6 Nisan 2020 Pazartesi

Didimli Kadının Karantina Günleri (2)

“KARANTİNADAN KARANTİNAYA DİDİMLİ BİR KADININ GÜNCESİ”



Bundan önceki http://ertanyurderi.blogspot.com/2020/03/didimli-kadnn-karantina-gunleri-1.html “Didimli Kadının Karantina Günleri (1)” başlıklı yazımda Didim’den Candan arkadaşımızın Almanya seyahati dönüşü İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi kampüsü yakınındaki yurtta 14 günlük karantina günleri güncesini kendisiyle yaptığımız telefon görüşmesinden sizlere aktarmıştım…
Bu mecburi 14 günlük karantina süresini  tamamlayan arkadaşımız Candan, Didim’deki evine dönecekti…
İşte Candan’ın bu zorlu karantina sonrası eve dönüş mücadelesini ve evinde yeniden 14 günlük zorunlu karantinaya girip yaşadıklarını sizlere kendi ağzından aktarmaya çalışacağım…
“ … İstanbul’daki karantina günlerinin sonlarına doğru buradaki yaşama tam ayak uydurmaya başlamıştık ki çıkmamıza iki gün kala bizlere İçişleri Bakanlığı’ndan ve Sağlık Bakanlığı’ndan gelen yazılarla birlikte çıkış evraklarımızı getirdiler. Bu kağıtlar bizim bu karantinadan çıktıktan sonra evlerimize döndüğümüzde yeniden 14 günlük karantinaya girmemiz içindi… Bizlere imzalattıkları formlarda tüm kimlik bilgilerimiz, adresimiz ve sokağa çıkmama konusundaki uyarılara riayet etmemiz konusundaydı… Onları imzaladık, çıkış günümüzü ve saatlerimizi beklemeye başladık…
Ben bu süreçte iki kez İzmir üzerinden uçakla Didim’e gelmek için uçak bileti aldım, her iki seferinde de bu biletleri iptal ettirmek zorunda kaldım… Tabii benimle birlikte orada kalanlar da çeşitli illere gidecekleri için onlar da iptal ettirmek zorunda kaldılar… Salgınla ilgili süreç sürekli değiştiği için, Sağlık Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı’ndan gelen talimatlar da değişiyordu sürekli… Bunları takip eder hale gelmiştik anı anına…

Almanya-İstanbul yolculuğum, İstanbul’daki karantina günlerim, İstanbul-İzmir yolculuğum, İzmir-Didim yolculuğum bunlar birer film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyordu… Bu yaşananlar acaba gerçek miydi? Ya da ben bir film senaryosu içinde rolümü mü oynuyordum?

Artık evimize tek geliş yolunun otobüs olduğunu anlayınca, otobüsle seyahat etmenin çarelerini aramaya başlamıştım… Hangi otobüs şirketiyle gelebileceğimi bilemediğim için İzmir’e geldikten sonra aklıma ilk gelen, İzmir havaalanından Didim’e transfer yapan araçlar olmuştu…  Onları aradığımda da çeşitli zorluklarla karşılaştım… Çünki sadece havaalanları transferleri için hizmet verdiklerini, otobüsle İzmir’e gelenleri çeşitli yerlerden özel araçlarla almak zorunda olduklarını belirttiler… Yanımdaki valizlerin miktarını sordular, en önemlisi de benden istedikleri astronomik taşıma ücretleriydi… 500 TL gibi ücretlerden söz ediyorlardı… Vazgeçtim… Düşüncem şöyleydi; İzmir’e ulaştığımda bir şekilde Didim’e geçmenin yollarını arayacaktım…
Son iki gün dolup, karantinadan tahliyemiz verildikten sonra ilk önce İstanbul’da yaşayanları salıverildiler,  sonra diğer tüm illere gidecekleri gruplara ayırarak gidecekleri yerlere göre servis otobüslerine almaya başladılar… Anladığım kadarıyla bu süreçte devlet METRO şirketiyle anlaşmıştı… Bizleri METRO şirketinin garajına götürdüler…
