Müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Kasım 2024 Cuma

Bazen doğadan öğrenecek o kadar çok şeyimiz var ki...


 

Bazen doğadan öğrenecek o kadar çok şeyimiz var ki... 

Şöyle bir hayal edin: Bütün gün sadece ot yiyor, üşüyorsunuz ve hayatınızın çoğu sıradanlık içinde geçiyor. Ama bir gün, o sessizliğin içine bir melodi doluyor. Harika sesler çıkaran bir grup insan belki de hayatınızda ilk kez size bir konser veriyor.

Ve siz, o anın büyüsüne kapılıyorsunuz. Ot yemeyi bırakıyor, bir araya gelip dikkatle, sessizlik içinde dinliyorsunuz. Ne telefonunuz var, ne dikkatinizi dağıtan bir şey. Tüm varlığınızla o müziği yaşıyorsunuz. 

İneklerin bunu yapabilmesi inanılmaz değil mi? İnsanlar bunu kaç kere başarabiliyor?

Bir düşünün: Saygı, sabır ve doğanın sade sessizliği içinde sadece "olmak." Belki de bu basit ve saf davranış, hepimize bir şeyler anlatıyordur. 

Müzik sadece bir melodi değil, farklı dünyaların birleştiği, konuşmadan anlaştığımız evrensel bir dil.

Bu inekler bir gösteriyi tüm sınırlarına kadar saygıyla dinlediler. Seslerini çıkarmadılar, alanı ihlal etmediler, sadece anı yaşadılar. Ve belki de hepimize unuttuğumuz bir şeyi hatırlattılar: 

Dinlemek bazen konuşmaktan çok daha değerlidir.

Ertan Y. (~ kocayurek)

5 Haziran 2023 Pazartesi

Beethoven'ın 9. Senfonisi üzerine: "Kardeş Ol'un Ey İnsanlar"...

 



Gecenin bir yarısı, yatmadan önce önüme çok sevdiğim bir video bir kez daha çıktı. Videoda, Avrupa'nın herhangi bir kent meydanında yaşam rutin şekilde seyrediyordu. Küçük bir çocuk scooter'ıyla kayarken meydanda kontrbas çalan bir müzisyeni gördü. Bir kız çocuğu da o müzisyenin önüne geldi ve müzisyenin önünde duran şapkaya para bıraktı. Video bu mizansen ile başladı. Müzisyen kontrbas'ı ile müziğe giriş yaptı. Notalar ardı sıra çalarken, ben de tanıdık bir ezgiyi yeniden seyredecek olmanın rehavetiyle oturduğum koltuğa biraz daha gömüldüm. Derken diğer yaşam alanlarından elinde müzik aletleriyle çıkan müzisyenler yavaş yavaş o ezgiye iştirak ettiler, meydanın ortasına gelerek. Artık orkestra tamamlanmış ve o muhteşem eser ortaya çıkmıştı: Beethoven'ın 9. Senfonisi.

Tek eksik ise senfoniye anlam katacak sözlerdeydi. Meydanda toplanan insanlar, yoldan geçenlerden bazıları, izleyicilerden birçoğu, tenor, bas, bariton, soprano, mezzo soprano ve alto sesleriyle bu muhteşem senfoniye eşlik ettiler.

Her ülke insanı, kendi toplumsal ve dinsel değerlerine uygun sözlerle müziğe eşlik etse de, ben de senfoninin Türkçe versiyonunu bildiğim için gecenin bir yarısı avazlanarak bu muhteşem senfoniye bas-bariton sesimle eşlik ettim:

"Kardeş olun ey insanlar,
Bunu ister tanrımız!
Bu dünyada her şey geçer,
Yalnız sana dost kalır.
İnsanlığa, doğruluğa,
Göğsünü aç, korkma sakın.
Hür doğmuştur insanoğlu,
Hür yaşamak hakkıdır."

O küçük kız çocuğu artık yalnız değildi. Etrafı, yoldan geçen ve müziğe eşlik eden insanlarla sarılmıştı. Herkes elinden geldiği, bildiği kadar müziğe eşlik etmekteydi. Ve insanlar BİR'lik içinde "kardeşliğe, dostluğa, insanlığa, doğruluğa, iyiliğe ve özgürlüğe" yalansız, dolansız ve yalın bir şekilde haykırmaktaydı.

