12 Mayıs 2011 Perşembe

Bilim, Gelecek ve Beklenti: Her Şeyi Değiştirecek 12 Olgu




Bilim, evren ve insanların evrendeki konumları ile ilgili anlayışımızı değiştirdiği gibi, denetimimiz dışındaki değişimleri kavramamıza ve bu değişimlere ayak uydurmamıza da yardımcı olan bir daldır…
Görelilik, doğal seçilim, tohum kuramı, günmerkezlilik (helyosantrizm) ve doğal olgularla ilgili daha nice açıklamalar, insanların zekaya ilişkin ve kültürel anayışlarını yeniden biçimlendirmiştir. Aynı durum internet, biçimsel mantık, mimarlık ve tekerlek gibi farklı buluşlar için de geçerlidir…
Şöyle önümüzdeki yaşanacak olan 40 veya 50 yılı bir düşünelim… 2050 yılında yaşanması muhtemel olgulara ve bunların meydana gelme olasılıklarına bir göz atalım…
Bunlardan birkaçına neredeyse kesin, çoğuna olası, bir kısmına olası değil ve oldukça uzak bir olasılık gözüyle bakabiliriz…
Şimdi bunları gözden geçirelim isterseniz…
1- İnsanın klonlanması (olası)
1996 yılıda Dolly adlı koyunun dünyaya gelmesinden bu yana, insanın üreme amaçlı klonlanması da kaçınılmazmış gibi görünüyor. Ne var ki, öteki memelilerde elde edilen başarıya karşın, insanlarda bu sürecin çok daha zorlu olduğu su götürmez bir gerçek. Bir yumurta hücresinin çekirdeği yerine bir başka hücrenin çekirdeğini yerleştirmek suretiyle klonlar oluşturan bilim insanları bugüne dek çok sayıda insan dölütü klonlamış olmalarına karşın, bunların hiçbiri ilk aşamadan sonrasına geçmeyi başaramadı.
İnsan klonlama yaşama geçirilirse, bu uygulamanın “dünyanın kısıtlı bir bölgesinde” büyük olasılıkla varlıklı ve sıra dıı bir kişi üzerinde deneneceği düşünülüyor. Hiç kuşkusuz, yaşam yaratmanın yeni yollarını geliştirmek insanları böylesine engin bir bilimsel güçten yararlanılmasının beraberinde getireceği sorumlulukları da enine boyuna düşünmeye zorlayacak.
2- Ek boyutlar (% 50-50)
Kolunuzu uzayın dördüncü bir boyutuna uzatmak müthiş bir duygu olmaz mıydı? O zaman kendinizi sıradan geometrinin boyunduruğundan kurtarmış olurdunuz. Arapsaçına dönmüş elektrik kabloları kolayca çözülüverir, diş hekimleri dişinizi oymaya, hatta ağzınızı açmaya bile gerek duymadan kanal tedavisi yapabilirlerdi.
Yerçekiminin göreli güçsüzlüğünden görünürde birbirlerinden farklı parçacık ve güçler arasındaki yakın benzerliklere, çevremizdeki dünyanın çeşitli gizemleri bilinen evrenin daha yüksek boyutta bir gerçekliğin yalnızca gölgesiymiş izlenimini veriyor. Eğer gerçekten de öyle ise, Cenevre yakınındaki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’nın (LHC) parçacıkları dağıtarak onların üç boyutlu kalmalarına neden olan engelleri ortadan kaldırmaya yetecek enerjiyi salması ve o akıllara durgunluk veren alana girmemize olanak tanıması da işten değil.
Modern fizik kuramlarında ek boyutlarla ilgili temel gerekçe, tüm farklı parçacıkları tek bir grupta birletirmeyi hedefleyen, süper bakışımlılık kavramıdır. Süper bakışımlılık ancak uzay toplam 10 boyuta sahip olursa bu amaca ulaşabilir.
Ek boyutların keşfi yalnızca fiziği değil, ona bağlı disiplinleri de dönüştürebilir. Ek boyutlar kozmik ivme gibi gizemleri aydınlığa kavuşturabileceği gibi, boyutluluk kavramının yeniden ele alınması yönünde de bir ilk adım oluşturup, uzay ile zamanın uzamsız ve zamansız bir alanda tükendiği fiziksel ilkelerden ortaya çıktığı duygusunu daha da pekiştirebilir.