Garaja gitmek üzere servis otobüslerine bindirilirken oradaki kalabalıklığı ve izdihamı anlatmam mümkün değil… Sosyal mesafe asla korunmuyordu ve herkes binip gideceği servis aracı arayışı içindeydi… Neyse çeşitli zorluklarla bindiğimiz servis aracı bizi METRO şirketinin garajına getirip bıraktı… Oraya indiğimde, 14 günlük karantina günlerimdeki rahatlığımın artık kalmadığını, beni zorlu bir sürecin beklediğini hissetmiştim… Resmen kendimi ters bir köşeye düşmüş ve sıkışmış gibi hissetmiştim…
METRO şirketinin garajında da çok büyük bir kalabalık vardı… Herkes bilet almak için sabırsızlanıyordu. Bu yüzden bilet alınacak gişelere 5’erli ve 10’arlı gruplarla almaya başladılar… Böyle durumlarda uyanık davranmazsanız size sıra gelmesi mümkün değildi… Çünkü büyük bir karmaşa ve hengame vardı… Sanki herkes bir an önce bilet almaz iseler orada kalacakmış hissiyle panikle hareket ediyorlardı… Hiç kimsenin kimseye saygısının kalmadığını görünce kaygım bir kat daha artıyordu…
Şirket yetkilileri bunları görünce İllere göre insanları içeriye almaya başladılar. Önce Ankara’ya gidecekleri içeriye alıp bilet almalarını sağladılar. Sonra diğer illeri sırasıyla almaya çalıştılar…
Ben İzmir’e gideceğim için şanslıydım. Ankara’dan sonra İzmir’e gidecekleri içeriye almaya başladılar 10’ar kişilik gruplarla… Ben bu içeriye alınacak 10’ar kişilik gruplar sırasında tevazuyu bırakıp açıkgöz bir şekilde polisin de tüm uyarılarına rağmen boşluktan yararlanıp balık gibi kıvrılıp içeriye giriverdim… Başka çarem yoktu, çaresizdim ve bir an önce ben de gişelere ulaşıp biletimi almak istiyordum…
İçerisinin de dışarıdan bir farkı yoktu… İçeride de herkes ilk önce bilet alabilmek için birbirlerini dirsekliyor, itekliyor, tartışıyor ve birbirine bağırıyordu… Burada da sosyal mesafe korunmuyordu ne yazık ki… Böyle bir durumda kimin aklına gelirdi ki sosyal mesafeyi korumak? Zaten 14 günlük karantina sürecini yaşayan bizlerde ne psikoloji kalmıştı, ne bir şey… Morallerimiz tamamen bozuktu ve bir an önce evimize gidebilmek için resmen büyük bir savaşım veriyorduk… Bu süreçte yollar için alınan tedbirleri de öğrendiğimizde moralimiz bir kez daha bozuluyordu…
Bilet gişesinde izin belgelerimi göstererek ve 250 TL gibi bir astronomik ücret ödeyerek biletimi aldım. Normal zamanda 130 lira olan bilet bir anda 250 TL olmuştu… Bu parayı vermek zorundaydım ve hiç tereddütsüz ödedim… Bilet almanın sevincini bile yaşayamadan 10 dakika kadar sonra kalkacak otobüsümü peronlarda aramaya başladım.
İzmir yönüne gidecek 4 ya da 5 araç vardı, hangisi benim aracım diye sağdan sola koşuşturmacaya başladım elimdeki valizlerimle birlikte… Sonunda bineceğim otobüsümü buldum… Otobüs iki katlı bir otobüstü… Elimdeki valizlerimi bineceğim araca teslim etmek istediğimde de daha sonradan aracın şöförü olduğunu öğrendiğim kişiyle tartıştım… Bana ve otobüse binecek kişilere kaba ve kötü davranıyordu… Hatta bavullarımı atar gibi otobüsün bagajına yerleştirdi. Ben hayatımda ilk kez böyle bir araç şöförüne denk geldim. Bugüne dek firmaların tüm araç şoförleri müşterilere iyi davranıyordu, bu şöförün bizlere neden böyle kötü muamele ettiğini hâlâ anlayabilmiş değilim…
Neyse sonunda otobüse de binmiştim… Benim koltuk yerim üst kattaydı… Herkesi otobüste tek tek oturttular. Yanlarımıza başka kimseyi oturtturmadılar… Ben karantinadan çıkarken otobüslerin temiz olup olmayacağı konusunda bir bilgi sahibi olmadığım için yanıma çamaşır sulu bezler almıştım… Koltuğuma yerleşmeden önce koltuğumun üstünü, kolumu yaslayacağım dirsekliğimi, önümde duran monitörü ve her yeri güzelce bir dezenfekte ettim.
