12 Şubat 2010 Cuma

Evdeki gizli dostlarım...


Aşağıda okuyacağınız yazımı hazırladığım sıralarda ABD Başkanı Barack Obama'nın hafif sırıtık bir biçimde “one minute, one minute” diyerek, "sinek öldürme" şovunu tüm dünya ile birlikte ben de hemen hemen her TV kanalında defalarca izlemek zorunda kalmıştım...

Obama'nın ne kadar sevimli ve başarılı bir "avcı" olduğunu, bir hamlede davetsiz misafirini nasıl hakladığını, zihinlerimize bir şekilde kazıyıp durmuşlardı...


Gerçi bu şovla verilen mesaj aslında gayet açıktı... Eskilerin deyimiyle; "Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir... Tekdir ile uslanmayanın hakkı ... Daha doğrusu dünyanın süper gücünü ve o gücün devlet başkanını rahatsız etmenin cezası budur" demeye de getirmiştiler...

Barack Obama'nın yaşadığı topraklarda bir Yunus Emre'nin yetişmemiş, "Yaradılanı severim, Yaradan'dan ötürü..." veciz sözüyle de hiç karşılaşmamış olduğunu bir kez daha anlamış olduk milletçe...

Dublör, mublör kullanmışmıdır bilemem ama, o karasineğin sonu bu olmamalıydı diye düşünüyorum... Sırt üstü yatıp nalları havaya dikilmiş hali yüreğimi burkmadı değil hani... İzlerken tuhaf olmuştum....

Neyse sevgili okurlar, o karasineği ve Obama'yı tarihe havale edelim, gelelim aşağıda yalnızca sizlerin okuyacağınız yazıma...

Bu yazıyı gerçekten sadece sizler okuyacaksınız...
Bizim ev halkı bu yazının varlığından bile haberdar olmayacak!..

Durun, durun… Pardon, pardon ya… Birden unutuverdim kendisini…
Ha bir de kendini evin feylozofu sanan kuyruklu oğlum Şanslı'nın haberi var tüm bu yazacaklarımdan…
Gizli dostlarımın varlığından en çok da o haberdar çünkü…

Ancak evimizin annesi yani eşim, ve ablası yani kızım ise hiç bu yazılanları hiç bilmeyecek...
Bu yazımı onlara okutmayacağım için de ne yazdığımı hiç öğrenemeyecekler...

Ancaaak …
Aranızdan birisi ispiyonlarsa işte onu bilemem!..

Öncelikle sizlere, evimdeki karınca kolonilerinden bahsedeceğim...

Kendilerine evin içinde öyle stratejik yer belirlemişler ki...
Gözden uzak olan, gönülden de uzak olur misaliler...

Eşim onları geceyarısı gizli gizli beslediğimi bir bilse, onlarla birlikte beni kapı dışına koyar eminim…

Ekmek poşetinde kalmış ekmek kırıntılarını, şeker kavanozundan bir tutam şekeri, mısır gevreği kırıntılarını, ayçekirdeği içlerini, fındık kırıntılarını ve daha onların yiyebileceği bir sürü şeyi onların kapısının önüne koyup öyle yatıyorum her gece yarısı...

Bir de onlara tembih ediyorum...

"- Aman gündüzleri ortalıkta görünmeyin, eşimin gazabına gelmeyin..." diye…

Söz dinliyorlar gerçekten de... Gündüzleri hepsi arazi... Hiç birini göremezsiniz ortalıklarda...

Aslında onlar deprem habercileri… Deprem olmadan önce ilk önce onlar hissedip, ortalıktan arazi oluyorlar… Arazi olurken de birbirlerine haber veriyorlar, antenlerini oynatarak…

“- Dıt, dıt… 4.1 geliyor, artçı 3.5 olacak… Herkes sotaya…”
“- Dıt, dıt… Merkez üssü Kandilli’ye 100 km. 3.1 sarsıntı var… Boşverin kaçmayı, herkes kayıntı için ortaya…”

Evde üç koloni aile var... Üç koloninin de başında güzel güzel kızlar var...
Onların özelliği kanatlı olmaları... Tıpkı melekler gibi... Ve epey de iriceler...

