22 Kasım 2024 Cuma

Bazen doğadan öğrenecek o kadar çok şeyimiz var ki...


 

Bazen doğadan öğrenecek o kadar çok şeyimiz var ki... 

Şöyle bir hayal edin: Bütün gün sadece ot yiyor, üşüyorsunuz ve hayatınızın çoğu sıradanlık içinde geçiyor. Ama bir gün, o sessizliğin içine bir melodi doluyor. Harika sesler çıkaran bir grup insan belki de hayatınızda ilk kez size bir konser veriyor.

Ve siz, o anın büyüsüne kapılıyorsunuz. Ot yemeyi bırakıyor, bir araya gelip dikkatle, sessizlik içinde dinliyorsunuz. Ne telefonunuz var, ne dikkatinizi dağıtan bir şey. Tüm varlığınızla o müziği yaşıyorsunuz. 

İneklerin bunu yapabilmesi inanılmaz değil mi? İnsanlar bunu kaç kere başarabiliyor?

Bir düşünün: Saygı, sabır ve doğanın sade sessizliği içinde sadece "olmak." Belki de bu basit ve saf davranış, hepimize bir şeyler anlatıyordur. 

Müzik sadece bir melodi değil, farklı dünyaların birleştiği, konuşmadan anlaştığımız evrensel bir dil.

Bu inekler bir gösteriyi tüm sınırlarına kadar saygıyla dinlediler. Seslerini çıkarmadılar, alanı ihlal etmediler, sadece anı yaşadılar. Ve belki de hepimize unuttuğumuz bir şeyi hatırlattılar: 

Dinlemek bazen konuşmaktan çok daha değerlidir.

Ertan Y. (~ kocayurek)

19 Haziran 2023 Pazartesi

“Umutlar içine hapis olmadan yaşamak nasıl bir şeydir?”




“Umutlar içine hapis olmadan yaşamak nasıl bir şeydir?” diye 2012 yılında yukarıdaki bu paylaşımımla birlikte Facebook'ta bir soru sormuş ve bir dost şöyle yanıtlamıştı beni... 

“Kendimi bağladığım her umut bir bir parçalara ayrıldı ve bir gün fark ettim ki orası da benim hapishanemmiş. Şimdi ise hiç kimseye ve hiç bir şeye umut bağlamadan anlık yaşamasını öğreniyorum ve artık hayal kırıklığı yaşamıyorum. Çünkü artık hiç kimseden bir şey beklemiyorum. Ama bu sürecin sonunda bütün evrene güven süreci başlıyor ki bunu izlemek çok keyifli bence.” 

“Umutlar içine hapis olmadan yaşamak nasıl bir şeydir?” diye aradan geçen onca seneden sonra bugün bir kez daha soruyorum yeniden kendime ve BEN’liğim şöyle yanıt veriyor artık bu soruya;  

Umutlar içinde hapis olmadan yaşamak, kişinin içsel özgürlüğünü ve yaşama sevincini deneyimlemesi. Bu durumda, umutlar insanın hayatına yön veren güçlü motivasyon kaynakları ve insanın iç dünyasında olumlu duygulara ve beklentilere kapı açıyor.

Umutlar içinde hapis olmamak, geleceğe umutla bakabilmek ve olumlu beklentilerle ilerleyebilmek anlamında. Kişi, hayatın zorluklarına rağmen umut dolu bir tutum sergileyerek, engelleri aşabilme gücünü buluyor. Bu durumda, umutlar insanın enerjisini ve motivasyonunu canlı tutup, olumsuzluklara rağmen ilerlemeye devam etmesini sağlıyor.

Umutların içinde hapis olmadan yaşamak, olası başarısızlıklara rağmen umutları kaybetmemeyi ve gelecekte daha iyi bir hayatın mümkün olduğuna inanmayı içeriyor. Bu, olumlu düşünce ve iyimserlikle birlikte geliyor. Umutsuzluk ve karamsarlık yerine, umut dolu bir yaşam insanın daha büyük hedeflere ulaşmasını sağlıyor ve yaşamına anlam katıyor.

