Şu an bu önümdeki beyaz cam’a yazarken, öğle namazı için ezan okunuyor dışarıdaki tüm camilerden… Kuzey’den esen orta şiddetteki rüzgâr da Fatih Camii’ndeki ezan sesini buraya dek getiriyor…
Ayrıca haberleri dinlemek için açtığım bir Skytürk TV kanalı da Fatih Camii’ndeki Hasan Doğan’ın cenaze namazını canlı veriyor… TV’deki ezan sesine, dışarıdaki karışıyor…
Yorumcular yorumlarını yapıyor…
Ben yazımı yazıyorum…
Naaş ise musalla taşında…
Geçen gün kendisine yapılan “yargısız infazla” yaşamını yitiren Kuddusi Okkır da şu an Kabristan’da, tek başına… Çoktan ahret yolculuğa çıkmıştır bile…
Günlerdir ülkemde yaşanan olaylar yüzünden kendimi hiç bu kadar “hazımsız” hissetmemiştim yaşamım boyunca…
Ruhsal olarak çektiğim sıkıntı, midemin üzerinde bir ağırlık oluşturmuş ve bu yüzden de bir iki gün ağrı çekmiştim doğal olarak…
Ta ki iki gün önce yolda yürürken kaldırım ortasına konan bir demir direğe dizimi çarpıncaya dek sürdü bu ağrı…
O çarpmanın etkisiyle midemdeki “ülke gündeminin hazımsızlığı” bu sefer de kendini fiziki acıya bıraktı…
Bir anda dizimle ilgilenmek ve onu iyileştirmenin yollarını denemek zorunda kaldım… Önce şişmesin diye uygulanan “buz” terapisi, ardından morarmasın diye Lasonil adlı pomatla tedavi iyi yapmaya yetti dizimi…
Sonra fark ettim ki… Midemdeki ağrı da geçivermiş…
Ancak ruhumun derinliklerinde hâlâ bir şeyler oluyor, hissediyorum…
Dün ağabeyim Erol Yurderi ile birlikte Boğaziçi silüetini seyrederek yaptığımız konuşmalar geldi birden aklıma… Konuşmalarımızın bir anında bana “Hücrelerin gibi olmak yeterli” demişti…
“Bencil ve hırslı”, “birbirimiz arasındaki işbirliğini reddedici”, "uyumsuz", “benden daha önemli hiçbir yüksek amaç yokmuş gibi davranan” biz insanoğlu’na inat, bedeni oluşturan milyonlarca hücrenin birbiriyle uyumundan bahsediyordu bana…
Ve biraz da sitemkâr olarak, sitesine çok önceleri eklediği Deepak Chopra’nın “Hücrelerim Gibi Olmak Yeterdi” yazısını okumamı tavsiye ediyordu…
Ona okuyacağıma söz vermiştim… Ve okudum da bu sabahın en sessizliğinde… Özümsemeye çalıştım…
Elbette o yazıyı sizlerle de paylaşacağım da…
Şu an Futbol Federasyonu Başkanı Hasan Doğan’ı sonsuzluğa uğurlarken, Hürriyet’in internet sitesinde de Kuddusi Okkır’ın cenaze töreninden bahseden bir haberi yayına koydular… Haberin başlığı “Cenazeye bile gelmekten korktular” diyor bu haberin başlığı…
Şu an yoğun bir kalabalık cemaat ise Hasan Doğan’ı uğurluyor …
Naaş musalla taşında…
Kuddusi Okkır ise Kabristan’da, tek başına…
Midemdeki ağrı geçmiş, yerini ruhsal anlamda derinlerde yaşanan bir ülke gündemini yaşamakta…
Bedenimdeki tüm hücreler ise birbiri ile uyumlu çalışmakta, görevini kusursuz yapmakta…
Ve son söz olarak da şunu eklemek istiyorum bu yazımın sonuna…
“Sonsuzluk içinde düşünün kendinizi, o zaman unutursunuz bütün derdinizi…”
Şimdi yazdığım bu cümleyi düşünmeye ve başarmaya çıkıyorum, evin arka terasına çıkıp, sonsuzluğa gözlerimi dikerek…
Bu arada sizleri de ağabeyim Erol Yurderi’nin www.dogruyasam.com sitesine eklediği “Hücrelerim gibi olmak yeterdi” yazısıyla baş başa bırakıyorum…
Hepinize sevgiyle….