Hepsi de anakraliçe karıncalar... Doğurgan özelliğe de sahipler... Tüm işçi karıncalar anakraliçeye hizmet ediyorlar... Anakraliçenin görevi ise sadece doğurmak, doğurmak, doğurmak...

Geçen sene anakraliçeler, yeni anakraliçe adayları doğurmuşlardı ilk kez...
Evin içi uçuşan melek kadar güzel karıncalarla doluydu...

Onların hepsini teker teker toplayıp, başka evlere gelin ettim kendi ellerimle, helali hoş olsun... Şimdi onlar da gittikleri evlerde koloniler kurmuşlardır umarım...

Neyse evimdeki gizli dostlarımdan bir diğeri de örümcek ailesi...
Bir dişi ve bir erkek örümcek (erkek Hakk’ın rahmetine kavuştu)...

Hakk’ yoluna mı, yoksa ne yoluna gittiği belli olmayan erkeğin hazin hikâyesi ise şöyle gerçekleşti, onu da anlatayım kısaca…

Önce dişi örümcek zor bela erkeğini çiftleşmeye davet etti...

Erkek örümcek ise başına gelecekleri bile bile (daha doğrusu biraz da zorlamayla) bu çiftleşmeyi kabul etti…

Çünki eli mahkûmdu rahmetlinin, malum bahar ayları psikozu…

Sonra ne mi oldu? Sonra, dişi örümcek, erkeğinin ölümünü garantiledikten sonra, güzel bir ağla paketledi sevdiğini ve daha sonra onu yemek için ağının en sota bir kenarına gitti yerleştirdi…

Belli bir müddet sonra da dişi örümcek doğurdu... Birkaç ufak yavrusu oldu... Onları babalarının cenazesini yedirip, büyütmekle meşgul arka balkonda...

Bu arada benim kızın örümcek fobisi var, bir bilse, evi ayağa kaldırır...
Hele hanım bilse … Ağıyla birlikte onları da beni de balkondan aşağıya atar eminim…
En iyisi ben onların da varlığını gizlemeye devam edeyim...

Havalar ısındı malum, yaz ayı gelip çattı…
Şimdi evimizin kuyruksuz bir ailesi daha var...
Onlar da kertenkele ailesi...

Demiştim ya, benim evdeki en büyük sırdaşım Şanslı diye...
Bu yeni aileyle aslında Şanslı tanıştırdı beni...
Kerata biliyor ya, benim hayvan sevgimi ve sevdiğimi…
Nerede bir yaratık bulsa bana getirip getirip duruyor…

Bir gün bir baktım balkonun camından içeriye ağzında oynayan bir şeyle atladı Şanslı...

"- Gel oğlum buraya, ne var ağzında?" dedim...
Baktım ki bir de ne göreyim...
Bir kertenkelenin kuyruğu ... Daha capcanlı ve oynuyor...

“- Nerden buldun onu, hadi birlikte gidelim göster onu bana” dedim...

Gittik evin ön balkonundaki büyük saksının yan tarafına...
İşte o kuyruksuz kertenkeleyle oracıkta göz göze geliverdim…

O da Şanslı'yı şikâyet eder gibi bir şeyler mırıldandı bana…

Dedi ki;

"- Abi senin bu Şanslı var ya, kuyruğu ona kaptırdık... N'olacak şimdi benim halim…"

"- Hadi sen merak etme... Nasılsa kuyruk senin, yine büyür” deyiverdim…

Biliyorum ve eminim ki, kısa süre sonra Şanslı'nın ağzına kaptırdığı kuyruğu yerine gelecek, şimdilik böyle idare ediversin diye içimden geçirirken, zavallının durumunun hiç de içaçıcı olmadığını anladım…

Baktım yanında yavuklusu da var...
O da öyle süklüm püklüm kenarda duruyor...

