13 Ekim 2004 Çarşamba

"Can't take my eyes off you"




Yağmur şiddetini arttırmış, arabamın silecekleri ise yağan yağmurun şiddetine yetişmek için çabalamakta... Yavaşlayan trafikte Volkswagenimden çıkan motor gürültüsünü bastırmak amacıyla, radyonun sesini biraz daha açıyorum...

Radyomda Andy Williams'la birlikte Denise Van Outen "Can't take my eyes off you" adlı parçayı birlikte yorumluyorlar. Bu müzik parçası, gözlerimin önünden film şeridi gibi geçerken, yıllar öncesindeki güzel günlerimi, ruhumun derinliklerindeki gergefe narin bir şekilde oya gibi işliyor... 

Sileceklerin sağlı sollu çalışmasıyla sanki hipnoza girdim, önümdeki beyaz buğulanmış camdan içeriye dalıverdim usulca...

Bir sonbahar güncesini yaşadığım yıllar öncesi İstanbul'un yine soğuk ve yağışlı bir Ekim havasında Gülhane Parkı'nda yürüyorum onunla birlikte...

Yağan yağmur tanecikleri üzerimizi ıslatmış, saçlarımızdan ve yüzümüzden damlıyor tanecikler, bu güz yağmurunun serinliğiyle... Etrafımız yeşilden kırmızıya, kırmızıdan kahverengiye çalan renkli ağaç yapraklarıyla dolu ve biz ağır aksak adımlarla ilerliyoruz Sarayburnu istikametine doğru, yerdeki kuruyup ıslanmış yaprakları ayak uçlarımızla itiştirerek...

O yürüdüğümüz yol hiç bitmeyecek gibi... Sözlerimiz bitmiş, yüzlerimizdeki tebessümlerimiz ile konuşuyoruz sadece... Ve yine sadece gözlerimizdeki derin sevgiyle konuşuyoruz... Ellerimiz, tıpkı yüreklerimiz gibi kenetlenmiş birbirine, sımsıkıca bağlı... Kısaca, "Can't take my eyes off you" hali var her ikimizin de üzerinde...

Sarayburnu'na yaklaştıkça denizin kokusu da karışıyor nefeslerimizin ve dudaklarımızın buğusuna... Ve Sarayburnu'ndaki çay bahçesinde, içimizi ısıttığımız çayı yudumlarken gözlerimiz yine kilitleniyor birbirine...

Gözlerimizin bir ara birbirinden ayrıldığı sırada da, esen poyrazla birlikte taa ilerlerden yanımıza kadar sokulan yağmurun sis bulutu içinde kaybolan gemiler ve o gemilerdeki yolcuları düşünüyoruz.. İskelesi olmayan limanlarda bekleşen sevgilileri ve aşkları düşünüyoruz...

Oturduğumuz masanın üzerine o günkü tarihi de belirterek derin bir kalp çizip içine yerleştiriyoruz isimlerimizin başharflerini, birbirimize verdiğimiz söz'lerin sözcükleriyle birlikte...

Güzeldi onunla birlikte yaşadığım günler ve anlar ve de anılar...

Kanser hastasıydı o... Hastalığıyla mücadele içindeydi, yaşama sıkı sıkıya sarılıyordu lakin genç bedeni bir gün iflas bayrağını çekti yaşama... Onu tıpkı bugünkü gibi yine soğuk bir Ekim günü iskelesi olmayan limanlarda bekleşen sevgililerin yanına sonsuz istirahatgahına yolladım, ellerimde ve yüreğimde açan kırmızı güllerle birlikte...

Bir anda trafik açıldı, yeniden hızlandırıyorum arabamı, sileceklerimin büyüsünden kurtarıyorum kendimi, istemeyerek... Müzik de değişti radyoda... Endless Love çalıyor artık...

Ertan Yurderi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)