Evin yemek saati…
Eşim bugün en sevdiğim kuru fasulye ve pilavı yapmış… Yanına kendi kurduğu karışık turşuyu da eklemiş… Bir de bunun yanına “bir baş soğan”ı da katınca, bugünkü yemeğimiz “yeme de yanında yat” misali oldu… Nasıl da karnım acıkmış… O vaziyette yemek masasının başına oturdum büyük bir iştahla… Karşımda da TV açık… Haberlere az kaldı, haber öncesi ise bitmez tükenmez “Reklamlar”ı izliyoruz birlikte…
Tam o sırada mikrobun biri TV’ye çıkmış, kendi ürününün reklamını yapmaz mı?..
“Kötüyüm ben kötüyüm, kötüyüm. Herkesi hasta ederim… Gırrrr… İshal yapar, kustururum, bezdiririm…”
Oldu mu bu şimdi ya… Tam yemek sırası bu oldu mu? Daha doğru dürüst fasulyemi yiyemeden gaz yapmaya başladı işte şimdi midemde… Sen neden kötüsün be mikrop herif, neden hasta edersin. Neden ishal yapar, kusturur, bezdirirsin… Yemek zevkimin de içine edersin… Hay ben senin gibi mikrobun diyeceğim, diyeceğim de…
“Yaratık mikrop şirin amaaa” dediğinizi duyar gibi oldum da kestim söylemimi… Yanlış mı duydum yoksa… Olmaz olsaydı da, yemek zevkimin içine etmeseydi. Üstelik de şirinmiş… Onun şirinliği batsın. Neresi şirin? Tam evlere şenlik türünden bir hilkat garibesi… Bebeler de TV’den seyrederken ürküyormuş bu mikroptan… Nasıl ürkmesin arkadaş, ben bile ürktüm şimdi…
Mikrobu şirin göstersinler diye Okan Baygülgen’e seslendirtmişler… Film aslen İngiliz yapımıymış… Reklam filmi, İngilizlerinkiyle karşılaştırınca Okan Bayülgen'in seslendirmede çok daha başarılı olduğu aşikarmış. Melodi de zaten çok tanıdık geliyor bizlere… Bir çocuk şarkısı. "London Bridge is falling down"… Yine de ağzıma: “Yahu Okan, senin işin gücün yok muydu be evlat… Öyle eften püften ve boktan işlerle uğraşıyorsun” diyesi geliyor… Görsem kendisini söyleyeceğim tabii ki de…
Bu arada genellikle mikrop figürlü hilkat garibeleri bağıra çağıra, çığlıklar atılarak öldürülür bu tür filmlerde… İzleyici de mikroba adeta acımaya başlarlar… Bu sefer öyle olmamış, ürünün etkinliği ön plana çıkarılarak, mikrop kaçamadan ya da bağıramadan bir anda yok edilmiş. Üstelik de acı macı bizlere gösterilmiyor. Sanki o ucubet şey bir anda ışınlanıp, yok oluyor… Böylece de ürünün hem güçlü, hem de insaflı olduğu ön plana çıkıyormuş… Bana ne bundan?
Gerçekten de bana ne bundan… Bana ürünü böyle mi tanıtmaları lazım. İştahımın en azdığı zamanda mı görmem lazımdı bu reklamı… Zaten kumandayı bulup, reklamı değiştirme fırsatını bulamadan, reklam bitiverdi… Ancak benim midem kalkıverdi… Sofradan da bir hışımla ve söylenerek kalkıverdim.