Bizim kuyruksuz damat:

"- Abi bu kızı evinden kaçırdım, bu yaz sizin balkonda yaz tatilimizi geçireceğiz müsaitseniz" deyiverdi...

Eh ne yapalım... Elimiz mahkûm... Bizim kuyruklu oğlumuz madem ki kertenkeleyi kuyruksuz bırakmış, ona da bakmak boynumuzun borcu olsun…

Gittim içerden bir kaba su ve diğer kaba da biraz kavrulmuş kıymadan koydum...

"- Alın şimdilik bununla karnınızı doyurun, ortadan toz olun" dedim... "Sonrası Allah kerim..."

Keratanın nasılsa eşinin kuyruğu var, o kuyruğu kaptırmadı Şanslı’ya...
O gider şimdi ona çevrede ne kadar kelebek, böcek varsa getirip besler...
Sonra yavruları olur, mesut bahtiyar bu yazı bizim terasta geçirirler ailecek...
Şayet evin çatısında kiremitlerin üzerini kendilerine ev belleyen martılarımız onlara rahatlık verirse tabii ki...

İşte bizim evin halleri böyle…

Ben her gece, akşamları el-etek ortalıktan çekilince, ortalık sessizliğe bürününce, herkesçeler rüyalar aleminde gezinmekteyken, kuyruklu oğlum Şanslı'yla birlikte bilumum gizli ve haşere dostlarımın hal ve hatırlarını sormaya çıkıyorum...

Yalnız birkaç akşam önce enteresan bir şey oldu...

Beni görünce hızlı adımlarıyla kaçan bir karafatmaya denk geldim...

"- Yahu dur nereye kaçıyorsun, ben dostum" diyecek oldum...
Zaar beni tanımadı, bu evin yabancısı ne de olsa tabii ki…
 
Sanırım o da banyo penceresinden geldi...
Evin bir yerine saklandı… Arayıp, bulamadım tüm gün onu…

Neyse gündüz hanıma yaptırdığım patates püresinden peçetenin içine birazcık ayırmıştım…
O günün akşamı, o karafatmayla ilgileneyim dedim…

Ne yazık ki tüm aramalarıma rağmen bulamadım onu... Evin bir yerlerinde gizlediğini biliyorum ama neresi, bir türlü bulamıyorum…

Umarım benim dost olduğumu anlar ve kaçmaz benden...
Kaçmazsa çok şey kazanır, kaçarsa da keyfi bilir...

Hanıma denk gelirse, ya karafatma cennetini ya da cehennemini göreceğinden eminim ama, canı bilir...

Hele Şanslı daha onunla teşvik-i mesai'ye başlamadı...
Onu görünce ne yapar bilemem...

Dün Şanslı’nın kulağına bir şeyler fısıldayayım dedim…
Daha sözümü bitirmeden:

"- Peki baba bakarız icabına" dedi...

Ancak ben Şanslı'nın ne demek istediğini hemen anladım tabii ki…

"- Ulan sakın hayvana bir şey yapmayasın" dedim...

"- Sen karışma" dedi...

Neyse az önce Şanslı'ya mama verdim, şimdi o gider bir yerlere devirir poposunu…

Şanslı’yla karşılaşmadan, şu karafatmayla ilk ben karşılaşırsam iyi olacak sanırım...

Şimdi mutfağa gideyim, hanımın pilav için ayırdığı bulgurları erzak dolabında bulayım ve birazını bir yere saklayayım...

Yarın sabah Şanslı'ya kafa tutan bir serçeye vereceğim onu...

Birkaç zamandır bir serçe her sabah geliyor terasın su oluğunun kenarına...

Oradan Şanslı'ya:

"- Nanikkkk, nanikkkk, yakalayamazsın şişko, şişkooo..." diye oğlumu kızdırıyor...