3- Dünyadışı zekâ (olası değil)
1960 yılında, 29 yaşında genç bir gökbilimci olan Frank Drake 26 metre genişliğinde bir radyo teleskobunu yakındaki iki yıldıza yönelterek oradaki olası uygurlıklardan gelebilecek yayınların izini sürmeye çalıştı. Bu çabası boşa gitmekle birlikte, Drake’in Ozma Projesi dünya  dışı zeka arayışı (SETI) girişimini başlatmış oldu.
Mayıs 2010’da 80 yaşına merdiven dayayan Drake, halen Carl Sagan Evrende Yaşam Araştırma Merkezi’ni yönetiyor. Bir zamanlar gökbilimsel aygıtlarla südürülen çalışmalar artık bu amaçla geliştirilmiş Allen Teleskop Dizgesi (ATA) gibi araçlarla yürütülüyor. Bugüne dek gerçekleştirilen en kapsamlı kampanyalardan biri olan ve dünyanın en büyük teleskoplarıyla yakın yıldızları araştıran Phoenix Projesi kapamında 9 yılda yaklaşık 800 yıldız incelendi. Samanyolu’nun yüzde birinin milyonda birinden azına eşit sayıdaki bu yıldızlardan bile sinir bozucu sayıda olası sinyal parametleri elde edildi. Bu parametreler, dünya üzerindeki radyo gibi frekans, zaman, modülasyon türü vb. bilgileri içeriyorlar.
Ne var ki, yeryüzü-benzeri dünyalarda bile teknolojik, radyo yayını yapan yaşam pek yaygın olmayabilir. Araştırmacılar mikrop ya da küf gibi daha basit yaşam biçimlerinin bulunması konusunda çok daha umutlular.
4- Nükleer Değiş Tokuş (olası değil)
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve ABD, Rusya ve başka ülkelerin silahların denetlenmesi yönündeki girişimleri sonucunda küresel çapta nükleer yok oluş tehlikesi büyük ölçüde giderilmiş oldu. Ancak bozguncu uluslar ve bitmek bilmeyen gerilimler yerel nükleer silah değiş tokuşunu yaşamın bir gerçeği durumuna getiriyor.
Gelgelelim, örneğin Pakistan ve Hindistan arasında bir değiş tokuş olması durumunda söz konusu olabilecek, küreel çapta bir etki ancak düzinelerce bombanın patlamasıyla meydana gelebilir. Bilim insanları bu etkileri örneklemeye çalışırlarken söz konusu ulusların tüm silah depolarını boşalttıkları, böylece Hiroşima boyutunda 100 kadar bombanın patlatıldığı varsayımından yola çıkıyor. Böyle bir savaşta ölen 20 milyon insanın yanı sıra, çatışmanın dışında kalan çok sayıda insanın da üst hava küreye yayılan yaklaşık 5 milyon ton is ve duman nedeniyle zamanla yaşamlarını yitirecekleri öngörülüyor.
İklimsel etkilerle katı parçacıkların yaklaşık bir hafta içinde çevreye yayılacağı, iki ay içinde gezegeni kaplayacağı, kararan gökyüzü nedeniyle bitkilerin güneşten yoksun kalacakları ve bunun da besin zincirinde 10 yıllık bir etki yaratacağı, sonuçta yaklaşık bir milyar insanın açlıktan öleceği düşünülüyor.
Ancak dünyayı tümden değiştirecek böylesine iç karartıcı bir olgunun asla yaşanmaması insanların elinde ve de sorumluluğunda.
5- Asteroit çarpması (olası değil)
Yakın bir zamanda tarihi yeniden yazdırmaya aday bir asteroit yok gibi görünüyor. Ancak önümüzdeki 200 yıl içinde havakürede küçük bir uzay taşının bir kenti yerle bir edebileceği bir güçte patlaması olası.
Kısaca DYS olarak bilinen Dünyaya Yakın Cisimler, yörüngeleri günberi noktasında olup, gezegenimizin 195 milyon kilometre yakınına dek gelen asteroit ya da kuyruklu yıldızlardır. NASA çapı 1 kilometre ya da 1 kilometrenin üzerinde olan 940 DYC saptadı (bu boyuttaki toplam DYC’lerin %85 kadarı) ve bunların hiçbirisinin dünyaya çarpması beklenmiyor.