İzlerken etkilenmemek mümkün değil gerçekten. Kendimi o meydanda o insanlarla bütünleşmiş olarak hissettim. O an ben Didim'de değil, Avrupa'nın bilmem hangi meydanındaydım. Müziğin birleştirici etkisi bu olsa gerek. Zaman ve mekan kavramı o an yok oluyordu. Beethoven öyle eşsiz bir eser yaratmıştı ki, bize bu duyguları duyumsatıyordu.

Gerçekten de müzik, bizi yalandan ve sahtelikten kurtaran, ruhumuza dinginlik veren tınısal bir bütünlük. O bütünlük ki, notalar vasıtasıyla bizi gerçeğe, armoniye ve melodiye doğru adımlar atmamızı sağlayan matematiksel bir ölçüt.

Örneğin bir piyanoda fa sesine basıp, millete bunu do sesi diye yutturamazsınız. Çünkü müzik, samimiyetin ve doğruluğun da bir ifadesidir.

Öz'ünüzden gelen her bir tını, bir notaya can verdiğinde, duygularınızı en doğru şekilde ortaya çıkartır. Müzik, insana dürüstlüğü, sevgiyi ve özeni öğretir. Notalar sizi doğru yola yönlendirdiği için içine yalanın sızması mümkün değildir. Sızdığında ise o notalar bütünlüğü, kakofoniden öte bir şey olmayıp ruha acı çektirir.

Haydi gelin, öz'ümüzdeki tını ile oluşturduğumuz müziğin büyülü dünyasında birlikte dans edelim. İçinde sahteliklerin olmadığı, saf ve gerçek ortamlarda "sevgi" ile buluşalım. Notalarla bütünleşelim ve müziğin içinde kaybolalım. Beethoven'ın 9. Senfonisi'nde olduğu gibi, her bir notanın bizi daha da yakınlaştırdığı melodilerde BİR'lik içinde "kardeşliğe, dostluğa, insanlığa, doğruluğa, iyiliğe ve özgürlüğe" yalansız, dolansız ve yalın bir şekilde sesimizi haykıralım.

~ E.Y. (kocayurek, 5.6.2023)


27 Mayıs 2023 Cumartesi

Geçmişe mazi derler .. Minik bir teyp hikayesi

 


Şöyle benim gibi tevellütü epey bir geçkin olanları geçmiş zamana doğru yolculuğa çıkartayım... Yıl 1970’li yılların ikinci yarısı... Gençliğimin zirve zamanları... Ve nihayet evimize o çok arzu ettiğim teyp bir şekilde giriverir... Ve hikaye bu ya, bakalım sonrasında geçmişten geleceğe neler neler yaşanır...

Bir zamanlar, yukarıdaki bu minik teybimin başında otururken, müzik dünyasının içine doğru yolculuğa çıkardım... Bu teyp, bu minik cihaz, bizim için dünyaya ve eğlenceye açılan bir kapıydı.

Yerli-yabancı birçok müzik kasetimiz vardı, onlara can veren müzikler ve sevdiğimiz sanatçıların o güzel sesleri. 

Yeni çıkan kasetlere bazen para verir alır, bazen de alamadığımız kaset olursa, o kasetlere girecek parçaları sabırla düzenler, şarkıların sırasını liste yapardık ve doğru kasetçilere koşar gider, onları kasete çektirirdik... Böylesi bizim için daha hesaplı ve ucuzdu... 

Kasetimize yeni parçaları doldurttuğumuzda koşa koşa eve gelir, teybimizin play tuşuna basar, sevdiğimiz parçaları dinlerken kendimizi mutlu hissederdik... 

Bazen düşünüyorum da, bu minik teybin önünde geçirdiğim anılarla dolu saatlerin yeri ayrıymış. Teybin tıkırtıları, kasedin dönüş sesi, o kapağın açılıp kapanması... Bu teyp, müziği sadece dinlemek için değil, yaşamak için bir araçmış o günler içinde. 

