Pandemik süreçte korku enerjisi üretip de boşuna panik yapmayalım sözüyle yazımıza başlayalım. Neden mi, şöyle bir tarih içinde gezinelim biraz, bakalım bize ne anlatacak?
Yıl 1918, yer Selanik, Doyran… Annemin babası yani dedem 30’lu yaşlarının ikinci yarısında. Daha Selanik’ten çıkmamışlar. Doyran gölünün yanındaki çiftliklerinde yaşamlarını sürdürüyorlar… Osmanlı savaş içinde. Yunan komitacılar sürekli Türk köylerini taciz edip, insanları yerlerinden yurtlarından kovmak için çeşitli yöntemlere başvurmakta, hatta çabalamakta.
Yer 1918, yer Manastır… Babamın babası o da 30’lu yaşlarının ikinci yarısında, Osmanlı’da Posta İşleri’nde, telgraf işleriyle ilgileniyor. Cepheden cepheye mesaj yolluyor, çeşitli vilayetlerde görev alıyor. Mustafa Kemal Paşası’ndan aldığı emirler doğrultusunda haberleşmenin kesilmemesi için vargücüyle çalışıyor…
1918-1920 yılları arasında İspanyol gribi sırasında biz Birinci Dünya Savaşı içindeydik ve İstiklalimiz için savaşıyorduk değil mi?… Bu salgın sırasında 18 ay içinde bazı kaynaklara göre 50 küsur milyon bazı kaynaklara göre de 100 milyon arası insanın ölümüne sebep olduğunu biliyoruz, okuyoruz…
O İspanyol gribi pandemisi sırasında neredeyse Avrupa’nın ortalarında ve Afrika’nın kuzeyine, Ortadoğu’nun hemen hemen tamamına yayılmış olan Osmanlı’nın etkilenmemesi mümkün değil…
Ancak Cumhuriyet öncesi Osmanlı arşivinde İspanyol gribi pandemisi sırasında Osmanlı’dan kaç kişinin öldüğü konusunda net bir sayı yok…
Ayrıca Birinci Dünya savaşı’nda ölen asker sayısı tarihçilere göre belli… Toplam 8.5 milyon civarında sayılmış, savaş zayiatı olarak… O sayının içine mutlaka Osmanlı askerlerini de katmışlardır umarım…
Ayrıca Birinci Dünya savaşı’nda ölen asker sayısı tarihçilere göre belli… Toplam 8.5 milyon civarında sayılmış, savaş zayiatı olarak… O sayının içine mutlaka Osmanlı askerlerini de katmışlardır umarım…
Ancak grip salgınından dünyada ortalama 50 – 100 milyon insan öldüğü düşünülürse bu savaştan hariç grip salgınından o zamanki Osmanlı toprağı sayılan şimdiki Türkiye’de de binlerce, belki de onbinlerce insan ölmüştür… Bunu bugüne kadar yazan, çizen, araştıran bir Allah’ın kulu yok… Çünki Osmanlı kaç kişinin gripten öldüğünü ya bir yerlere yazmamış… Ya da bir yerlere yazmış da biz bugün o arşivdeki sayılara ne yazık ki ulaşamıyoruz… Çünki arşivdeki kağıtların bir çoğu ya yandı, ya sel sularına kapıldı, ya da hurda kağıt diye hurdacılara satıldı…
Düşünün o zamanki hijyen şartları bugünkü gibi de değil… Ayrıca ince hastalık salgını yani sağlıklı beslenme olmadığı için verem salgını da vardı… Ve daha başka cinsel hastalık salgınları da… Onlardan ölenleri sayamıyoruz bile… Sayılarla ilgili kayıt kuyut da yok ulaşabileceğimiz.
