Bireylerin yaşamsal süreci içinde karşısına çıkan her şeyi
kurallar silsilesi haline getirerek yaşamına uygulayabilmesi yine felsefe
sayesinde oluyor muhakkak…
Felsefe tıpkı
insan ruhunun bakımı gibi…
Her türlü
eksikliklerimizi görmemizi sağlayan, gelişmemiş yönlerimizin gelişmesini
sağlayan büyük olanak da diyebiliriz buna…
Hiç
düşündünüz mü argonun da gerçekten bir felsefesi olup olmadığını?..
Yaşamını
argolu kelimeler üreterek ve kullanarak geçirenler ne türlü bir felsefe
yapıyorlar acaba?..
Böylesi
sorularla ilk kez karşılaşıyorsak şayet, önce biraz düşünür, sonra karar
mekanizmalarımızı harekete geçiririz.
“Olasıdır”, “vardır” ya da “olmayabilir”, “yoktur” varsalları
arasında gidip gelip dururuz…
Ama
felsefeciler bunu böyle söylemiyorlar… Onlar argo’yu; “bir
dilin ustalıkla kullanılması hali” olarak düşünüyorlar…
Bakın bu
konuda Cumhuriyet Bilim Teknik yazarı ve felsefe üstadı Ahmet İnam
hocamız “argonun da gerçekten bir felsefesi
var mı?” sorusuna; “Muhakkak var, çünkü argo, dilin
müthiş bir olanağıdır” diye yanıt verip şöyle devam ediyor
konuşmasına (*) :
“Alışılagelen konuşma biçimlerine tepki olarak oluşmuş, kendi
içinde eleştirel bir hak ve bakış da taşıyan bir dil argo. Tabii belli bir
toplumsal kesimin kullandığı bir dil. İçinde dünyayı eleştirme öğesi olduğu
için bir felsefi renginin de olduğunu düşünüyorum… Ben çok kullanırım argoyu.
Genellikle akademisyenlerin kullanmaması gerekir ama… Felsefeyi argoyla
anlattığınız zaman karşı taraf daha çok ilgi duyabiliyor. Ama tabii felsefe
argoyla yapılmıyor. Kendi terminolojisi var ve çok ciddi bir iştir. Aklınıza
geleni söylemekle, sezgilerle konuşmakla, bir takım zekâ pırıltılarıyla felsefe
yapılmaz. Felsefenin bir çilesi vardır.
İster istemez çarpıtıyor, biraz karikatür hale getiriyoruz ama
sonradan düzeltmek koşuluyla karikatür bir öğretici araç olarak kullanılabilir.
İnsanları felsefeye çekmek için… Felsefeyi argoyla anlatmak gerekirse, o “Ah
ulan ah”tır. Yahut felsefe sıkar, ya da yersen… Yalnız dozunda kullanmak lazım.
Çocuklar felsefeyi argo sanabilirler. Değil tabii, çok teknik yanı olan bir
uğraş.
Yüzlerce büyük düşünür gelmiş ve bunlar olağanüstü zeki,
çalışkan ve akıllı insanlar. Arkalarında milyonlarca sayfa bırakmışlar.
Bunların sindirilip anlaşılması bayağı bir çabalama ve gayret isteyen bir şey.
Bu da insanın ömrünü alıyor. Okuyorsunuz, düşünüyorsunuz. Tam anlayacakken de
ölüyorsunuz…”
Hocaya
katılıyorum… Gerçekten de öyle… Bir ömür törpüsü gibidir felsefe…
Çoğu zaman
tanış olduğum kişilerin konuşma dilini kullanış tarzından nasıl bir yaşamsal
felsefeye sahip olduğunu anlamaya çalışırım ben de… Bazen bunu becerir, bazen
de o kişiyi çözene kadar çok uğraş veririm… Bazen de hiç çözemem… Gerçi bazı
insanlar da kolay çözülecek cinsten de değildir hani… Çözülmesi epey emek ve
zaman ister… Çözdükten ve çözüldükten sonrası ise kolay… Onun nabzına göre
şerbet verme zamanınız gelmiştir… Verirsiniz, olur biter!..