Kasetlerle uğraşırken, şarkıların hikayelerini, sözlerini daha iyi anlardık. O teyp, bize bir ritüel sunardı. Onunla vakit geçirmek, onunla birlikte hayal kurmak, en sevdiğimiz şarkıların peşinden gitmek... O anılar, hala içimizde bir yerlerde saklı olsa gerek.

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte her şey daha pratik hale geldi. Müzik dinlemek için sadece bir dokunuş yetiyor artık. Ama bazen özlem duyuyorum o minik teybin sessizliğinde geçen günlerime. O teybin, müziğin büyülü dünyasına benimle birlikte yolculuk ettiği o anlara... Onunla geçirdiğim o uzun seneler, müzikle geçen yıllarım... Onları hiç mi hiç unutamıyorum.

Teknoloji ilerledikçe, müziğin taşıyıcıları değişiyor, ama müziğin gücü ve etkisi hep aynı kalıyor. 

Nette dolaşırken gördüm bu teybin fotoğrafını ve depreşti anılarım aniden ve de  yeniden... Nostalji deniyor bu hale ... Anılar .. müziğin büyüsü .. sanatın gücü .. müzikle paylaşılan özel anlar ve vesairesi...
 
Şimdi artık evde böyle teyplerimiz yok... Ya bilgisayar üzerinden, ya tabletten ya da akıllı stick’ler ve flashdisk’ler üzerinden dinliyoruz sevdiğimiz müzikleri... 

Oysa bu teyp şimdi yanımda olsa, kaset çalmadan önce o eski günlerdeki gibi hazırlık yapsam .. teybin kapağını açıp içine itina ile kaseti yerleştirsem, kaset içindeki kaydedilmiş sevdiğim parçaları yeniden dinlesem, hatta o çok çalmayı istediğim parçayı bulmak için sabırla bir ileri bir geri kaseti sarsam .. aynı parçayı dinlemek için defalarca geri sarsam ne anlamlı bir ritüel olurdu benim için...
 
Bugün, teknolojinin bize sunduğu kolaylıkların da tadını çıkarıyoruz. Bir flashdisk'e dünya kadar müzik sığdırabilmek, istediğimiz şarkıyı anında bulabilmek harika bir imkan. Her an her yerde müziğe erişebilmek büyük bir lüks. Ancak bazen, minik bir teybin sessizliğinde geçen o anları işte böyle özlemle anıyoruz.

Bu satırlara kadar okumuş yeni nesil gençlik, biz dinazorlara şu an ya gülümsüyordur ya da kahkaha atıyordur... Onlar bu teyplerin nasıl çalıştığını belki hiç anlamayacak, kasetlerin nasıl kaydedildiğini belki hiç bilmeyecek. Ama biz, o teybin yanında büyüyenler, müziğe olan tutkumuzu hiçbir zaman kaybetmeyeceğiz.

O teyp, sadece bir cihaz değildi. O, müziğin ta kendisiydi. Ondan çıkan her bir nota, ruhumuza dokunuyor, kalbimizde ayrı bir yer ediniyordu. O teyple geçen saatler, yıllar sonra bile anılarımızı taze tutuyor okuduğunuz gibi. 

Bugün, teknolojinin sunduğu imkanlardan faydalanıyoruz. Müziği istediğimiz an dinleyebiliyor, binlerce şarkıyı yanımızda taşıyabiliyoruz. Ama o teybin verdiği hissiyatı bir türlü yakalayamıyoruz. Belki de onunla geçen o anlar, o teybin kendi ruhuyla bize armağan ettiği bir hazineydi de biz kıymetini bilemedik...

Teyp ve pikapla birlikte büyüyen, müziğe olan sevgisini o teyple paylaşan insanlar olarak, o anıları saklıyoruz. Bu teyp o günlerde benim hayal gücümü besledi, müzikle beni birleştirdi ve ruhumda derin hisler uyandırdı. Şimdi teknoloji ilerliyor, müzik dinleme alışkanlıklarımız değişiyor ama o teybin bize verdiği o özel his hiç unutulmuyor.

