Ege'nin akşam meltemi, mis gibi deniz havasını evimizin içine getiriyor getirmesine de, ama bizler denizin kıyısında oturamıyoruz bile, sadece pencerelerimizden ve balkonlarımızdan solukluyoruz bu muhteşem kokuyu...
Denizin kıyısında bırakın oturmayı, gezinemiyorsunuz bile rahatça yaşadığınız ilçede... Çünki alınan önlemler yüzünden bir çok şeyi gerçekleştirmek yasak...
Didim'in ünlü sahillerinde, koylarında sosyal mesafe yüzünden gezinebilmek artık çok zor. Eğlence yerleri kapalı. Kafeler kapalı. Her yer kapalı...
Oysaki önceki yıllarda bu zamanlar, Didim cıvıl cıvıl hale gelirdi. İlkbaharın müjdecisi cemrelerin ardı ardına düşmesi sonrası, bir neş'e dolardı içimize ve her yere...
Havaların iyi gitmesiyle birlikte hemen sahillere atardık kendimizi... Ki, Koronavirüs Pandemisi patlayana dek, öyle de yaptık, birer birer düşen Cemre'ler ardından... Ege'nin meltem rüzgarlarına bıraktık kendimizi... İçimize çektik buram buram kokan ilkbahar çiçeklerinin kendine has kokusunu...
Şimdi .. şimdi zorunlu evhapislerindeyiz... Gün sayıyoruz ölmeden, geriye kaç günümüz kaldığını bilmeden, bilemeden...
Kimi zaman teselliyi TV'lerdeki filmlerde, kimi zaman teselliyi dinlediğimiz şarkılarda arıyoruz... Filmlerin çekildiği yerlerdeki manzaraların eşliğinde, şarkıların hazin sözleri içinde arıyoruz, o eski özgürlük günlerimizi...
Az önce Kuşadalı (Biz Adalı diyoruz) bir arkadaşım öyle bir müzik paylaşımı yaptı ki sosyal medyadan bizlere, gözlerim hemen nemleniverdi... Hani dokunsanız o an bana, kapıp koyvereceğim, döküvereceğim gözlerimin selini, Didim'in masmavi Cennet Koyu'na...
Hurşid Yenigün imzalı "Unutulmayan Günlerin Unutulmayan Şarkıları © 2009” adlı albümü “ESEN MÜZİK"ten çıkmış... Dinlediğim şarkının adı, yazımın başlığı ile aynı... "Ah Ege Ah!.."
Sözlerdeki kişi, bizlerin yıllar önce bırakıp terkettiği İstanbul'dan başlamış Ege yolculuğuna, Datça'da sonlandırıvermiş yolculuğunu...
Arada öyle güzel yerlere uğramış ki... Aklı hep uğradıkları yerde kalmış...
Asos'ta ilk molasını vermiş, Akçay'a, Ören'e, Sarımsaklı'ya, Badavud'a, Şeytan Sofrası’na, Çamlık'a, Ayvalık ve Cunda'ya bayılmış mı bayılmış... Her kış hasretle tütüyorsunuz diyor burnumda...
Cunda'dan geçmiş Foça'ya, Foça'dan inmiş Pasaport'a... "Pasaport'ta içmeyene ne derler?" diye de sorar olmuş...
Çeşme'ye düşmüş yolu rüzgârını hissetmeye, Dalyan'a çupra yemeğe gitmiş, Selçuk'ta çöpşiş ve ayranı indirmiş tömbeki midesine...
Kuşadası'nın grup vaktinde rakı-balık-roka keyfini sürmüş...
Söke, Didim Altınkum, Halikarnas'ta dertlerini unutmuş gidivermiş...
Bodrum'a aşık olmuş, Marmaris'ten virajlarla Datça'ya ulaşıp, "Hey karşı komşu, tut elimi dostça" çığlıkları atıvermiş...
Tüm bu yazdıklarım şu an için “bir zamanlar” oldu… Şu zamanlar artık “o zaman”lar değil...
Şarkı sözündeki gibi değil artık durumlarımız… Evlerde sıkılıp dursak da, Didim Altınkum’a gidip dertlerimizi atamıyoruz…
Tek tesellimiz evdeki yarenlerimiz… Müzikteki gibi “ah” çekemesek bakıp Ege’ye, evdeki hayat arkadaşım ile şarkının sözlerine birlikte eşlik ediyoruz…
“Ah canım ah!.. Sende bu güzellik oldukça, getir oradan balık-rakı-roka!..”
Ve “Dem bu demdir, dem bu dem” deyip, dökülüveriyor şu şarkı nağmelerinden dizeler, o yorgunluktan bitap düşmüş lâlleşen dilime;
“Firkatin nariyle gönlüm yan olur, püryan olur,
Varlığın zevk-u sefadır, yokluğun giryan olur…
…
Gül yüzün gören gözlerim mest olur, hayran olur,
Yakma ey can, yakma kalbin al ile efgan olur…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)