Ancak, umutların içinde hapis olmadan yaşamak her zaman kolay olmayabiliyor. Hayatta zorluklar ve engeller bulunuyor ve umutları zedeleme potansiyeli oluyor. Ancak, içsel güç, dayanıklılık ve olumlu bir zihniyetle, umutları canlı tutmak ve yaşamı pozitif bir şekilde şekillendirmek mümkün oluyor.

Sonuç olarak, umutların içinde hapis olmadan yaşamak, yaşama sevincini ve motivasyonunu kaybetmeden geleceğe umutla bakmak; insanın içsel özgürlüğünü ve yaşama tutkusunu korumasına olanak tanıyor.

Yazımın alıntı yaptığım dostumun şu son sözü aklıma geliyor: “Umut”lar hapishanesinin içinden kurtulduğunuzda bütün evrene güven süreci başlıyor ki bunu izlemek çok keyifli...

Bence de ... Ya sizce?..

~ E.Y. (kocayurek), 19.6.2023

 

5 Haziran 2023 Pazartesi

"5 Haziran Dünya Çevre Günü" üzerine...



"Dünya Çevre Günü", yaşadığımız dünyada sadece "5 Haziran" günü hatırlanıp kutlanan bir etkinlik olmamalı. Çevrenin önemi 365 gün boyunca hatırlanmalı ve yaşamlarımız çevreye göre dizayn edilmeli.

Bugün ülkemizde olduğu gibi dünyanın hemen her yerinde konuşmalar yapılacak, güzel fotoğraflarla bezeli görseller medyada yer alacak, özlü sözler paylaşılacak, festivaller düzenlenecek. Birileri oy toplasın, birileri öne çıksın, "aferin"ler alınsın diye kürsülere çıkılıp "Biz şunu yaptık, biz bunu yaptık" gibi gönül ferahlatıcı sözler sarf edilecek. Sonuç ne olacak? Elbette kocaman bir "sıfır".

Yukarıda bahsedilen tüm bu şeylerin bütünü tamamen insanoğlunun bu sorundan "kaçış"ıyla ilgilidir. İnsanoğlu her konuda olduğu gibi bu konuda da "3 Maymun"u oynamaktadır. Gerçek olan budur.

Güneş varken nükleeri tercih eden; elindeki elektrik yetiyorken daha çok akarsuyu yok eden; daha iyi seçenekler varken kömürde ısrar eden; üzerine beton dökmek veya dikmek için daha geniş alanlarda doğaya saldıran; dağlardaki doğal yaşamı yok edercesine maden arayan, daha fazla altın bulacağım diye siyanürle doğayı katleden; bütün bunlara itiraz edenlere "düşman" gözüyle bakan sisteme, topluca karşı çıkmak için bize her gün "5 Haziran" olmalıdır.

Bu dünyadaki yaşamımız artık risk altındadır. Çevrenin kendisiyle ilgili bir sorunu yoktur. O doğal seleksiyonunu yapmakta, meteor çarpsa bile kendini bir şekilde yenilemeyi bilmektedir.

Göstermelik birkaç ağaç dikmekle, insan eliyle kirletilmiş doğadaki pislikleri toplamakla ne yazık ki  çevremizi kurtarmış olmuyoruz.

Affet bizi “Doğa Ana”mız... Sana iyi bakamadık, bakamıyoruz... Oysa sen bize öyle cömertsin ki...

~ E.Y. (kocayurek, 5.6.2023)


 

Beethoven'ın 9. Senfonisi üzerine: "Kardeş Ol'un Ey İnsanlar"...