*****
"Hücrelerim gibi olmak yeterdi..."
Spiritüel bir yaşam sürmek ne demek?
Bana ruhsallığın ilkelerini kim öğretebilir?
Şaşıracaksınız ama bedenim bana ihtiyacım olan her şeyi öğretebilir.
Bedenim her şeyi daha sabırla ve kendini adamış bir şekilde benden iyi yapıyor.
Bedenimdeki hücreler Yaşama tamamıyla katılmada hiçbir sorun yaşamıyorlar.
Trilyonlarcası bir arada aynı sessiz anlaşmaya imza koymuşlar. Bu anlaşmada en sıradan insanın da, en spiritüel insanın da kıskanacağı özellikleri sahipler. Paylaştıkları bu değerler her bir hücrenin neyi yapmayı kabul edip, yaptıklarını içermektedir.
YÜKSEK AMAÇ: Bir hücre önce bedenin hayrına, sonra kendi bireysel hayrına çalışmayı kabul eder. Eğer gerekirse bedenin yaşam sürecini korumak için ölmeyi kabul eder. Onun yaşamı, bizim yaşam süremizin yanında çok kısa olmasına rağmen. Deri hücreleri her saat binlerce ölür. Bağışıklık sistemi hücreleri mikroplara karşı savaşırken ölür. Hücrenin yaşamı söz konusu olsa bile bencillik gibi bir seçimi olamaz.
İLETİŞİM: Her bir hücre bir diğer hücre ile temastadır. Mesaj taşıyan moleküller, ufacık bir niyet ve düşüncenin gerektirdiklerini haber vermek için en uzak köşeye dahi koştururlar. Bu görevden çekilme yada haberleşmeyi reddetmek gibi bir seçimleri olamaz.
FARKINDALIK: Hücreler andan ana adapte olurlar. Onlar aniden ortaya çıkabilecek durumlarla başa çıkabilmek için esnek kalırlar. Sıkı kalıplara, alışkanlıklara bağlı kalmak gibi bir seçimleri yoktur.
KABULLENME: Her bir hücre bir diğerini eşit önemde kabul eder. Bedendeki her bir fonksiyon bir diğerine bağlıdır. Tek başına hareket etmek gibi bir seçimleri yoktur.
YARATICILIK: Her hücrenin kendine has fonksiyonları varsa da (karaciğer hücreleri, elli ayrı fonksiyonu yerine getirebilirler), bu fonksiyonlar yaratıcı bir şekilde birbirleri ile kombine olabilirler. Bir kişi daha önceden hiç yemediği bir yemeği sindirebiliyorsa, hiç düşünmediği bir şeyi düşünebiliyorsa, daha önce hiç görmediği bir şekilde dans edebiliyorsa bu nedendendir. Eski davranışlara asılı kalmak gibi bir seçimleri yoktur.
OLMAK: Hücreler dinlenme ve harekete geçme evrensel döngüsüne aynen uyarlar. Bu döngü kendini her ne kadar hormon seviyelerinin, kan basıncının, hazım ritimlerinin iniş çıkışları olarak kendini gösterse de en belirgin ifadesi uykudur. Neden uyumaya ihtiyaç duyduğumuz tıbbi bir gizemdir ama eğer uyumazsak fonksiyonel bozukluklar ortaya çıkar. Bedenin hareketsizliğinde gelecek kuluçkaya yatmış durumdadır. Aşırı hareketli olmak gibi bir seçimleri yoktur.
VERİMLİLİK: Hücreler en az enerjiyi tüketirler. Tipik bir hücre, hücre duvarının içinde sadece üç saniyelik yiyecek ve oksijen tutar. Tam bir teslimiyet halinde rızkının verileceğini bilir. Aşırı gıda, hava ya da su tüketimi, ya da istifçilik gibi bir seçimleri yoktur.
KAYNAĞA BAĞLILIK: Ortak genetik mirasları nedeniyle hücreler temelde aynı olduklarını bilirler. Karaciğer hücrelerinin kalp hücrelerinden farklı olduğu ya da kas hücrelerinin beyin hücrelerinden farklı olması onların ortak kimliklerini sorgulamaz.. Çünkü bu hiç değişmeden aynı kalır. Laboratuarda onların ortak kaynağına geri giderek bir kas hücresi genetik olarak bir kalp hücresine dönüştürülebilir. Hücreler kaç kez bölünürlerse bölünsünler kaynaklarına bağlı kalırlar. Bunun dışında kalmak gibi bir seçimleri yoktur.
