29 Haziran 2004 Salı
"Üç tas has hoşaf" ...
Günlerdir bu tekerleme dilime dolanıp duruyordu hayrolsun... Neyi çözmem gerektiğini bilmiyordum, ne anlatıyordu bana bu tekerleme bilmiyordum... Ama canım her an, "Üç tas has hoşaf" demek istiyordu... Gerçi bu yazacaklarımı sizlerle de paylaşmak istiyordum... Ama nasıl soracağım konusunda da çekincelerim vardı... "En iyisi" diyordum kendi kendime, gruba sadece "Üç tas has hoşaf" yazılı bir mail göndereyim... Elbette birisi konuyu acıp bana soracak? "Ya abi, nedir bu 'Üç tas has hoşaf' meselesi" diyecek ve ben de konuya giriş yapıp, anlatacaktım...
Neyse şimdi anca tam da izine çıkmadan önce bu fırsatı yakalayabildim ve kaleme alıp sizlerle paylaşıyorum işte... Onun için anlatmaya geçmeden önce birkaç kez daha söyleyeyim ki içimde kalmasın bari ("Üç tas has hoşaf", "üç tas has hoşaf", "üç tas has hoşaf") sonra da elimden geldiğince ve becerebildiğim oranda anlatmaya koyulayım isterseniz...
"Üç tas has hoşaf"; üç tastan ibaret has hoşaftır... Canınızın çektiği bir hoşaf türünü hayal edebilirsiniz... Hatta eşinize, annenize, sevgilinize veya becerebiliyorsanız kendi kendinize
yapacağınız bir hoşafı düşünebilirsiniz... Üç tane de tas alıp, (genelde artık tas deyince hamam tası geliyor ya insanın aklına, toplum olarak bizler şimdilerde pek kibarlaştık kase demeyi uygun görüyoruz... Ancak dikkatinizi çekerim a'nın üzerinde şapkası olan türden olanından hani... ) içine mevsimsel meyvelerden yapacağınız has hoşaf şerbetini koyduğunuzda elde ettiğiniz şey'e denir bu şey... Afiyetle de yersiniz belki... O zaman elde ettiğiniz bu şeyin adı ne oluyormuş... Hadi hep birlikte (bir faaa sesi alalım) koro halinde "Üç tas has hoşaf" ...
Hepinizin kafasından şu anda kimbilir neler geçiyordur? "Vah zavallı Ertan abim ya, bu sıcak havada, cık cık cık..." "Daha pek de gençti zavallım", "Vs... Vs... Vs..." gibilerinden muzır bir ifadeye bürünmüş yüz ifadeleri görür gibiyim taa uzaklardan, ekranımın bembeyaz camında... (Vay be ben de ne kadar ileriyi görürmüşüm derrrmişim... )
Ama siz hiç aklınıza benim gibi "Üç tas has hoşaf"ı takmadınız ki?
Eh bu aşamaya kadar gelmiş olan bizler için bu "takmak ve takılmak" gibi kelimeler bizler için birer çalışma yapmamızı gerektiren durumlardır sanırım... Ne de olsa hocalık yapmaya hazırlanan bizler için böylesi şeylere "takmak ve takılmak" olur mu demeyin, işte oluyor görüyorsunuz...
Ne yapacaktım o zaman... Ça-lış-ma... Nasıl bir çalışma hem de... Benim yaptığım bu çalışmamın adı ne olacaktı dersiniz? "Üç tas has hoşaf çalışması"... Bildiniz... Ama nasıl?
Işık köprüsüyle ne öğrenmiştik dostlar; Geçmiş yaşamlarımız ve bilinçaltı çalışmalarıyla şifaya ulaşmanın yollarını... Şimdi ne alakası var demeyim benim bu çalışmamla... Geçmiş yaşamla bu çalışmamım bir ilgisi olabilir miydi? Bilinçaltımda neler vardı? vs. türünden şeyleri düşünürken; kendi kendime ışık köprüsü çalışması yaparken buldum kendimi... (Amma da devrik cümle kurdum ya...)
Gerekli olan hazırlıklarımı yapmış, niyetimi belirtmiş ("Üç tas has hoşaf" neden bu kadar dilime dolanıyor, taktım, takıldım, kısa zamanda yanıtını bulayım) bir vaziyette yapıyordum.. Kendime sorular sorup yine kendi kendime yanıtlar aramaya çalışıyordum... Tek kişilik açıkoturum yöneten birisi gibiydim... Soruları soran ben, yanıtlayan yine ben...
Köprüden karşıya geçtim... Gözlerimin önünde ilk beliren kişiye sordum sorumu alelacele; "Üç tas has hoşaf da ne ola ki?" Gülümsedi o kişi, hiç yanıt vermiyordu... Birkaç kişi daha ileride duruyordu... Onlara da gittim onlara da sordum... Hepsi bana gülümseyen yüz ifadesiyle bakıyordu... Kendimi kırlarda, ovalarda, toprak evlerden yapılma yerlerde görüyor, orada karşılaştığım insanlara soruyordum sorumu... "Üç tas has hoşaf da ne ola ki?"
Tam ben böyle laylaylom her önüme gelene bu soruyu sorup eğlenmeye başlamışken, bu sırada aman Allah'ım o da ne koskoca bir kadın memesiyle karşılaşmam mı? Devhülasa bir meme, burnumun ucuna kadar geldi... Kocaman emzik gibi de ucu vardı... Yanında da kocaman bir kaşık... "İçsin bunu çocuk, bu hoşaf iyi gelir ona" diyordu bir ses... Tanıdık bir sesti bu... Tanıyordum ama nerden? Bir yandan o kocaman memenin ucundan emerken bir yandan da ağzıma dayatılan kocaman bir kaşıktan, ekşi ve tuzlu karışımlı bir şeyi de içiriyorlardı bana... Memeye sordum, "Sen kimin memesisin?" Eh meme bu dile gelir mi demeyin? Bir ses geldi kocaman emzik gibi ucundan... "Zıkkımın kökünü içesi..."
Bağlantım koptu bir an çalışmamda, tam bir yerlere düşüş halindeyim... Ama burnumun ucunda bir ıslaklık... Dudaklarımda bir tat... Oh ne güzel böylesi öpülmek ve yalanmak...
Gözlerimi hemen açtım, aaa ben yataktayım yahu... Ne zaman geldim buraya... Hava sıcak, bizimkiler evde yoktu zaten, yazlıktalar, kapılar açık, TV çalışıyor, gecenin en ilerlemiş bir saati de olmuş... Cam tarafında yatıyordum, zaten cam da açıktı... Arkam ve sırtım da cama dönüktü zaten... Şanslı da üzerime yüzü bana gelecek şekilde uzanmış, benim burnumu yalıyor ve ağzımdan öpüyor... Hemen fırladım, aranıyorum bir yandan da... Aranırken söyleniyorum "hani devhülasa memem nerde, kaşık nereye gitti, ben ışık köprüsü yapıyordum ya..."
Şanslı "maouuwww" dedi üzerimden düştü... Sonra bende de jeton düştü, gördüğüm bir rüyaymış hayr olsun..
Ben ise hâlâ "Üç tas has hoşaf"ın peşindeyim kısacası...
"Üç tas hoşaf"ı bir bileniniz var mı? Help me ya!...
Ertan Yurderi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Nasıl yazımı beğendiniz mi? Yorum bırakarak benim gelişimime katkıda bulunabilirsiniz... Şimdiden katkınız için teşekkürler... Sevgiler ve saygılar... Ertan Yurderi (kocayurek)