5 Aralık 2009 Cumartesi

"Ebe ebe, sobe sobe, poke poke..."



40 küsur yıl öncesindeki çocukluğumu hatırlıyorum da, ne güzel oyunlarımız vardı bizim sokaklarda oynadığımız...

O günler aklıma geldikçe, acısıyla tatlısıyla güzel bir çocukluk dönemi geçirdiğimi düşünüyorum, şimdiki zamane çocuklarına bakarak...

Ebelemecilik, saklambaç vs.. vs.. vs...'si biz çocukların en vazgeçilmez oyunlarındandı...

Birbirimize dokunup "ebe ebe" deyip kovaladığımız zamanları, saklambaç oynayıp dakikalarca ortaya çıkmayışlarımızı, ortaya çıktığımız zamanlarda da gizlice gidip gözünü yuman arkadaşın yumduğu duvarı "sobe sobe" diye "sobe"lediğimiz zamanlar ne güzel zamanlardı...

Kızlı-erkekli sokak oyunlarımıza "ebelemecilik"le başlardık... Eli bir diğerinin eline veya bedeninin bir yerine değsin diye herkes birbirini kovalardı... Tabii ki kızlar kızları, erkekler de gözüne kestirdikleri kızları kovalarlardı, "ebe, ebe" diye...

"Ebelemecilik"ten canımız sıkıldığı an "hadi saklambaç oynayalım" diye coşkuyla bağırır, hemen yumacak birisini adilane bir şekilde seçerdik... "Oooo, portakalı soydum, başucuma koydum, ben bir yalan uydurdum, duma duma dum..." diye.

Ne kadar da büyük keyif alırdık biz "sobe"lenmeyip, gözünü yuman arkadaşımızı "sobe"lediğimiz zamanlar... Eğer gözünü yuman arkadaşımız herkesi "sobe"lemediyse, arkadaş başlardı yeniden saymaya, "1, 2, 3, 5, 10, 50, 100, 1000. Önüm arkam saklanmayan sobedir..." diye... O sayana kadar yine herkes bir sotaya yatar, bu oyun böylece sıkılana kadar devam eder giderdi, türlü türlü mızıkçılıklarımızla...

Şimdilerde öyle mi ya? Büyük kentlerin ara sokaklarında ne çocuk kaldı, ne çocuk sesi, ne "ebe ebe" sesleri, ne de "sobe sobe" sesleri...

Belki büyük kentlerin varoşlarındaki sokaklarda bu oyunlar hâlâ devam ediyordur, bilmiyorum...

Şimdilerde bildiğim tek şey, evinde bilgisayarı olan ya da internete girme şansı bulunan kişilerin büyük-küçük demeden beyaz donuk ve soğuk ekranlar arkasında birbirlerini "poke"lemeleri... Yani Türkçesi birbirlerini dürtmeleri...

Feysbuk adı verilen sosyal bir ağ arkadaşlığıyla girdi hayatımıza bu "poke"lemeli dürtmeler...

Artık feysbuk arkadaşlığımız var ya... Kendi ağına kattığın kişileri canının istediği zaman "dürtü"veriyorsun...

Hal hatır sormak yitip, bitti, gitti... Dürtüver şimdi gitsin...

Her gün feysbuk sayfanı açtığında "Acaba beni kim dürttü? Yine mi dürtüldüm acaba?" diye ekranının sağ orta köşesine bakıveriyorsun...

O günkü moralin "dürtülme katsayına" bağlı artık...

"Oh, oh, maşallah, maşallah... Bugün beni Ahmet, Mehmet, Necla, Mualla.. Oh ne ala, ne ala... Ne güzel dürtüvermişler" deyiverip başlıyorsun, "Dürtüldüm" türküsünü mırıldanmaya yanık, yanık...

"Bayıra karşı yatır beni, tırmalayıp dürtüver kaşı beni...
Bayıra karşı yatır beni, tırmalayıp dürtüver kaşı beni..."