Bizim ki de kuş aklına uyup, onu yakalama derdine düşüyor...

6. kattan düşüp bir yerlerini sakatlayacak diye ödüm kopuyor sürekli...

Şanslı daha bir yaşındayken, "Aaa bu ne güzel kuş" deyip uçan bir kelebeğin peşinden altıncı kattan aşağı paraşütsüz uçmayı denemişti de... Zor bela bir yerine bir şey olmadan kurtarmıştık kendisini...

Yine aynı şeyler başına gelmesin diye serçeye bulgur vereceğim, çenesini susturacağım...

Yani bir bakıma rüşvet vereceğim sussun diye...

Susar mı acaba?.. Deneyip göreceğiz bakalım...

İşte ben ve evin kuyruklusu Şanslı'nın böyle gizli dostları da var...
Sır gibi evin annesinden ve ablasından saklıyoruz bu gizli dostlarımızı...
Neyse bu sırrımızı sizlerle de paylaştık, iyi mi ettik bilmiyoruz da...
Siz yine de okuduklarınızı bir çırpıda unutun e mi!..

Bu laf salatası yazım da burada bitti, gelelim bu yazıdan alacağımız kıssadan hissemize:

“Sevgi, gönül kapılarını açan en güzel bilgelik”tir elbet…

Yunus’un dediği gibi de olmak gerek:
“Yaradılanı severim, Yaradan’dan ötürü…”

Yaradan’ın yarattığı her şeyi, Yaradan’a olan sevgisinden dolayı sevdiğini ne güzel anlatır bu sözü değil mi?

İşte bu yüzden evdeki gizli dostlarımı seviyorum…
Aklım ise hâlâ o Obama'nın öldürdüğü karasinekte… Ruh’u şad olsun rahmetlinin…

Ertan Yurderi

4 yorum:

  1. Ertan bey..valla ilk bu yazınızı okudum ama diğer yazıları da mutlaka okuyacağım.Yazı tarzınız o kadar dinlendirici ve keyif verici ki..Kuyruklu oğlunuzu da çok sevdim:))... sevgilerim ve saygılarımla..

    YanıtlaSil
  2. Tebessümle ve de düşünülerek okundu yazınız...Öyle güzel yazmışsınız ki elinize gözlünüze sağık efendim...Eşiniz bence de kesinlikle okumasın yazınızı :) Alah korusun kimse de bu yazıdan haberdar etmesin ev ahalisini...

    Hayvanları öldüremem ama örümcekleri makineyle çekmişliğim vardır (bu da dolayı yoldan katil olduğum anlamı taşıyor ) Allah affetsin...Yazınızı okurken onlarında bir hayatları olduğu gerçeği gözlerimin önünden geçti..Ufak oldukları için öldürmek kolay geliyor bize sanırım...ABD ve Irak gibi ya da Afganistan gibi veyahut İSrail ve Filistin gibi(benzetmeyi maruz görün ama ince düşününce insan bu şekilde hissediyor güçlünün güçsüzü ezmesi misali)

    Ben yine de kertenkele konusunda ''lütfen yiyecek koymayın gelsinler diye'' eşinize yazık efendim...:)

    Saygılar ....

    YanıtlaSil
  3. Şayet bu gidişle sizin evi Doğal Park falan ilan ederler, yenge de ölüm fermanını diye geçirdim içimden. :)

    YanıtlaSil
  4. İçte hoş bir üslübunuz var tebrik ve teşekkür ederim.

    Benimde sivri sineklere ben uyuduktan sonra gelin dediğim olmuyor değil ama ev ahalisinin baskısı sebebiyle böceklere sizin kadar hoş görülü davranamıyorum genellikler ıslattığım bir bezle tutup dışarı atıyorum.

    sitenizi de sitemdeki ilgimi çekenler bölümüne ekledim inşallah siteme girenlerden sitenizi ziyaret eden olur, zira girerlerse az şey kazanmazlar.

    Hürmetler...

    YanıtlaSil

Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)