Yola koyulmuştuk sonunda… Bu arada herkes birbirine dezenfektan  ürünleri dağıtıyordu… Herkes kendisini birbirinden korumak için azami çaba sarfediyordu…
Yolculuğumun ilk saatlerinde bu hengameden kurtulmanın rehavetiyle gözlerime ağırlık çökerken, İstanbul’dan, bu Megaköy’den ayrılmanın rahatlığıyla uykuya dalıvermişim…
Gözlerimi açtığımda kan ter içindeydim. Aracın içi nerdeyse 40 derece civarındaydı… Bir hışımla otobüsün alt katına inerek o aksi şoföre ‘Ne yapmaya çalışıyorsunuz siz, bu havada kaloriferler bu kadar yanar mı, yukarıda haşlandık biz, lütfen kapatın’ uyarısında bulundum.  Uyarım üzerine kapattı ancak aradan yarım saat kadar bir süre sonra yeniden kaloriferler yanmaya başladı ve biz yine o sıcaklıkla seyahatimize devam ettik.
Otobüs yeni açılan yollardan tam 5 saat kadar bir süre içinde İzmir’e geldi… Otobüsten sıcaklamış ve kan ter içinde İzmir garajında indim… İzmir garajında araçtan inince kendimi sanki Mars’a inmiş gibi hissettim… Etrafta hiçbir ulaşım aracı yoktu, etraf ıpıssızdı… Otobüs bizi bırakınca çekip gitti…
Benim bindiğim otobüste bir çiftle tanışmıştım. Onlar da İzmir Çeşme’ye gideceklerdi… Onlarla birlikte bizi evlerimize götürecek bir araç arayışına girdik. Çoğu otobüs yolcusunun yakınları onları almaya gelmişti. Ne yazık ki bizim böyle bir şansımız yoktu. Gecenin soğuk bir saatinde garajda oradan oraya araç bulmak için sürüklenmeye başladık… O gece ilk kez iliklerime kadar, hatta ruhuma kadar üşüdüğümü hissettim … Hiç böyle bir şey yaşamamıştım bugüne kadar…
Birlikte araç arayışında bulunduğumuz çiftin eşi bana valizlerimi taşımada yardım etti. En sonunda garaj dışında taksi benzeri özel bir araç bulabildik… Bildiğimiz sarı taksilerden değildi bu araç. Araç bulamayan kişilere yardımcı olmak için orada bekliyormuş… Onunla sıkı bir pazarlığa girdik. Yanımdaki çift Çeşme’ye gideceği için onlardan 250 lira gibi bir ücret istedi… Benden de ilk önce 500 lira istedi. Daha sonra yaptığımız pazarlıkta benimle 350 liraya anlaştı. O çifti Çeşme’ye bıraktıktan sonra devam edip beni de Didim’e bırakacaktı. Bu süreçte araç bulduğuma seviniyordum ama o anda gözüm ödeyeceğim ücretin fazlalığını görmüyordu. Amacım bir an önce Didim’e, evime ulaşmaktı…
Çeşme yolculuğumuz güzel geçti, yolda bu çiftle bol bol sohbet etme imkanımız oldu. Onları evlerine bıraktıktan sonra Didim’e yöneldik 24 yaşındaki genç şoför arkadaşımızla birlikte. Onunla da yolda sohbet etmek keyif vericiydi… Dünyanın ve Türkiye’nin bu salgın durumundan nasıl kurtulacağını konuşup durduk yol boyunca… Ayrıca ablalarından birisinin doktor, eniştesinin de asker kökenli olduğunu öğrendim. Doktor ablası kendisine maske ve dezenfektan vermiş. Benimle de paylaştı bu genç arkadaşımız.