Belki gelecekte yeni teknolojilerle müzik dinleme alışkanlıklarımız daha da değişecek. Belki hologramlarla sahnedeki sanatçıları evimizin salonunda izleyeceğiz, belki yapay zeka destekli müziklerle başka başka şeyler keşfedeceğiz. Ancak müziğin taşıdığı duygular, kalbimize dokunan melodiler hiç değişmeyecek. Çünki müzik, kalplerimizi birleştiren, duygularımızı ifade eden bir güç .. hayatımızı renklendiren bir armağan .. duygularımızı ifade etmenin, hayal gücümüzü beslemenin ve birbirimize bağlanmanın en güzel yolu.

Minik bir teybin fotoğrafıyla yola çıktık, nerelerden nerelere geldik... 


17 Şubat 2007 Cumartesi

"Vacillondo Vagans" ya da "Titrek Titreşim"




Şimdi bu yazımın başlığına bakan bir kimse, Vacillondo Vagans da ("Titrek Titreşim") ne demek oluyor? Çok komik bir başlık” der demesine de, ancak bazen insan hayatında öyle AN’lar vardır ki ve öyle AN’larda öyle kelimelerle karşılaşırsınız ki, o sizin dönüm noktanız olur... 

İşte bu “Vacillondo vagans” yani “titrek titreşim” de benim için öyle bir şey oldu yıllar önce...

Kelime anlamı olarak titreşim demek; küçük ve çok hızlı salınım devinimi yani bir noktanın gözün göremeyeceği bir hızla salınım devinimi yapması, kımıldanışı demektir...

Titrek de; titreyen anlamında kullanılır... Ancak benim anlatacağım titrek titreşim yani “Vacillondo vagans” bunlardan tamamen farklı...

1969 yılı bitip 1970 yılına girdiğimizde, ortaokullu bir talebe olmuştum eğitim alan diğer tüm çocuklar gibi ben de...

Eski müfredat eğitimi alanlar çok iyi bilirler ki, ilkokul bitip ortaokula başlandığında tüm dersler çoğalır. Eh benim de öğrenmekle yükümlü olduğum tüm derslerim çoğalmış, her derse de farklı bir hoca girmeye başladığından dolayıdır ki ben de afallayıp kalakalmıştım...

Dersler gibi hocalar da ardı adına sıralanıyordu tüm gün boyunca... İlkokulda gördüğümüz tüm derslerimizin adı değişip, değişik adlar altında tek tek karşıma çıkıyordu... Neyse bu eğitim şokunu çabuk atlatıp, okula ve derslere uyum sağlamaya başladım mecburen ben de diğer öğrenciler gibi...

Ama nedense bir türlü müzik derslerine adapte olamıyordum... Oysa ilkokulda bize öğretilen her türlü okul şarkısını "lay lay lom" şeklinde öğrenip, bülbül gibi şakıyarak söylüyordum söylemesine de, ortaokula başlayınca bu sefer nota okuyup, ellerimizle usul gibi şeyleri de öğrenmeye başlamıştık ki, her iki işi aynı anda öğrenmek ve uygulamak çok zor geliyordu bana...

Nota’ların biri uzun, biri kısa söylenmeye başlayınca ellerimle notalar birbirine karışıyor, komik el ve kol hareketi yapan biri olup çıkıyordum hocamın ve sınıfın karşısında... 2/4’lük parçayı 4/4’lük okumaya çalışırsan komik olmamak elde mi?

Bu arada bir de yetişkin erkekliğe geçişte yani ergenliğe geçişte tüm erkek sesleri birbirinden farklı şekilde çıkmaya başlar yetişkin erkek sesi bedene ve gırtlağa oturuncaya kadar... Eh ben de yetişkin erkekliğe geçişimde bir gün tenor, bir gün bas, bir gün de bariton şeklinde sesimi çıkartıyordum... Bir türlü ses ahengimde de senkron tutturamaz oluyor, detone oluyordum... Bu da hocaların hiç hoşuna gitmiyordu... Sürekli "olmuyor, doğru sesi çıkartamıyorsun" diyorlardı bana... Mi'yi Fa sesinden, Sol'u Si sesinden söylemek kulaklarını tırmalıyordu herhalde müzik hocalarımın...

Neyse efendim, yazılı zamanları da gelip çatınca, o zamanki okul notları 10 üzerinden değerlendirildiği için benim müzik derslerinden aldığım notlar 2'den 3'ten yukarıya bir türlü çıkmıyordu maalesef... Sözlüler de aynısı... İlk yarı, son yarı derken, sene sonu gelip karne aldığımızda Alpay'ın "Eylül'de Bütünlemeye Gel" şarkısına paralel bir karne geldi ki; Müzik'ten okul tarihinde "Bütünleme"ye kalan ilk ve son öğrenci ben oldum sanırım... 