Oysa... Oysa ben böyle sanal dürtülüverilmek yerine, birarada oluvermek, ebelenmek, sobelenmek isterdim... Ama nafile yok... Bu insan unsuruyla olmuyor artık...

Artık bu tarihe karışmış oyunları, evimde Şanslı adını verdiğim kuyruklu oğlum kedimle oynuyorum sabahtan akşama yoruluncaya dek...

Bu oyunları iyi biliyor kerata... Canı hep bu oyunları oynamak istiyor... Bu koca yaşıma rağmen evde hanımın "Koşma bey, terleyeceksin. Koca adam, kediyle kedi oluyor hay Allah ya... Aşağıdaki komşular rahatsız olacak, bağrışmayın, çağrışmayın" uyarılarına kulak asmadan gönlümüzce evde koşturup duruyoruz, eski çocukluk günlerimi hatırlayarak...

İşte böyle sayın okurlar...

Her Allah'ın günü "ebemizi ebeleyip, anamızı sobeleyen bir Türkiye gerçeği"nde, birbirimizi beyaz camlar ardından "poke"leyip dürttüysek af ola... Bu hizmetlerimiz kabul ola. Muratlarımız hasıl ola. Vakitlerimiz hayrola, hayırlarımız fethola, Şer'lerimiz ise defola.

Bol bol "dürtmeniz" ve "dürtülmeniz" temennisiyle, hadi bana şimdilik eyvallah!...

Ertan Yurderi, 5.12.2009

2 yorum:

  1. Yazınızı çok beğendim ve FB sayfamda da payalaştım. Neden sevdim derseniz, yazı stilinizi sevdim, sözleriniz beni çocukluk günlerime götürdü. Kendimi ebelemece ya da saklambaç oynarken gördüm. Hoştu. Daha önce başka yazılarınızı da okudum sanıyorum. Blogunuzda -ilk fırsatta biraz dolaşmayı arzuluyorum. İyi günler dilerim. Not: Benim de benimle oynamak için beni dürten bir kedim vardır: Frida. Gelecek sefer insan formunda döneceğini sanıyorum, ama biraz huysuzdur, kıskançtır, sahiplenicidir, gururludur, korkaktır... yani gelecek sefere işi zor olabilir. Akıl vermeye çalışıyorum (aklım bana çok geliyor da!) ama ne kadar dinliyor bilmem... Sevgiler, ayşe

    YanıtlaSil
  2. Sayın BellaRado, öncelikle yorumunuz için çok teşekkür ediyorum..

    Zaman zaman 40 küsur sene öncesine dönüp çocukluk günlerimi hatırlıyor ve o günleri unutmamak adına elimden geldiği kadar yazıp aynı yaştaki dostlarıma ve genç arkadaşlarıma ulaştırmaya çalışıyorum...

    Şimdiki yeni nesil sokak yüzü bile görmüyor. Okul-ev, ev-okul, AVM'ler, internet vs. yüzünden çocukluklarını doğru dürüst yaşayamıyorlar...

    Ama biz öylemiydik... Tek eğlencemiz Radyo idi. Okul saati programını dinlerdik, sonra hurraaa sokağa...

    Tüm çocuk oyunlarını azıp terleyinceye kadar oynardık, bağırıp çağırarak... Çok güzel günlerdi ... Şimdi ne yazık ki bunların hiçbirini yaşayamıyor çocuklar...

    Kediler, kedilerimiz... Onlarsız bir yaşam düşünemiyorum ... Evet bizden çok şey öğreniyorlar öğrenmesine de, onların bilgeliğinden de bizim hiçbir şey bilmediğimiz ortaya çıkıyor ne yazık ki... Çok şey öğretiyorlar bize çaktırmadan... Kısaca bizler insan gibi düşünüyoruz, onlar kedi bilgeliğiyle geçiriyorlar yaşamlarını...

    Frida'yı benim için çok öpün annesi olur mu...

    Şimdilik görüşmek ümidiyle, sevgi ve saygılar ...

    Ertan Yurderi :)

    YanıtlaSil

Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)