 



Gecenin bir yarısı, yatmadan önce önüme çok sevdiğim bir video bir kez daha çıktı. Videoda, Avrupa'nın herhangi bir kent meydanında yaşam rutin şekilde seyrediyordu. Küçük bir çocuk scooter'ıyla kayarken meydanda kontrbas çalan bir müzisyeni gördü. Bir kız çocuğu da o müzisyenin önüne geldi ve müzisyenin önünde duran şapkaya para bıraktı. Video bu mizansen ile başladı. Müzisyen kontrbas'ı ile müziğe giriş yaptı. Notalar ardı sıra çalarken, ben de tanıdık bir ezgiyi yeniden seyredecek olmanın rehavetiyle oturduğum koltuğa biraz daha gömüldüm. Derken diğer yaşam alanlarından elinde müzik aletleriyle çıkan müzisyenler yavaş yavaş o ezgiye iştirak ettiler, meydanın ortasına gelerek. Artık orkestra tamamlanmış ve o muhteşem eser ortaya çıkmıştı: Beethoven'ın 9. Senfonisi.

Tek eksik ise senfoniye anlam katacak sözlerdeydi. Meydanda toplanan insanlar, yoldan geçenlerden bazıları, izleyicilerden birçoğu, tenor, bas, bariton, soprano, mezzo soprano ve alto sesleriyle bu muhteşem senfoniye eşlik ettiler.

Her ülke insanı, kendi toplumsal ve dinsel değerlerine uygun sözlerle müziğe eşlik etse de, ben de senfoninin Türkçe versiyonunu bildiğim için gecenin bir yarısı avazlanarak bu muhteşem senfoniye bas-bariton sesimle eşlik ettim:

"Kardeş olun ey insanlar,
Bunu ister tanrımız!
Bu dünyada her şey geçer,
Yalnız sana dost kalır.
İnsanlığa, doğruluğa,
Göğsünü aç, korkma sakın.
Hür doğmuştur insanoğlu,
Hür yaşamak hakkıdır."

O küçük kız çocuğu artık yalnız değildi. Etrafı, yoldan geçen ve müziğe eşlik eden insanlarla sarılmıştı. Herkes elinden geldiği, bildiği kadar müziğe eşlik etmekteydi. Ve insanlar BİR'lik içinde "kardeşliğe, dostluğa, insanlığa, doğruluğa, iyiliğe ve özgürlüğe" yalansız, dolansız ve yalın bir şekilde haykırmaktaydı.

İzlerken etkilenmemek mümkün değil gerçekten. Kendimi o meydanda o insanlarla bütünleşmiş olarak hissettim. O an ben Didim'de değil, Avrupa'nın bilmem hangi meydanındaydım. Müziğin birleştirici etkisi bu olsa gerek. Zaman ve mekan kavramı o an yok oluyordu. Beethoven öyle eşsiz bir eser yaratmıştı ki, bize bu duyguları duyumsatıyordu.

Gerçekten de müzik, bizi yalandan ve sahtelikten kurtaran, ruhumuza dinginlik veren tınısal bir bütünlük. O bütünlük ki, notalar vasıtasıyla bizi gerçeğe, armoniye ve melodiye doğru adımlar atmamızı sağlayan matematiksel bir ölçüt.

Örneğin bir piyanoda fa sesine basıp, millete bunu do sesi diye yutturamazsınız. Çünkü müzik, samimiyetin ve doğruluğun da bir ifadesidir.

Öz'ünüzden gelen her bir tını, bir notaya can verdiğinde, duygularınızı en doğru şekilde ortaya çıkartır. Müzik, insana dürüstlüğü, sevgiyi ve özeni öğretir. Notalar sizi doğru yola yönlendirdiği için içine yalanın sızması mümkün değildir. Sızdığında ise o notalar bütünlüğü, kakofoniden öte bir şey olmayıp ruha acı çektirir.