Ancak, Ulusal Araştırma Konseyi’nin bu yılın başlarında yayınladığı rapora göre, asıl büyük tehlikeyi daha küçük göktaşları oluşturuyor. Sayıları 100.000 kadar olan bu asteroit ya da kuyruklu yıldızların, dünyanın sonunu getiremeyecek denli küçük olsalar bile, 300 megaton TNT’nin yaratabileceğine denk bir etki yaratabileceklerine dikkat çekiliyor.
6- Ölümcül Salgın (% 50-50)
Yeni bir grip ya da herhangi bir hastalık virüsü, genç ve sağlıklı olanlar da dahil, milyonlarca kişinin ölümüne yol açabilir. Böylesi bir salgın durumunda büyük olasılıkla çok sayıda ülke sınır kapılarını kapatır. Bu da bireyler arasında ayrımcılığı, hükümetler arasında karşılıklı suçlamalara neden olur. Sonuçta uluslararası ticarette bir düşüş meydana gelir ve ülke ekonomileri ciddi ölçülede zarara uğrar.
Salgın hastalık tehlikesi ortaya çıkar çıkmaz, politikacılar ve başka meslek yöneticileri yalan yanlış ya da eksik bilgilerden yola çıkarak bir takım katı kararlar almak zorunda kalır. Hükümetler salgın hastalığın üstesinden gelmeye çabalarken temel insan hakları ciddi biçimde çiğnenebilir. Salgın kaynağı insan olduğunda, bunun toplum üzerinde yarattığı etki doğal bir afetin yarattığından çok daha kötü olur.
7- Yaşamın yaratılması (neredeyse kesin)
Günümüzde sentetik biyoloji mevcut organizmaların üzerinde oynamalar yapmakla ilgilidir. DNA üzerinde yapılan oynamalar yeni kimyasalların, yakıtların, hatta ilaçların üretilmesine yol açabilir. Bu alanda çalışan bilim insanları yaşamın yapı taşlarını sıfırdan oluşturup, bunları zaten canlı olan bir yapıya ekliyor ya da doğal yapıtaşlarının yerine yerleştiriyorlar.
Gerçekten de, sentetik biyoloji mühendisliğin büyük ölçekli ilkelerinin dirimbilimin alanına katılmasından ibaret. İlke olarak üretilen her şey dirimbilim ile üretilebilir. Bunun küçük ölçekli örneklerine şimdiden rastlanıyor. Yüksek sıcaklıktaki mikroplardan elde edilen ve yeniden işlemden geçirilerek soğuk suda yıkamaya elverişli çamaşır deterjanlarında kullanılan enzimler bunlardan biri.
Kimi bilim insanları yaşamın yeniden yaratılmasına çalışıyorlar. Nitekim J.Craig Venter Enstitüsü’nden Carole Lartigue, Hamilton Smith ve diğer araştırmacılar sıfırdan bakteri genomu oluşturmayı, hatta bir mikrop türünü başka bir türe dönüştürmeyi başardı. Başka bir yerde araştırmacılar sentetik biyolojide kullanılacak enzimlerin oluşturulması amacıyla yapay organeller yarattı. Öyle ki sıfırdan yaşamın yaratılması an meselesi.
8- Oda sıcaklığında süper iletkenler (% 50-50)
Normal sıcaklık ve basınçlarda işlev gören süper iletkenler gerçek anlamda küresel bir enerji kaynağı oluşturabilirler. Sahra güneşi Akdeniz’in tabanına yerleştirilen süper iletkenler aracılığıyla Batı Avrupa’ya güç sağlayabilir. Ne var ki, oda sıcaklığında süper iletkenin nasıl yapılacağı konusu ilk süper iletkenlerin oluşturulduğu 1986 yılından bu yana gizemini koruyor.
İki yıl önce tümden yeni bir süper iletken sınıfının bulunmuş olması araştırmacıların hedefe ulaşması konusunda daha umutlu olmalarını sağlasa da, bugüne dek çok büyük bir ilerleme kaydedilemediği belirtiliyor.