VERİCİLİK: Hücrelerin ana aktivitesi vericiliktir. Bu tüm diğer hücrelerle entegrasyon içinde olmak demektir. Kendini vermeye adamak, alıcı olmayı da otomatik olarak beraberinde getirir. Bu döngünün öbür tarafıdır.. İstifçilik gibi bir seçimleri yoktur.
ÖLÜMSÜZLÜK: Hücreler kendi bilgilerini, deneyimlerini, becerilerini hiçbir şey esirgemeden çocuklarına aktarabilmek için ürerler. Bu gerçek bir ölümsüzlüktür, fiziksel planda ölü gibi olsalar, fiziksel olmayan planda kendilerini korumaya devam etmektedirler. Nesiller arası uçurum gibi bir seçimleri yoktur.
Hücrelerimin akitlerine bakınca hepsinin kelimenin tam anlamıyla spiritüel olduğunu görebiliyorum. Bu niteliklerini anlatabilmek için bir başka etiket kullanabilmem imkânsız.
Her şeyden önce, yüksek amaç teslimiyet, diğergamlık olarak da alınabilir. Farkındalıklarında hem her an uyanık ve adapte olmaya hazır oluş var. Ama bedenimin tüm bu etiketlerle hiçbir işi yok. Ona göre bu nitelikler günlük yaşam varlığının içine dokunmuş halde. Bu özellikler milyar yıl süren biyolojik evriminin içinde oluşan yaşamın içsel zekasını taşıyorlar..
Tek bir hücrenin yapısını inceleyecek olursak, teslimiyet, farkındalık, birlik bilinci gibi bir şey göremezsiniz. Bu nitelikler, bakteri, mayalar ve amipler gibi tek hücreli organizmalarda bulunmaz.
Yaşamın gizeminde, tüm potansiyelinin ortaya çıkması için sonsuz sabır ve dikkat vardır. Tek hücreli varlıkların binlercesi bağırsaklarınızda yaşar ve bağırsaklarınız onlar olmaksızın yiyeceklerini hazmedemezler.
Evrim hep ileriyedir ama nerden geldiğini bilir ve hiçbir şey kaybolmaz. Şimdi bile bedenimi bir arada tutan bu sessiz anlaşma bir sırdır. Çünkü anlaşmayı göremeyiz.
Her gün ikiyüzelli çeşitten fazla hücre günlük işlerinin başına geçiyorlar, elli değişik fonksiyonu yerine getirebilen karaciğer hücreleri gibi. Ve bu fonksiyonlarını bırakıp adale, kalp, ya da beyin hücrelerinin işlerine karışmıyorlar. Eğer bir fonksiyonu bıraksalar sonumuz olur.
Annenin rahminde döllenen ilk hücre milyarlara bölünürken dahi kaynakla ilişkisini bellek seviyesinde koruyor. Ben hala o ilk hücreyim ve eğer bir ruhum varsa onun hakkında bildiğim şey önce benim bedenime söylenmiş olmalı.
Yaşamın gizemi, kendini benim ile ifade edecek bir yol bulmuş. Bu nedenle buradayım.
Acaba bu amaca uygun hareket ediyor muyum?
Listeyi tekrar okursanız ve seçimleri gözden geçirirseniz görürsünüz ki, bu davranışlardan birini seçmiş olsak, bedenimizin ölümü ile neticelenirdi.
Zira biz insanlar bencil ve hırslıyız. İşbirliğini reddetmekteyiz. Ben, benden daha önemli hiçbir yüksek amaç yokmuş gibi davranmaktayız. Kendi parçalanmış karmaşıklığımızda, kendi içimizde var olan o mükemmel spiritüellik modelinin farkında değiliz. Onlar ise evrimleştikçe yaşamın devamı için neye gerek duyduklarını çok güzel öğrenmişler.
Bedenimiz kazanılması asırlar almış olan bilgeliğini fırlatıp atmak istemediği için ruhsal yaşama giden yolu dile dökmez. Kendi kişisel yaşamlarımızda acı çekmemizin nedeni, bedenimizi ayakta tutan ruhsal anlaşmanın tam tersine davranmayı bilinçli bir şekilde seçmemizden kaynaklanmaktadır.
Deepak Chopra, MD
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)