Haydi gelin, öz'ümüzdeki tını ile oluşturduğumuz müziğin büyülü dünyasında birlikte dans edelim. İçinde sahteliklerin olmadığı, saf ve gerçek ortamlarda "sevgi" ile buluşalım. Notalarla bütünleşelim ve müziğin içinde kaybolalım. Beethoven'ın 9. Senfonisi'nde olduğu gibi, her bir notanın bizi daha da yakınlaştırdığı melodilerde BİR'lik içinde "kardeşliğe, dostluğa, insanlığa, doğruluğa, iyiliğe ve özgürlüğe" yalansız, dolansız ve yalın bir şekilde sesimizi haykıralım.

~ E.Y. (kocayurek, 5.6.2023)


4 Haziran 2023 Pazar

"Torunum gibi tatlı" ...



Didim'in sevimli semt pazarcıları, sıradan bir iş gününde bile özgünlüklerini her daim koruyorlar. Ürünlerini satarken sadece ürünleri değil, yaşamlarındaki o eşsiz anların güzelliğini de tezgahlarına naif bir şekilde serpiştiriyorlar. 

Geçtiğimiz günlerde, bu pazarcı çiftimizin kızları dünyaya bir melek getirdi... Ve torun sevgisi, ikisinin de kalplerini kocaman bir neşeyle doldurdu. Dede ve anneanne olmanın ilk kez tatlı heyecanını yaşadıkları her hallerinden belli oluyordu. 

Soğan tezgahlarının üzerini, sımsıcak bir yazıyla bezemişlerdi: "Torunum gibi tatlı." Bu an, öyle naif ve içten bir hissiyatla doluydu ki, hemen bu özel anı ölümsüzleştirmek istedim.

Özel anları fark etmek, hem kendi hayatımızı hem de başkalarının hayatını daha anlamlı kılar. Bu anları paylaşarak, birbirimizin yaşamlarına renk katmaktan büyük mutluluk duyarız. 

Hayatta küçük detaylara dikkat ederek, her anın değerini bilerek ilerlemek, gerçek mutluluğu keşfetmemizi sağlar. Özel anları yakalayarak, her günümüzü anlamla doldurmak dileğiyle.

~ E.Y. (kocayurek, 4.6.2023)


 

3 Haziran 2023 Cumartesi

Çocuk ve kedi sevgisi...

 



Bir gün, sokakta dolaşan küçük bir çocuk bir bankın yanına geldi. Bankın üstünde ise sevimli bir kedi oturuyordu. Çocuk, kedinin yanına yaklaşarak onu sevgiyle öpmek istedi.

Kedi, çocuğun sevgi dolu bu yaklaşımını memnuniyetle karşıladı ve çocuğun onu öpmesine izin vererek yanında bir süre daha oturdu. İkisi arasında bir anlaşma gibi sevgi bağı oluşmuş gibiydi. Küçük çocuk, kedinin tüylerini okşayarak ona sevgiyle baktı, durdu.

Bu an, sadece bir çocuk ve bir kedinin buluşması gibi görünse de aslında daha derin bir anlam taşıyordu. Bu an, insan ve hayvan arasındaki saf ve samimi bağın simgesiydi. İki farklı varlık, iki farklı tür, birbirlerine sevgi ve şefkatle yaklaşarak anlayış ve mutluluğu paylaşıyordu.

Fotoğrafa da yansıyan bu küçük anekdot, hayatta anlamlı olanın sadece büyük olaylar veya karmaşık ilişkiler olmadığını hatırlatır. Bazen en güzel ve değerli anlar, basit ve saf bir sevgi gösterisiyle başlar.

Küçük çocuk ve kedi arasındaki bu özel an, her ikisine de mutluluk ve sevgi dolu anılar bıraktı kuşkusuz. Ve belki de, bu anı paylaşan başkaları da, bu masumiyetin ve sevginin gücünü hissederek, dünyayı biraz daha güzel bir yer haline getirmeye katkıda bulunabilirler mi?.. Ne dersiniz?

~ E.Y. (kocayurek, 3.6.2023)