9- Makine farkındalığı (olası)
Yapay zeka araştırmacıları kendi kendilerini yenileyebilen, farklı koşullara kendi başlarına uyum sağlayabilen yüksek zeka düzeyli bilgisayar ve robotların dünyayı değiştirebileceğini inanıyor. Bunun ne zaman gerçekleşeceği, hangi sınırlara ulaşacağı ve insanların bu konuda neler yapabileceği ise henüz tam olarak bilinmiyor. Günümüzün akıllı makineleri bilinen koşullarda belirli görevleri yerine getirmek üzere tasarlanmış makineler. Ancak gelecekte bu tür makineler biraz daha özerklik kazanabilir.
10- Kutuplardaki erime (olası)
Bir buz kütlesinin erimesi yüzyıllar alabilir. Yine de, buzlardaki erimenin bilim insanlarının daha birkaç yıl önce umduklarından çok daha hızlı bir seyir izlendiği söylenebilir. Deniz yüzeyindeki yükselme yavaş olmakla birlikte, yıkıcı etkiler yaratan fırtına ve benzeri afetlerin meydana gelme olasılığı hızla artıyor.
Uzmanlar, sera gazlarında bir düşüş sağlansa bile, kutuplardaki erimenin önüne geçilmesinin son derece güç olacağına dikkat çekiyor. Buzulların erime hızı, iklimdeki genel değişim hızının gerisinde kalsa bile, buzullar tümden eridiğinde bunların yeniden oluşmalarının çok daha uzun ve zorlu bir süreç olacağına parmak basıyorlar. İnsanların çok daha sulu bir dünyaya nasıl ayak uyduracakları konusu ise henüz bilinmiyor.
11- Pasifik depremi (nerdeyse kesin)
San Andreas fay hattının büyük bir bölümünün bir defada kırılması 8.2 şiddetide bir depremin yaşanmasına neden olabilir. Kaliforniya’nın güneyinden başlayıp kuzeyde San Fransisco’ya (Bay Area) dek uzanan 1300 kilometrelik fay, Kuzey Amerika levhası ile Pasifik levhası arasındaki sınırı oluşturuyor.
Yerbilimsel kayıtlardan yola çıkan bilim insanları fayın genelde 150 yılda bir kırıldığına, son büyük kırılmanın yaklaşık 300 yıl önce gerçekleştiğine dikkat çekiyor.
Gelgelelim, kırılma olasılığı yüksek olan tek fay San Andreas değil. Kuzeybatı Pasifik levha sınırındaki bir kırılma 9.0 şiddetinde bir depreme neden olabilir. Böylesine büyük bir depremin tam olarak ne zaman meydana geleceğini önceden kestirmek olanaksız olsa da, yakın bir zamanda yaşanabileceğinin ayırdında olmak, olası zararı büyük ölçüde azaltabilir. En az 7.8 şiddetinde depreme dayanıklı çağdaş yapı teknikleri ve kamuoyu bilinçlendirme kampanyaları sayesinde depremler korkulu bir düş olmaktan çıkabilirler.
12- Füzyon Enerjisi (oldukça uzak bir olasılık)
Kuramsal açıdan ele alındığında, füzyon ya da nükleer kaynaşmaya dayalı enerji santralları dünyanın giderek artan enerji gereksinimi sorununa çözüm getirebilir. Sıradan deniz suyunda bulunan bir tür ağır hidrojen ile çalışacak bu santrallar kurumlu kirletici, nükleer atık ve sera gazı benzeri maddeleri üretmeyeceklerinden, çevreye de zarar vermeyecekler.
Ne var ki, uygulamada, füzyon dünyamız üzerinde fizikçilerin düşledikleri türde bir değişiklik yaratmayabilir. Füzyondan enerji kaynağı olarak yararlanılması için gerekli teknolojiye henüz sahip olaadığımız gibi, geliştirilecek ilk reaktörlerin içinde bulunduğumuz yüzyılda yaygın biçimde kullanılamayacak denli pahalı olacakları da su götürmez bir gerçek.
Kaynak: Scientific American – June 2010 – 12 EVENTS What the future holds that will change everything
http://www.scientificamerican.com/sciammag/?contents=2010-06
Çeviri: Rita Urgan (CBT 1217 / 8-9)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)