13 Mart 2007 Salı
Google Earth'den dikizlemek ...
Google Earth çıktı çıkalı bilgisayarımın başından kalkmaz oldum. Ne güzel, “dünya kepçe ben kazan” geziniyorum dünyanın her yerinde…
Canım sabahları İzmir’e gidip kordon boyunda yürümek istiyor, sanal da olsa oraya gidip Kordon boyunda çayımı içip mis gibi kokan çıtır gevrek yemiş gibi oluyorum… Ardından canım Kuşadası’nda Güvercin Ada’daki güvercinlerime bakmak geliyor. Oraya doğru yönleniyorum, onlara şöyle bir selam verip, ardından Marmaris’teki arkadaşımın evinde olup olmadığına bakıyorum… Arabası evinin önünde… “Hımmm bugün de işe geç gidecek galiba… Böyle giderse emlak işlerinden beklediği kazancı sağlayamaz” deyiveriyorum kendi kendime…
Ardından yeniden İstanbul’a dönüveriyorum… Ağabeyimin evinin üstünde şöyle bir turaladıktan sonra bir de ne göreyim… Balkonunu yolgeçen hanına çeviren güvercinler balkonun kenarında duran saksıların topraklarını balkona saçmışlar… Bir de çanak anteni ters dönmüş… Telefon açıyorum kendisine..
“- Ağabey balkonundaki güvercinler seni üzmüş galiba. Ha bir de antenin Türksat’a bakmıyor…” Çok şaşırıyor tabii ki bu sözlerime…
“- Yaw aşağıda mısın? Buraya mı geldin? Nerden biliyorsun” diye soruyor… Ona sadece “gülümsüyorum…”
Teknoloji çok güzel… Ardından yazlığa doğru çeviriyorum Google Earth’ümü… O da ne? Yazlığın arkasındaki Hüseyin Amca’nın tarlası, kargaların işgali altında… Derhal Hüseyin Amca’ya bildirmek lazım… Telefon açıyorum..
“- Hüseyin Amca, senin tarlan şu an kargaların istilası altında, ekinlerini didikliyorlar”…
Hüseyin Amca da; “- Kovala gitsin yezitleri” diyor… Ona da gülümsüyorum yine.
“- Amca, ben şu an Fatih’teki evdeyim nasıl kovalayayım” diyorum…
O da “- Ulan hergele, nasıl gördüysen öyle kovala…” diyor… Hadi gel de Hüseyin Amca’ya bu olayı anlat şimdi… Neyse ben de kargalar zıkkımlanırken, oradan başka bir yere doğru çeviriveriyorum Earth’ümü yine…
Bu sefer de Belçika’dayım… Brüksel’de yaşayan kayınbirader’in evine zoomluyorum Earth’imi… Kapısının önünde duran arabası leş gibi olmuş… Arka lastiği de inmiş… MSN’den hemen yazıyorum ona:
“- Beni yıka – Araba / Arka lastiğimi şişir – Araba”… Az sonra ondan yanıt geliyor bana…
“- Balkonun kirlenmiş yıka – Ayakların kokuyor yıka…” İçimden “hadi ülennnn” diyesim geliyor… Yine MSN’den “kapının önüne çık, elini salla” der demez, bekliyorum… Biraz sonra kapısının önünde biri beliriyor. El kol hareketleri yapan bir meczuplar gibi… Gülüşüyoruz, MSN’den daha sonra… Teknoloji işte ya… Bu kadar olur…
Onu Brüksel’de kendi halinde bırakıyorum. Ardından birden aklıma İstanbul’un su havzaları geliyor… Suyumuz azalmış mı, çoğalmış mı, küresel ısınma sebebiyle ne olacak su havzalarının hali diye hemen Terkos’a doğru zoom’luyorum Earth’imi…
“- O da ne?” (Bu cümleye taktım vallahi… Herhalde hep böyle şaşırmış ifade ile bir hal olacağım…)
İstanbul suyunun başını resmen inekler, mandalar, öküzler istila etmiş… Yahu şimdi biz bu suyumu içiyoruz, yandık ha yandık… Herifçioğulları, Terkos’un en nadide kıyısında güneşleniyorlar resmen şu hale bakın… “Ba ba ba ba… Sarı öküz de tam suyun ortasına bıraktı en tazesinden dışkısını…” “Hay ben senin gibi öküzü” diyeceğim de nasıl diyeceğim…
Hemen İSKİ'yi arıyorum tabii ki…
Görüştüğümüz hanımefendiye;
“- Efendim Terkos gölünün 42 derece batı, 15 derece kuzey yönündeki gördüğüm iki inekten biri olan Sarı Öküz, tam Terkos’un ortasına dışkısını bıraktı” diyorum…
Telefondaki hanımefendi bana çok saygılı bir lisanla:
“- Efendim, çobanına söyleyin, alsın ineğini oradan…” diyor…
“- Hanımefendi ne insanı, ne çobanı… Bu hayvanlar başıboş hem otluyor, hem de bokluyor” diyorum…
“- Size ispiyonluyorum işte, lütfen oraya dezenfektan ekiplerini gönderin, hıfzısıhha ekiplerini gönderin, bu suyu mu içtireceksiniz millete” diyerek avaz avaz avazlanıyorum…
Telefondaki kibar sesli hanım, biraz daha sertleşerek:
“- Beyefendi o su sizin oraya gelene kadar”…
“- Eeee” diyorum…
“- O su sizin oraya gelene kadar, belki yüz kere dezenfekte olacak, gönül rahatlığı ile musluğunuzdan bu suyu içebilirsiniz” diyor…
Hemen koşa koşa mutfaktaki musluğa gidiyorum… Bir bardak su doldurup içine manalı manalı bakmaya başlıyor ve koklamaya devam ediyorum… Şu tekerlemeyi de ağzımdan düşürmüyorum tabii…
“- Öküz nerde Terkos’ta… Ne yedi: Ot yedi. Ota n’oldu? İneğin midesine indi. Sonra n’oldu. Suya sıçtı. Su n’oldu. Boruya geçti. Boruya n’oldu?... ……………” falan feşmekan…
Ya bu Google Earth iyi de kardeşim, insanın Türkiye’yi ve özellikle de İstanbul’u izlerken canı fena halde sıkılıyor işte böyle…
En iyisi, siz siz olun, kafayı benim gibi Google Earth’le sakın bozmayın… Sonra düzeltemezsiniz kendinizi…
Hazır siz bu yazıyı okurken, ben de fırsattan istifade Papua Yeni Gine'deki Biak Adası'nın Sansudi'sine gideyim... Sahil kenarındaki kamelyamda güneşleniyor olacağım... Görüşmek üzere... Şimdilik, arrivederciiiiiii....
Ertan Yurderi
Etiketler:
Belçika,
Büyükçekmece,
Fatih,
Google Earth,
İSKİ
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)