Biz bu arada
o kadar farklı kültürlerle bezeli coğrafyada yaşıyoruz ki… Bunun böyle olması bence
çok doğal… Ayrıca her kültürün yaşamsal felsefesi de birbirinden çok farklı…
Orta bir yerde buluşabilmek için de çok emek vermek gerek…
Bu arada argo
konuşan kişinin racon kestiğini görmek ve o süslü laflarının ardındaki gerçek
niyetini anlamanın dayanılmaz hafifliğini çözmek, büyük de keyif verir insana…
Böylesi bir keyfi hiç sürdünüz mü bilmiyorum ama, ben gerçekten de büyük keyif
alırım böylesi durumlarda…
İşte felsefe
böyle bir şeydir bana göre. Zorla olmayan, insanın içinden geldiği şekilde
yapılabilen bir şeydir…
Bu konuda da
İnam hocam şöyle der: “Felsefe mutluluk öğrettiği
propagandası da doğru değil, çünkü tersi de olabilir. Felsefeye burnunu soktuğu
için çok mutsuz da olabilir insan. Çok mutlu da… Bütün mesele kişinin
kendisinde… Felsefeyle doğru dürüst yürümesini bilirseniz mutlu olursunuz, ama
beceremezseniz başınız belaya da girebilir…”
Bu “başınız
belaya girebilir”i hoca şöyle açıklıyor:
“Zaman zaman psikiyatrist arkadaşlar telefon edip yardım
isterler. ‘Bir hastam var, kendini büyük filozof diye tanıtıyor. Gel de
şunu bir dinle, gerçekten filozof mu, yoksa saçmalıyor mu?’ diye…
Bunu ayırt etmek zordur hakikaten. Benim gördüğüm örneklerde saçmalama daha
fazladır.
Örneğin Nietzsche … Nietzsche, hayatı boyunca birçok ağır
depresyon geçirmiş, hastalıklı bir adamdır, ama felsefe ona her zaman bir
sağlık kılavuzu olmuştur. Ben felsefenin ruh bakımı olduğunu düşünürüm.
Çirkinliklerimizi, gelişmemiş hamlıklarımızı sağlayacak bir olanaktır.”
Bu arada
etrafınıza şöyle bir bakın bakalım.
Kim kabadayı
kesilerek racon kesiyor karşınızda ve hangi afilli lafları kullanarak sizin
gözünüzün içinde baka baka uyutmaya ve kandırmaya çalışıyor… Bu arada da
argo-lafsal felsefesini de konuşmasından hiç eksik etmiyor…
İlla ki de,
billaki de benden bir “tiyo” aparmak isterseniz, veya böyle bir uğraşı içinde
kıvranıyorsanız, o tüyo da aşağıdaki son paragraflarımın birisinin içinde
gizli…
Gerçi biraz
düşünürseniz bu sorunun yanıtını çabuk bulacağınızdan eminim…
Bulanlar, bulmayanların kulağına söylesin… Ya da bu soruyu
unutup gitsin!..
Yazının
sonunu gözleyenlere, son sözlerim ise..
Argo, resmi
dil karşısında “varoş”un oluşturduğu
bir dildir. Varoşçular, kendilerini adam yerine koymayan, kendilerini ikinci
sınıf vatandaş sayan burjuvaya karşı bir varoş dili (argo) ile
başkaldırıyorlardı… Önceleri kendilerini tanımada yardımcı olan bu dil,
sonradan burjuvanın da ilgisini çekti… Şarkılarında, türkülerinde, hatta günlük
dillerinde burjuvalar da “argo” kullanmaya başladılar…
Yıllarca
küçümsenen bu dil, giderek şiire de girdi, sanatsal da oldu… Şimdilerde “iktidar” bile oldu… Racon kesiyor…
Yetti mi
gari, bu yazının da sonu geldi…
Varın
gerisini de siz düşünün artık!..
(*) Gönülden Bilime, Ahmet İnam, Felsefe Üstüne Söyleşi
Örnekleri, Cumhuriyet Bilim Teknik, 4 Nisan 2008, 1098/11
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)