6 Mart 2007 Salı

"Rögar Edebiyatı..."



Yüzüm koşuyor delice ve yalınayak dikenine her yaşamın. Kızgın külün akşamında benim yüzüm ise yasta... Etrafa yayılan çürüntü kokusu mu, yoksa bir rögar kapağı altı kokusu mu... Çığ gibi yutmakta genç bedenleri, en olmadık saatlerde kurduğum düş kentleri...

Ilık bir bahar sabahı solukladım o hazin kokuyu... Uzak derelerin meltem kokusunu da yanıma kattım... Ciğerlerim bayram sevincini yaşarken, anca VAR'abilmiştim sana...

"Bu akşam ölürüm, beni kimse tutamaz" derken gecenin ayazında bir rögar kapağı başında, gelmiş geçmiş tüm insanların kendindeki düşünü ve eylemini düşündüm...

Oturuyorlardı evlerinin dört duvarlı minik odasının beyaz kapakları üzerine... Sonsuz mutluluktaydı bedenleri... Salınımlar bir mezbahane kokusunu andırırken evin dört bir yanına, bir birahane ayyaşının kül rengi malt kokulu salınımı da pisuvardan eklendi, bu ılık meltem kokularına...

Uyu, hep uykuda kal... Ne sağ, ne ölü... Ben ölürüm bu senin sessizliğinden. Ot gibi kal, kül gibi kal, HİÇ'e yolculuk yolunda... Varacak tüm salınımlar nasılsa bir sabahın en er saatinde derya denilen denizin parıltılarına...

O minik yavruların yitik yüzünü kendi yüzüme giyindim... Hep onlarla öldüm uyudum, kalktım dirildim... Ne eşya vardı dört bir yanımda, ne de anlam. Bir mezar soğukluğunu düş köpüklü bir taşkında giyindim...

Yitik Can'lar canevlerinin canıydı... Gülmeler ve ağlamalar eşliğinde bir evin kaynaşan sularıydı... Şimdi ne gülme kaldı ne de ağlamalar... Sadece denizler oldular, ağan buğular oldular göklere... Sessizlik dağılana, rögarlar örtülüne dek uyandılar diriliklerine...

Bir kıyıdayız hepimiz. Daha bir uzaktayız gökten ve denizden... Ancak ya bir iğreti kapak alır canımızı, ya da bir bariyer... Bu son ise bilinmez bir muamma...

Uzaklara getirdim sizi, sizin yüzünüzde kapanan günü, soyunduğu bir yere her insanın, her nesnenin kendi yüzünü... Tıkanan geceden, anlamını yitirdiği yerden her taşın, her kapağın, her geleceğin boş kabuğundan uzaklara getirdim sizi...

Belki hiçleriz şimdi bu sonrasızlıkta... Şehir içinde yitip yok olmuşlarız. Ne ten, ne can, ne duyu kaldı artık etrafımızda... Ya da bu hiçlik'te belki bunlarsız varız...

Yüzüm koşuyor delice ve yalınayak dikenine her yaşamın. Kızgın külün akşamında benim yüzüm ise yasta... Etrafa yayılan çürüntü kokusu mu, yoksa bir rögar kapağı altı kokusu mu... Çığ gibi yutmakta genç bedenleri, en olmadık saatlerde kurduğum düş kentleri...

Ertan Yurderi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)