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Söke ovasına girerken etrafta tomurcuklanan ağaçları, yerlerde açan çiçekleri görünce duygulanıverdim… Nerelerden nerelere nasıl bir yolculuk içinde olduğumu sürekli düşünüp duruyordum… Gözlerim bir yandan rüzgar güllerine takılırken, Didim sapağını dönüyorduk…
Didim’e girdiğinde gözlerimin nemi, gözyaşlarına dönüşüverdi… Yeşilkent yoluna girerken kalbim heyecandan yerinden çıkacak gibiydi… Az sonra evime, yuvama kavuşacaktım… Sitenin önüne kadar şoför beni bıraktı, valizlerimi taşımama yardımcı oldu ve ben sonunda evime kavuşmuştum…
Evimin kapısını açtım, valizlerimi odanın içine taşıdığımda, kendimi koltuğa o yorgunlukla bırakıverdim… Etrafıma baktığımda beni bir zorlu sürecin daha beklediğini düşünmeye başladım… 14 günlük bir süreç, evimin kapısını araladığımda yeniden başlamıştı…
Evim 2 ay önce bıraktığım gibi değildi. Evimin bahçesi ve içi haliyle kirlenmişti… Dinlenip yeniden evi toparlamam gerekiyordu…
Sizlere bunu anlatırken tam 5 gün geçti üzerinden, bugün (Pazartesi) 6 güne gireceğim evdeki karantina sürecimin…
Şu an sizlere bunları anlatırken çok farklı duygular içindeyim. Almanya’dan dönüş sürecinde iyi şeyler yanında, iyi gitmeyen şeyler de yaşadım … Bazı önyargıyla yaklaştığım şeylerin tamamen farklı şeyler olduğunu ve daha iyi şeyler düşünmem gerektiğini öğrendim. Bazen de hakkında iyi şeyler düşündüğüm şeylerin daha dikkatli davranılması gereken şeyler olduğunu öğrendim … Çok farklı farkındalıklar yaşıyor insan…
İstanbul’da geçirdiğim 14 günlük karantina sürecinde devletten ve kişilerden gördüğümüz yardımlar yanında karantina sonrası yaşadıklarım akıl almazdı…
Düşünsenize 14 gün steril bir vaziyette karantinada kalıyorsunuz, sağlığınız her an kontrol altında iken, oradan sizi salıverdiklerinde yine bir kaos ortamına yeniden dalıveriyorsunuz… Kendinizi bu süreçte nasıl koruyacaksınız… Sizlere yukarıda da anlattığım gibi yaşadığım akıl almaz şeyler sonrası enfekte olmamak mümkün müdür acaba? Sanırım bu yüzden sizi yeniden evinizde 14 günlük bir karantina sürecine sokuyorlar…
Bunlar böyle olmamalıydı… O steril ortam bizler evimize gelene dek sürdürülmeliydi diye düşünüyorum… Bu salıverilme sürecinden eve gelene kadar geçen sürede devletimizdeki yöneticilere de sorulacak onlarca sorularım var… Yurtdışından gelip karantinaya alınma ortamının ve karantina sürecinde yaşatılan ortamın, karantinadan salıverilmeden sonra da yaşatılması gerekmez miydi? Bunu yetkililerin düşünmesini istiyorum…
Didim’de yalnız başına yaşayan bir kadın olarak tüm bu sürecin içinde bugünleri yaşamak inanın zordu ama bu zorluğu aklımı ve mantığımı kullanarak yenmeye çalıştım… Bu süreçten daha da güçlü bir kadın olarak çıktığımı düşünüyorum…
Komşularım benim geldiğimi öğrendikten sonra ihtiyaçlarımı karşılamam konusunda bana çok yardımcı oldular ve olmaya da devam ediyorlar… Bu süreci daha da rahat atlatabilmem için yanımda getirdiklerimi şu an için kullanıyorum… Ama bunlar tükenip bittiğinde nasıl bir yol izleyeceğimi süreç karar verecek…
Düşünsenize bir yolculuktan dönüyorsunuz ve kendi ülkenizde 28 günlük bir karantina sürecine giriyorsunuz, herkesten ve her şeyden tecrit bir halde yaşantınızı sürdürmeye çalışıyorsunuz…
Tek tesellim Didim gibi bir şirin ilçede yaşamış olmam… İstanbul’un o kasvetli, betonlaşmış, taşlaşmış ve soğuk havasından kurtulup, sımsıcacık Didim’deki evime kavuştum… Artık karantina altında dahi olsam yuvamdayım ve huzur içindeyim…
Bu satırları okuyan herkese sağlıklı yaşamlar diliyorum… Bu süreçte hepimizin çok dikkatli olması ve bir an önce bu salgından sağlıkla daha fazla zayiat vermeden çıkmamızı ümit ediyorum…
Sizlere sevgili dostum Ertan sayesinde ulaştım, “Karantina’dan Karantina’yı” sizlerle paylaştım. Kendisine de bu vesile ile teşekkür ediyorum… Ayrıca Didim Gerçek Gazetesine ve bu röportajın gerçekleşmesinde katkısı olan Erdem Özden arkadaşımıza da teşekkür ediyorum. Beni yalnız bırakmayan dostlarıma ve desteğini her zaman hissettiğim Didim halkına da teşekkür ediyorum…”
diyerek sözlerini tamamladı Candan…
Ve bizler de kendisine bu deneyimini bizlerle paylaştığı için teşekkür ediyoruz…  Ve kendisine 14 günlük yeni zorunlu karantina mücadelesinde kolaylıklar diliyoruz… Didim olarak yanındayız Candan, her zaman da yanında olacağız… Kal sağlıcakla…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)