Hanım da hemen üzerine alındı, söylenerek kalkmamı…
“- Bey, beyy… Beğenmedin mi yoksa fasulyemi? Senin istediğin gibi pişirmiştim oysa…”
“- Yok be hayatım, sen ne zaman pişirsen ben zaten afiyetle mideme indirmiyor muyum… Ne alakası var beğenip beğenmemekle… Görmüyor musun TV’deki o mikrobu… Bu mikrop var ya bu mikrop, midemi bulandırdı” deyiverdim kadına avaz avaz avazlanarak…
Evet… Sofrada olduğumuz zamanlara rastlayan bu reklamı gerçekten de protesto ediyorum… El insaf yahu… Kim yemek vakti, ishal olmaktan ve kusmaktan bahsedilmesinden hoşlanır ki…
Gerçi Avrupa kanallarında buna benzer bir reklamı görmüştüm, o böyle tiksinç değildi… Mide falan da bulandırmıyordu… Gerçi ne konuştuklarını anlamıyordum… Bu film biraz aşırma olmuş gibi geldi bana…
Tamam şimdi hemen bu tekerleme de gençler arasında hızla yayılır… Dillere pelesenk olur… Espri malzemesi olarak kullanılır…Reklamı anladık, birilerinin bir şekilde aklına gelmiş… Çekmişler, hede höde… Hadi gel de şimdi verilen mesajı, bizim bebelere anlat, anlatabilirsen… İyi ki çocuğum büyük… Ona bunu nasıl anlatacaktım… Anlatmaktan vazgeçtim, onu tuvalete nasıl oturtacaktım…
Gerçi bu film sonrası ben de kıllanmadım değil hani… Bizler biraz eski kuşağız… Hepimiz alaturka tuvalet terbiyesi alarak büyüdük, sonra alafraganlaştık… Gerçi canım Türkiyemizde daha alafranganlaştıramadıklarımız da var…
Daha küçük bir çocukken alaturka tuvaletlerimiz devhülasa geliyordu bana… Hep geriye doğru düşüp, popomun kuburun içinde kalacağını ve kaldıktan sonra da fareler tarafından ısırılacağını düşündüğümden dolayıdır ki, bir türlü def-i hacetimi gideremiyordum… Bu yüzden de kabızlık çektiğim çok zamanlar oluyordu… O zamanlar annem baktı ki bu böyle olmayacak, beni lazımlık denen şu malum yuvarlak kaplara oturtmaya başlamıştı… Eh bu dört beş yaşına kadar böyle devam etti… Sonra ise yine malum alaturka tuvaletlerin müdavimleri olduk…
Eski zamanlarda evlerimiz de eski olduğundan dolayı, hep o tuvaletlerin ağzını büyük tahta kazıklarla kapatırdık… Hani içinden böcek möcek, fare mare çıkmasın diye… O zamanlar şehir kanalizasyonları da eskiydi… İçinde de hem fare irisi hem de yaşlısı olan keme ya da cerun denilen fareler yaşardı… Alimallah mabadınızı bir kaptılar mı, “yandık gülüm ketenhelva” misali oluverirdiniz... 12 adet tekmili birden tetanos iğnesi de cabası…
“- Heyhat Ertan Bey… Tüm bunlara vasıl olan biri olarak şimdi bir mikroptan mı ürküyorsunuz” dediğinizi de duyar gibiyim…
Hal böyleyken o mini mini bebeler nasıl ürkmesinler o yaratığı görünce… Bence onlar da hayatları boyunca alafranga tuvalete oturamazlar bir daha… Otursalar bile benim gibi bilinçaltına yerleştirdikleri o sevimsiz mahlukatın hayaliyle, “Acaba benim popomu da gelip ham yapar mı?” diye düşünmeden de edemezler…
Bence böyle animasyonlar yerine ürünü daha başka türde tanıtamazlar mıydı? diye düşünüyorum... Bu arada da reklam amacına ulaştı mı ulaşmadı mı bilmiyorum… Bu ürünü kullananlara sormak lazım… Şayet ulaşmamışsa, satın almayı büyük ölçüde etkileyen mesajlarla dolu olan bu filme bağlıyorum… Çocuklarının o reklamdan dolayı etkilenmiş ailelerin kızgınlığıdır bu bir bakıma da… Şimdi bu reklam filmi gösterime devam edecekse, küçük çocukları korumak adına TV’deki diziler gibi + ‘lı yaş engellemeleri konulmalı kanımca…
Neyse bir reklam filmi yüzünden canım kurufasulye ve pilav güme gitti… Bilinçaltımızdaki düşünceler de yeniden alevlendi… Tüm bunların müsebbibi de o hilkat garibesi mikrop…
“- Tamam bey gel, tuvalet tertemiz oldu bak… Gönül rahatlığıyla rahatlayabilirsin…” dedi…
Gittim baktım, hakikaten de tuvalet pırıl pırıldı… Hanımın elinde de o ürün vardı… Ben de uzak mesafe yolculuğuna çıkan turistler gibi hazırlanarak, kültürümü artıran gazetemi de yanıma katarak def-i hacet yolculuğuma başladım…
Ancak yine de "popomun ısırılması korkusu" bilinçaltımdaki yerini hâlâ muhafaza ediyordu…
Ertan Yurderi
Arşivi buraya taşıyorsunuz anlaşılan. Bombardumana uğramış gibiyim. Hangisinden başlasam? :)) Yanar yanar şu kuru fasulyenin tarifini alamadığıma yanarım...Çok güzel burası...Saime
YanıtlaSil