Neyse demem şu ki 1918 ile 1920 yılları arasında Selanik Doyran’daki dedem ve ailesinden grip yüzünden ölenlerini bizlere anlatmadılar… Ya da Manastır’dan çıkıp Osmanlı vilayetlerinden her birinde çalışan dedem ve ailesinden de grip yüzünden ölenler var mı yok mu bilmiyoruz. Biz çocuklara anlatılmadı bu hikayeler… Belki de akrabalardan birçoğu öldü de onlar anlatmak gereğini duymadılar… Çünki hastalıktan öldü deyip önemsemediler bile… Ancak savaş sırasında düzenli beslenemeyen yeterli vitamini alamayan babaannemin verem salgını sırasında Trabzon’da bir hastanede öldüğünü biliyorum ne yazık ki…
Düşünün o zamanki hijyen şartları bugünkü gibi de değil… Ayrıca ince hastalık salgını yani sağlıklı beslenme olmadığı için verem salgını da vardı… Ve daha başka cinsel hastalık salgınları da… Onlardan ölenleri sayamıyoruz bile… Sayılarla ilgili kayıt kuyut da yok ulaşabileceğimiz.
Neyse demem şu ki 1918 ile 1920 yılları arasında Selanik Doyran’daki dedem ve ailesinden grip yüzünden ölenlerini bizlere anlatmadılar… Ya da Manastır’dan çıkıp Osmanlı vilayetlerinden her birinde çalışan dedem ve ailesinden de grip yüzünden ölenler var mı yok mu bilmiyoruz. Biz çocuklara anlatılmadı bu hikayeler… Belki de akrabalardan birçoğu öldü de onlar anlatmak gereğini duymadılar… Çünki hastalıktan öldü deyip önemsemediler bile… Ancak savaş sırasında düzenli beslenemeyen yeterli vitamini alamayan babaannemin verem salgını sırasında Trabzon’da bir hastanede öldüğünü biliyorum ne yazık ki…
Daha sonrası malum, 1923 mübadele dönemi, herkes yerinden yurdundan olmuş ve bugünki Türkiye’ye büyük göçler yaşanmış…
O zamanlar ne radyo, ne TV, ne haberleşme araçları telsiz-telefon-bilgisayar-internet vardı… Tek haberleşmeleri sağdan soldan duydukları şeylerdi… Ya da padişahın fermanı kasabaya ulaşınca davul tokmağıyla duyuruluyordu…
Biz Osmanlı olarak bunları atlattık… Genç Türk Cumhuriyeti olarak da bugüne kadar dünya üzerindeki pandemik salgınlardan da zayiatlar vere vere bugüne kadar geldik…
Benim 60 senelik ömrüm içinde en başta hatırladığım bundan tam 50 sene önce 1970 yılında yaşadıklarım…
Evet bundan tam 50 sene önceydi (1970). O sıralar ortaokul 1 talebesiydim. İstanbul’un göbeği sayılan bugünkü Bayrampaşa eski ismiyle Sağmalcılar ilçesinde “Kolera” salgını baş göstermişti… Tüm İstanbul halkının nerdeyse tamamı, İstanbul’la bağlantısı olan kişiler bu salgına karşı aşılanmıştı. O salgında 1500’e yakın kişi hastalanmış, 50 küsur kişi de o salgında hayatını kaybetmişti… 1978 yılında da Sağmalcılar semtinin adı kötü namı nedeniyle Bayrampaşa olarak değiştirilmişti…
Tabii ki bu yerel bir salgındı. Pandemik derecesi yoktu ancak tarihe bakarsak, kolera, veba vb. salgınlarla bu dünya ulusları hep karşılaştı… Binlerce insan Avrupa’da kırıldı, yok oldu…
Yine hatırlayalım… Çok değil üzerinden fazla sene geçmedi daha… 2005-2008 yılları arasında “Kuş Gribi” riskiyle de yaşadık. 2009 yılında da “Domuz Gribi” riskiyle de yaşadık… 2009 yılından bu yana şekil ve ad değiştiren (SARS, MERS vb.) virüs salgınları da yaşadık. Kaçımız öldü, kaçımız yaşamına enfekte olmuş fakat iyileşmiş olarak devam etti…
Hatta çok uzak değil, bendeniz geçen sene (2019 yılı) aynı bugün covid-19 benzeri bir grip geçirdim. Soluk alamadım, birkaç kez acile gittim, oksijen verdiler, ağrı kesiciler yaptılar, ilaç verdiler… Zatürre başlangıcı olabilir deyip beni eve yolladılar… Kullandığım ilaçlar beni ayağa kaldırdı çok şükür…
