuğu: Mîdeyi uyarıcı, koku verici olarak kullanılır. Revan kökü: Laksatif ve hemoroit tedâvisinde kullanılır. Safran: Çarpıntı giderici ve ferahlık verici. Sakız: Mîdeyi rahatlatıcı ve nefes darlığında öksürük gidericidir. Sarı halile: İştah kesici olarak kullanılır. Sinameki: Müshil olarak kullanılır. Şamlı ve şaşlı: Kadın hastalıklarına iyi gelir. Şeker: Mâcunun kıvamını veren ve tatlandıran ana maddedir. Resene: Mide rahatlatıcı ve gaz söktürücü. Tarçın: Kabızlığı ve karın ağrılarını giderir. Tarçın çiçeği: Koku özelliği için kullanılır. Teke mersini: Macun terkibinin daha değişik kokması için kullanılır. Tiryak: İlk çağlardan beri her derde deva olarak kullanılan muhtelif maddelerden meydana gelmiş bir terkiptir. Ud-ül-kahar: Diş ağrısı ve diş nezlesine karşı kullanılır. Vanilya uyarıcı, olarak bilinir. Yeni bahar:  Kuvvet verici olarak macunlara konulur. Zencefil: Nefes darlığı, soğuk algınlığı ve astıma karşı kullanılır. Zerde çöp: Kuvvet verici ve mideyi koruyucudur. Zulumba: Mide rahatsızlıklarında ve hemoroitte kullanılır.

Mesir macunu; kuvvet verici, sindirimi kolaylaştırıcı, iştah açıcı, hormonları harekete geçirici, yorgunluğu giderici ve zehirli hayvanların sokmalarına karşı bağışıklık kazandırıcı özelliğe sahip. Mesir macununun bu tıbbi faydaları yanında; macun kullanıldığında çocuğu olmayanların isteklerine kavuşacağı ve bir yıl boyunca çeşitli hastalıklara iyi geleceği gibi halk inançları da vardır. Dedim ya, Mesir Macunu’nun faydalarını ise saymakla bitiremiyor yöre halkı… Macunla, en ağır hastalar bile şifa bulabilir. Sağlıklı olanlar o yıl hastalanmaz. Macun yiyeni bir sene içinde, yılan çiyan sokmaz. Macun yiyen genç kız o yıl içinde kendine bir koca bulur. Çocuğu olmayan kadının o yıl çocuğu olur. Macun, erkekte cinsel gücü arttırır. Mesir Macunu 462 yıldır hiç şaşmadan Manisa’da üretilip, halka dağıtılmaya devam ediyor bu yolla işte…

MANİSA LALESİ

Manisa’nın bir simgesi haline gelen Manisa Lalesi’den de kısaca bahsedelim biraz… Manisa Lalesi  Spil dağında kendi kendine yetişiyor. Şehre otobüsle girerken, Spil dağının rengarenk Manisa Lalesi  ile kaplı olduğunu görebiliyorsunuz… Manisa Lalesi en çok bir “düğünçiçeği” ailesi olan “anemon” ile çok karıştırılıyormuş. Çünki “anemon” makilik alanlarda yetişirmiş. Manisa Lalesi ise daha yükseklerde yetişiyormuş… Ama Manisa Lalesi’ne sahiplenen halk da, Spil’de Manisa’ya özgü bir anemon türünün yetiştiğini iddia ediyor… Bu Lale türü eksi 15 dereceye kadar soğuklarda bile yetişebiliyor, Mart-Nisan aylarında çiçekleniyormuş. Çiçekler genelde koyu mavi renkte, fakat açık mavi, beyaz ve pembe çiçekli olanlarına da rastlanıyormuş…

KAYNAKÇA VE TEŞEKKÜR:

Bu yazıyı hazırlamama yardimci olan Manisa Valiliği’ne ve tüm Manisa severlere ve Manisa’yla ilgili internet sitelerindeki dostlara teşekkürler… Bir özel teşekkür de, Manisalı Harun Yeşilce Amca’ya elbette…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)