"Sessizliğin
Sesi" deyince size ne Helena Petrovna
Blavatsky'in Tibet’in Kadim Bilgelik Kitabı da sayılan “Sessizliği Sesi” adlı
kitabından, ne de Paul Simon'un "Sound Of Silence - Sessizliğin
Sesi"nden bahsedeceğim...
Size bahsedeceğim şey, bambaşka bir şey...
Bu sabah alışık olduğum, şehrin gürültü seslerini duyamadığım için uyuyamadım... Kısaca "sessizliğin sesi" beni
uyutmadı iyi mi?..
Yaşadığım ilçenin en gürültülü caddelerinden birinin üstünde oturuyorum... Didim-Akbük Yolu üzeri Cumhuriyet
Caddesi...
Bu cadde Didim'in en işlek caddelerinden biri olduğu için günün her saatinde araç seslerine öyle bir alıştırıyorsunuz
ki kendinizi, o sesler artık sizin için bir şey ifade etmiyor... Kanıksıyorsunuz...
Kanıksadığınız için de yaşamınızın bir parçası haline
geliveriyor...
Bu sabahın ilk saatlerinde o kanıksadığım sesleri duyamadığım için değişik duygularla güne başladım,
anlatayım...
Gün, yeni bir güne ayıyordu, günün ilk ışıkları cadde üzerine düşüyor, gözlerim yeni bir güne açılıyordu, fakat o
kanıksadığım sesler gitmiş, bambaşka sesleri duyar hale gelmiştim. Bunun adı "sessizliğin sesi"ydi
muhtemelen...
Meğer bu "sessizliğin sesi"
içinde ne güzel şeyler saklıymış...
İlk kez sabah olduğunu müjdeleyen horoz sesini duydum. Civciv ve
civcivlerini koruyan tavukların gıdaklamalarını duydum...
Serçelerin cıvıltılarını, üveyklerin seslerini,
saksağanların seslerini, Nisan ayının ve baharın gelmesini müjdeleyen saka kuşlarıyla
florya kuşlarının birbirlerini çağırma seslerini duydum... (Bu satırları
yazarken kargalar da kendini hatırlatır gibi gaklıyordu, bizleri de unutma yaz
diyorlardı sanki).
Uzaklarda otlayan kuzuların melemelerini, ineklerin yeşil otlara ulaşmak için koşuşturduğu anda çıngıraklarının çıkardığı çıngırak seslerini bile
duydum...
İki blok ötede ağlayan bebeğin
sesini ilk kez, mutluluk içinde babasıyla oynaşan bir kızın çığlıklarını ilk kez
duydum...
Meğersem ben ne kadar da bu seslerden uzak ve mahrum kalmışım bu şehrin
karmaşası ve gürültüsü içinde...
Böyle bir sokağa çıkma yasağı olmasaydı
eğer, bu tür güzelliklerin farkına bile
varamayacaktım...
Oysa tüm bu anlattıklarımdan
mahrum kalarak 50 küsur seneden fazla yaşadığım İstanbul gibi büyük bir megaköy'ün en yoğun ilçesinden gelen ben, Didim
gibi bir yerde yaşadığım için şanslı sayıyordum kendimi... Yanılmışım...
Hayatın koşuşturmacası içinde yaşadığınız yerin de çok büyük önemi varmış, anladım...
Kendinize uygun yerleşim yerini ve konutu öyle iyi bir yerden seçmelisiniz ki,
yaşadığınız o yer sizin cennetiniz olsun... Hem o yerin her türlü sosyal hizmetinden
yararlanın, hem de doğayla içiçe yaşayın, ondan uzaklaşmayın...
Yazımın sonunu, Paul Simon'un "Sound Of Silence - Sessizliğin Sesi"ndeki
son sözleriyle bitireyim ben
de...
“Bilge
kişilerin sözleri, altgeçit duvarlarında ve kiralık evlerin
salonlarında yazılıdır... Ve sessizliğin sesinde fısıldanır...”
"Sessizliğin sesi" içinde duyumsayabildiğiniz
tüm ŞEY'lerin farkına
varabilenlerdenseniz ne mutlu size!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)