Şimdilerde evet, her şey teknoloji… Elbetteki şu küreselleşen dünyada insanoğlu denilen varlığın yaptıklarından, yapacaklarından çekiniyoruz… Daha başımıza ne gibi kötülükler bulaştıracaklar, bilmiyoruz. Dünyanın içinde bulunduğu durum da günden güne vahimleşiyor… Küresel ısınma, hava-deniz-kara kirliliği had safhada… Ve diğerleri…
Şimdilerde evet, her şey teknoloji… Elbetteki şu küreselleşen dünyada insanoğlu denilen varlığın yaptıklarından, yapacaklarından çekiniyoruz… Daha başımıza ne gibi kötülükler bulaştıracaklar, bilmiyoruz. Dünyanın içinde bulunduğu durum da günden güne vahimleşiyor… Küresel ısınma, hava-deniz-kara kirliliği had safhada… Ve diğerleri…
Daha 10 gün bile olmadı Facebook sosyal medya hesabımdan yaptığım bir paylaşımımda şunları dedim… “Unutmayın birileri ‘korku enerjisi’ ile ‘panik’ yaratıp bundan nemalanıyor… Hatta ve hatta güya iyi niyetli yayın yapan TV kanalları bile reyting uğruna !!! bir şekilde ‘korku enerjisi’ ile insanları paniklettiriyor… Bilgilenin ancak kendinizi de bu korku enerjisinden koruyun…”
Bugün duruma baktığınızda o nemalanan şahısları gördünüz… Nemacı kişilerin stoklarını ve o stoktaki malzemeleri fahiş fiyatla sattıklarına şahit oldunuz…
Ayrıca her kanalda onlarca profesör her biri kendince bir şeyler anlatıyor. Evde oturan halk korku içinde ne yapacağını dahi bilemiyor. Hele öyle bir güruh var ki, onlar hiçbir şeye tınlamayıp, sokaklarda fink atıp, hastalığı daha fazla yayma çabasına giriyor…
2000 senesinde Radikal gazetesinde çalışırken Cornell Üniversitesi’nde görevli olan psikiyastristler Justin Kruger ve David Dunning’in Nobel Ödülü aldığı haberini gazeteye hazırlarken, şaşırıp kalmıştım… Bu iki psikiyatri uzmanının söylediği şey şuydu: “Cehalet, gerçek bilginin aksine, şahsın kendine olan güvenini artırır… Bu da mutluluk getirir… ”
Varsın cehalet içinde yaşamayı seçenler hiçbir şey bilmemekle mutlu-umutlu olsunlar, ben kendi adıma söylüyorum ben her gün her an bilgi bombardımanınla bilgi sahibi oldukça ne gelecek umudum kalıyor, ne de mutlu-mesut olup, yaşayabiliyorum…
2000 senesinde Radikal gazetesinde çalışırken Cornell Üniversitesi’nde görevli olan psikiyastristler Justin Kruger ve David Dunning’in Nobel Ödülü aldığı haberini gazeteye hazırlarken, şaşırıp kalmıştım… Bu iki psikiyatri uzmanının söylediği şey şuydu: “Cehalet, gerçek bilginin aksine, şahsın kendine olan güvenini artırır… Bu da mutluluk getirir… ”
Varsın cehalet içinde yaşamayı seçenler hiçbir şey bilmemekle mutlu-umutlu olsunlar, ben kendi adıma söylüyorum ben her gün her an bilgi bombardımanınla bilgi sahibi oldukça ne gelecek umudum kalıyor, ne de mutlu-mesut olup, yaşayabiliyorum…
Bu yüzden de diyorum ki; böyle salgın zamanlarında bilinçli şekilde bilinçlenmek ve ailemizi özellikle de çocuklarımızı bilinçlendirmek lazım… Korku enerjisi yerine SEVGİ enerjisi ile bilinçlenmek ve bilinçlendirmek lazım tüm dost ve sevdiklerimizi…
Son söz: Geleceği daha iyi inşa edebilmek için; Korku tohumları yerine SEVGİ tohumları ekiniz birbirinize…
Son söz: Geleceği daha iyi inşa edebilmek için; Korku tohumları yerine SEVGİ tohumları ekiniz birbirinize…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)