O senelerdeki müfredata göre bir dersten bütünlemeye kalınca ve bütünlemede de o dersi veremeyince sınıfta kalıyordunuz... Ben o yaz bu müziği nasıl becereceğim nasıl bu ikmalden nasıl geçerli not alacağım diye düşünürken aklıma bir enstrüman öğrenme fikri geldi birden...

Ve ailemin de büyük desteğiyle 48 bas tabir edilen Hohner marka akordeon aldırıverdim bizimkilere... Büyük bir azim ve gayretle o yaz tüm gücümle bu enstrümanı çalmayı öğrenmeye gayret ettim. Müzik kitabımdaki tüm okul şarkılarını artık akordeon ile çalabilmeyi becerebiliyordum artık... Diğer müzik parçalarını da kulaktan dolma tabir edilen şekilde çalmayı da becerebiliyordum... Ama ne çalma? Kafa göz yara yara...

“Bütünleme Sınav” günüm gelip çatmıştı... Ben bedenimden de büyük koskoca akordeonumu sırtlayarak okula gittim... Müzikten kalan tek öğrenci ben olduğum için iki hocanın karşısına akordeonumla çıktım.. Hocalar beni boyumdan büyük akordeonumla görünce şaşırıp kaldılar, yüzlerindeki tebessümle birlikte:

"Oğlum ne yapacaksın, konser mi vereceksin bizlere yoksa düğün salonunda mı çalacaksın, çalacaksan düğün salonu yan tarafta" deyip gülüştükleri sırada "Evet..." deyiverdim. “Düğün salonunda çalmayacağım ama sizlere çalacağım... Kendim için, sınavımı vermek için çalacağım” dedim heyecandan terleyen minik 11'e 11 maç eden bıyıklarımın altındaki hınzırvari tebessümümle...

Neyse hocaların kitaptan gösterdikleri tüm müzik parçalarını akordeonumla çaldım, sordukları sorulara da yanıt vermeye başlamıştım ki, bana o güne göre kazık ve zor bir soru sormuştu müzik hocam önünde açtığı müzik kitabından...

"Peki oğlum söyle bakalım, Vacillondo vagans ne demek?” diye.. Biliyordum ama bir türlü aklıma gelmiyordu bu müzik terimi...

Gözetmen olarak gelen hoca da, benim müzik hocamın arkasında ayağa kalkmış, ellerini iki yana açarak titreme gibi hareketler yapıyordu... Bana kopya veriyordu tabii ki de, ama ben heyecandan hocanın ne yaptığını bir türlü çakamıyordum ki...

Bu sırada gözetmen hoca dayanamayıp bana yüksek ses tonuyla azarlar gibi sordu: "Oğlum ben ne yapıyorum, bana baksana?" .. Hocaya bakınca "Hocam titriyorsunuz" deyince bende birden jeton düştü...

Müzik hocama yanıtım; "Vacillondo vagans" demek "Titrek titreşim demektir hocam” deyince müzik bütünleme sınavından 10 üzerinden 10 alarak bir üst sınıfa geçiverdim... Tek ders yüzünden sınıfta kalmaktan kurtuldum bu soruya da yanıt vererek...

Sonraki seneler ne mi oldu? Ben her sene müzikten yıldızlı yıldızlı 10 üzerinden 10’lar aldım. Lise yıllarım da yine aynı okulun lise kısmında geçtiği için, hem okulun korosunda şarkı söyledim, hem de yine okulun korosunda akordeon çaldım...

Demek ki neymiş, “titrek titreşim” denilen de bir şey varmış yaşamda...
Görüntüde olduğu kadar, seste de titrek titreşim varmış...

O halde, biz biz olalım, insanlarla da titreşimimizi ister titrek yapalım, ister isek sabit tutalım ama belli bir SABİT'te tutalım...

Yaşamla da öyle güzel senkronlar tutturalım ki, asla detone olmayalım... Bilmem anlatabildim mi...

Ertan Yurderi